Ahmed Arif, içeri alınmayan ama aynı içeriye sığmayan bir şairdir. Hakkında az yazılan şairlerden biri. Belki onun şiirinin sadece poetik değil, politik, antropolojik, hatta arkeolojik bir şiir olmasındandır. O zaman ilk şiirinden bakalım ona. Afyon Lisesinde öğrenci daha. 14-15 yaşlarında. Ad koymadığı ilk şiiri şöyle:
Bir mavi gül bahçesi yorganım
Uyku saçlarımın meçhul şarkısı
Sonra yastığımda ilk gölgen kızlık
Ve ilk unutuluş hürriyet raksı
Yumuşaklığında köpükten öpüşlerin
Mukaddes günahlar cenneti oda
Dikişsiz beyazlığında tüllerinin
Bir ay süzülecek buluta
Ve bir mavi şarap gözlerindeki
Musiki gölgelerinde yorgun
Sen hep öylesine güzel sevdalım
Ben sana Allahsızcasına vurgun
Biraz tanıdığımız Ahmed Arif, değil mi? Ama şiirdeki Ahmet Muhip Dıranas etkisi çok belirgin. Zaten yıllar sonra Refik Durbaş’a şöyle diyecek: “Oturup düşündüm. Böyle gidecekse ne olur? Sen ne olursun? Muhip’ten daha büyük bir şair mi olursun? Cahit Külebi’den daha mı büyük olacaksın? Ben böyle kendi kendimle sorguda iken oturup ‘Otuzüç Kurşun’u yazdım.”
Liseden sonra düşünüyor bunu. Peki “33 Kurşun”u nasıl hatırlıyor?
Ahmed Arif, Durbaş’la yaptığı söyleşide “33 Kurşun” şiirini 1950 ya da 1951’de yazdığını söylüyor. Şiirin ise ilkin “Seçilmiş Hikâyeler Dergisi”nde çıktığını söylüyor: “Bu şiiri Salim Amca’ya, Salim Şengil’e verdim, o yayımladı. ‘Bak abi’ dedim, ‘basın yasağı var, başımıza iş açar.’ ‘Sen nene lazım’ dedi Salim amca ve şiiri tefrika etti.”
Yanlış mı hatırlıyor acaba? Ziya Şeker, şiirin önce “Varlık” antolojilerinden birinde çıktığını söylüyor. Varlık dergisi, 1940’ların sonundan 1950’li yılların ortalarına kadar herhangi bir yerde yayımlanmamış şiirlerden antolojiler yapıyor. Birkaç baskı yaptıklarına göre ilgi çekmiş olmalılar. Bunlardan birkaçını görmüştüm. Ama belirleyebildiğim kadarıyla söz konusu şiirin 34 dizelik bir bölümü ilk kez “Beraber” dergisinin 15 Eylül 1952 tarihli sayısında çıkıyor. Şiirin altında ise şöyle bir not var: “Aynı adlı dosyadan.” Yani Ahmed Arif “33 Kurşun”u tek kitap ya da kitap adı olarak düşünmüş. Şiirin “Hasretinden Prangalar Eskittim” kitabındaki hali ise 16 yıl sonra, 1968’de, “Soyut” dergisinin 36. sayısında yayımlanıyor. Ancak “Beraber” dergisindeki halinden epey farklılaşmış olarak.
Varlık antolojilerinden birinde ne var peki? “Rüstemo” şiiri var, daha doğrusu “Rüstem” şiiri. Yıl 1948. Söz konusu antolojiyi Attilâ İlhan hazırlıyor. Ahmed Arif “Rüstemo” adlı şiiri “Rüstem” adıyla gönderiyor. Çünkü asıl adıyla gönderirse yayımlanmayacağını düşünüyor, bunu da anlatıyor Durbaş’a: “‘Otuzüç Kurşun’dan önce ‘Rüstemo’yu yazdım. Dergiye gönderirken sadece ‘Rüstem’ dedim. O’yu koymadım. O kadar bir uyanıklığım var. ‘Rüstemo’ diye yayımlamazlar dedim. Attilâ İlhan’dan bir mektup geldi. Varlık dergisi bir antoloji çıkaracak. Yıl yanılmıyorsam 1948. ‘Rüstemo’yu ona gönderdim. Derken işte Attilâ İlhan’dan mektup geldi. Teşekkür ediyordu. Yaşar Nabi Bey, Atillâ’ya şiirleri sen seç demiş. Seçtikleri arasında benim şiirim de var. Ön eleme gibi bir şey. ‘Ama’ diyor Attilâ, ‘son dakikaya kadar bir şey olmazsa kitapta çıkacak.’”
Şiir antolojiye “Rüstem” olarak giriyor, ama Ahmed Arif, “Rüstemo” şiirini “Hasretinden Prangalar Eskittim” kitabına almıyor. “Kitaba girecek kadar güzel saymadığı” şiirlerden biri sayıyor. O zaman “Rüstemo”ya bakalım bir de. Şiirde geçen yer adları, silahlar ve göndermeleri size bırakayım. Bildiklerimi yazmayayım. Şiir okurda tamamlanan bir şey ise, merak buyurup araştırın lütfen. Çünkü antropoloji yüzeyde, arkeoloji derinde, politika her yerde, poetika ise şiirin içinde gibi geliyor bana:
Rüstemo
Modan Yaylası'na eşkin almadan
Maktele üzerinde sağımız
Karbeyaz Çermik Dağları
Solumuz kan kırmızısında Fırat'tır
Dört mevsim yeşildir orman
Ve toprak çetin
Baharları aşiretler iner Dersim üstünden
Sürü otlatır
Odunda
Kömürde
Pamukta
Gönlü bir akarsu gibi alıp götüren
Irzdan ve ekmekten yana
Bir kara sevdadır
Yeşil Murat’tır
Ve bundan ötürü tutmuş dağları
Ve almış yürümüş sulardan öte
Kıl çadırlarda maceramız
Yasak bundan böyle zulüm
Ve öşür
Ve haraç
Ve angarya
Ve katil
Ve soygun
Ve talan
Ve küfür kıza kısrağa
Yasaktır, emreder Dağlar Paşası
Elinde, affetmez Fransız Üçlüsü...
Gayrı malûmunuz olsun halim
Hayrola encam
Malûm ola
Ayan beyan
Dosta ve düşmana serencam
Önce Şeyhülislâm fetva buyurur
Katlim dört mezhepte vacip görülür
Sonra saray ferman eyler
Ve kaltak vurulur ordugâhlarda
Dar vakit yetiştin tatar ağası
Bir elimde kana batmış hamaylım
Bir elim derman eyler
Cano
Buncasına kavga demezem
Kızanlar idman eyler
Hele sarılmasın dört bir yanımız
Tamam cümle dağlar mevzi almıştır
Ve yatmış pusuya patikalar
Salavat getirir dağ dağ taburlar
Narlı Bahçe üzre kanlı bir akşam
Gelen elçi değil
Azrail olsun
Anam avradım olsun kaçarsam.