Ru’nun bizi götüremediği Urla

Yıllardır kayyıma mahkum edilen Urla’da tüm kontrolün yerel yönetimin elinde olmadığını biliyorum. Ama etkili ve vizyon sahibi bir yerel yönetim hikayesi güzel Urla’nın senaryosunun da güzel olmasını sağlayabilir. Ancak o zaman Ru’daki saman balyalarının romantik ortamını daha çok hissedebiliriz.

Aylin Dağsalgüler aylindagsalguler@gmail.com

Yaz dizisi arayışlarımda Gain’de yayınlanan Ru dizisini yaz tatilimi Urla’da ailemin evindeyken izledim. Meryem Uzerli’yi geçtiğimiz haftalarda Fatih Altaylı’nın YouTube kanalında izlemiş ve doğallığına hayran kalmıştım. Meryem Uzerli bu programdan hemen sonra Hülya Avşar’ın YouTube kanalına konuk oldu. Program sonrasında sosyal medyada paylaşılan ve tartışma yaratan kısa videolara karşın izleyip Avşar’ın küstahlığına değil Uzerli’nin sabrına şaşırmıştım. Hülya Avşar hadsizliği ve televizyon dünyasının enkazları üzerine İstanbul İletişim Enstitüsü Bülten’ine yazdığım yazıyı buradan okuyabilirsiniz. Ru benim için hem Meryem Uzerli’yi uzun aradan sonra ekranda tekrar izlemek hem de 1989 yılından beri önce tüm yazlarımın geçtiği, sonra ailemin tam zamanlı Urla’ya yerleşmesiyle evim olan Urla’yı izlemek demekti. İzmir dışında yaşayan çoğu İzmirli gibi benim de işim İstanbul, evim İzmir’dir.

Ru izleyiciye güzel bir hikaye anlatmak istiyor. Ekranda klişeleşmiş temsillerine karşılık ilişkilerdeki yaş farkının izleyiciye dayatılandan farklı olabileceğini söylüyor. Görmeye alışık olduğumuz yaşça büyük erkek genç kadın birlikteliklerinin tam tersi yönde de olabileceğini, bunun hayata dair bir durum olduğunu gösteriyor. Böyle bir ilişkide kadınların çevresinden, ailesinden (annesinden) gördüğü baskıyı, duygusal şiddeti izliyoruz. Ama Meryem Uzerli’nin canlandırdığı Reyan karakterine kadınlardan gelen desteği de izliyoruz. İşte bu sebeple Ru güzel bir hikaye anlatmak istiyor.

Reyan’ın narsist kocası tarafından aldatıldıktan sonra hayatını düzene koyma ve bu sırada aşık olma hikayesinde arka planda Urla var. Urla’nın farklı koylarının, bağlarının görüntüleri arasında aslında benim de evim dediğim Urla var. Ama ben bugün size başka bir Urla hikayesi anlatacağım. İçinde zeytinin, çamın, denizin, enginar tarlalarının, üzüm bağlarının, inşaatın, rantın, kayyımın olduğu bir Urla hikayesi. Mesela Ru’daki hastane sahnesinden başlayalım. Urla’nın İskele bölgesine bağlanan bir yarımada içindeki devlet hastanesi oradan taşınalı çok oldu. Eski adıyla Urla Kemik Hastanesi’ni barındıran Karantina Adası’nın hikayesini buradan okuyabilirsiniz. Yarımadanın önce satılacağı, otel yapılacağı dedikodusu dolaşıyordu ama tarihi binalar restore edildi, bireysel ziyarete henüz açık olmasa da kamuya kazandırıldı. Yeni hastane eski Çeşme yoluna taşınınca yanına da devasa bir cami yapıldı. Yerleşim yerlerine çok yakın olmayan bu caminin işlevselliğini bilmiyorum. Ama işlevsellik son 25 yıldır sorguladığımız konulardan biri değil. 

Urla bir tarım bölgesi. Enginar öne çıkan ürün olsa da her türlü bostan sebzesi yetişiyor. Ama tarlalar satılmaya, imara açılmaya veya imar yoksa da bir ‘tiny house’ ile meskene dönüştürülmeye başlandı. Bu sebeple yakında pazarlardaki ürünler azalacak. Kontrolsüz büyüme sonucu Bodrum’daki gibi su sorunu başlayınca da enginar bitecek. Urla Belediye Başkanı Selçuk Balkan’ın da pek çok kez dile getirdiği üzere Urla enginarı arıtma suyla yetişmiyor. Su biterse, denizden arıtılan su enginar yetiştirmek için uygun olmayacak. Urla’nın iki yanı zeytin, iki yanı çamdır. Zeytinler kesilip kocaman binalar yapılmaya çoktan başlandı. Gözümüzün önündeki kamu arazisi hızlıca statü değiştirip apartmanlar dikildi bile. 150-200 yıllık zeytinleri taşıyanlar azınlıkta, genellikle kesiliyor. Geçtiğimiz günlerde Urla’nın iki farklı bölgesinde çıkan yangınlarda çamlar yandı. Yanan bölgelerin kendisini yeniden canlandırmasını beklemekten ve bu sırada yanan alanlarla ilgili başka tasarruflar olmamasını dilemekten başka çaremiz yok.

Bağlar ve şarapçılık gastronomi turizminin önemli bir parçası. Şef restoranlarıyla birlikte Urla’nın yüzünü değiştirdiği aşikar. Bu ikisi Ru’nun hikayesinde de güzel bir pencere açmış. Mutfaktaki hiyerarşinin, rekabetin içinde Emre Karayel’in canlandırdığı narsist Emir karakterine “çok sıkıcısın” diye bağırma isteği sizde de uyanmadı mı?

Bazen bir kentin kalkınması için çalışırken içinde yaşayanları unutup dışarıya bakarız. Yaklaşık 65 bin nüfuslu Urla için de bu geçerli. "Urla’da yerel yönetim kime hizmet edecek?" sorusunun cevabında Urla’da yaşayan herkes olmalı. Emeklisi, öğrencisi, esnafı, çiftçisi, işçisi, uzaktan çalışan İstanbullusu. Her mekan herkes gitsin diye yapılmaz ama herkes evden çıkabilsin diye farklı mekanlar yapılabilir. Bu açıdan Urladam güzel bir örnek. Ercan Kesal ve Nazan Kesal’ın Urla’ya kazandırdığı bu kültür-sanat alanını tarif etmek kolay değil. Şöyle bir örnek açıklayıcı olabilir. Geçtiğimiz akşam Ercan Kesal’in ‘Ayazmanın Yılanı’ oyunundan sonra sohbetimiz sırasında yanımıza 13 yaşlarında bir çocuk geldi. “Ercan Amca size bir sorum var, ben LGS’ye hazırlanıyorum, sınava çalışmak için burayı kullanabilir miyim” diye sordu. Ercan Kesal elini çocuğun omzuna koyarak "Elbette" dedi. Herkese mekan derken bunu kast ediyorum.

Yıllardır kayyıma mahkum edilen Urla’da tüm kontrolün yerel yönetimin elinde olmadığını biliyorum. Ama etkili ve vizyon sahibi bir yerel yönetim hikayesi güzel Urla’nın senaryosunun da güzel olmasını sağlayabilir. Ancak o zaman Ru’daki saman balyalarının romantik ortamını daha çok hissedebiliriz. Ru güzel bir hikayeydi, ama senaryo daha farklı yazılamaz mıydı diye düşünerek, bazen dikkatim dağılarak izledim. Urla’nın da hikayesi güzel, senaryosu da iyi yazılır dilerim. İyi seyirler.

Tüm yazılarını göster