Rusya basınında geçen hafta: 'Nükleer silahlar da kullanılabilir'
Stratfor araştırma şirketi şu iddiada bulunuyor: Hamas ve İsrail arasındaki çatışma sadece Ortadoğu’da yeni bir kıyım değil, aynı zamanda “Avrupa-Atlantikçilerin İslam dünyasıyla gerçek bir savaşı”.
Hazal Yalın
Haftanın seçkisinde Pravda.RU Filistin-İsrail çatışmasına dair Stratfor analizini haber yapmış; nükleer silahların da kullanılabileceği şiddetli bir bölgesel savaş tehdidinin altını çiziyor. Tsargrad’ın imzasız yazısı ikinci sırada. Özellikle son dönemde Rusya’da muhafazakârlıkla geleneksel sol arasında dikkat çekici bir köprü kuran Tsargrad, Türkiye’nin Suriye’de ABD ile karşı karşıya gelme siyasetini övgüyle karşılıyor, ancak bunun ne kadar süreceği konusunda şüphelerini de ifade ediyor. İzvestiya, Demidenko ve Hersh’ün görüşleri üzerinde duruyor; RANHiGS’ten Demidenko Hamas’ın Filistinliler için parazit değil iş ve savunma olduğunu vurguluyor, Hersh ise İsrail rejiminin nazilerin Leningrad kuşatmasına benzer bir kuşatmayı sürdürebileceğini söylüyor. Son yazı, Komünist Partisi’nin Pravda’dan; RFKP Ankara’yı Turancılıkla ve Rusya yönetimini doğalgaz uğruna taviz siyaseti gütmekle suçluyor. Bu çevirinin başlığı, gazetedeki özgün başlık.
'Nükleer silahlar da kullanılabilir'
Military Times’e göre özel istihbarat ve analiz şirketi Stratfor’un geçtiğimiz günlerde yaptığı bir gözlem ve tahmin, şu iddiada bulunuyor: Hamas ve İsrail arasındaki çatışma sadece Ortadoğu’da yeni bir kıyım değil, aynı zamanda “Avrupa-Atlantikçilerin İslam dünyasıyla gerçek bir savaşı”.
Dolayısıyla, nükleer silahlara sahip büyük güçlerin çarpışması riskine dair tahminler çok ama çok ciddi.
Gerçekten de Stratfor’un tahminlerine göre istihbarat ve askeri analistler Ortadoğu ülkelerinin Gazze şeridindeki sivil halkın öldürülmesi itibariyle savaşa girme riskinin yüksek olduğunu belirtiyorlar.
Hamas’ın terörist saldırısıyla kışkırtılan İsrail’in insani kaygıları yok. İsrail sivil halkı, Müslümanları öldürerek Gazze’yi yok ederse bütün İslam dünyası “ayağa kalkar”. O zaman da, Stratfor analistlerine göre üçüncü dünya savaşına dair o eski kehanetlerdeki “ateş denizi ve kan ırmağının” ta kendisi meydana gelir.
Bu durumda Orta Doğu, Orta ve Güneydoğu Asya devletlerinin, askeri güçlerini seferber etmeseler bile, lojistik, savaş sistemleri ve silah tedariki ve uzmanlığı konusunda kesinlikle yardımcı olmaları ihtimali sıfır değil. Ve Filistin kesinlikle büyük bir siyasi destek alacaktır.
Yani çatışmaya şunlar katılabilir: İran, Suriye, Suudi Arabistan, Katar, Umman, Kuveyt, Irak. Diğer tarafta ise şunlar olacaktır: İsrail, ABD, Fransa, Britanya, İtalya, İspanya, Hollanda, Almanya.
Uzmanlara göre “Rusya bir çatışmada tıpkı kategorik olarak tarafsızlığa bağlı Çin gibi azami seviyede tarafsız kalacak, Türkiye ise Filistin yanlısı bir tutum alacaktır.”
Her halükârda, taraflardan birinin nükleer silah veya “radyoaktif etkiden yararlanan” silah kullanması da dahil hızlı bir tırmanış ihtimali çok yüksek. ...
Öte yandan Avrupa da “bedel” ödeyebilir. Uzmanlar AB ülkelerine gelen ve yerleşen milyonlarca göçmen Müslümanın muazzam bir güç olduğunu belirtiyorlar. Bunlar şimdiden mitinglere katılıyorlar (AB ülkeleri ise bu mitingleri yasaklamaya başladılar). ... Üstelik 7 Kasım, Müslümanların yeni yılı (tesadüfe bakın!). Avrupalılar, “takvimindeki kızıl gün en kötü anlamda kızıla boyanmasın,” diye yazıyorlar; Birçok Avrupalı İsrailli de “durum sakinleşene kadar” AB’den ayrılmaya hazırlanıyor veya ayrılıyorlar. (O. Volodin / Pravda.RU, 11 Ekim)
'Üstelik NATO’ya karşı'
Türkiye lideri Erdoğan her zaman Batının menfaatlerine uygun kararlar almıyor. Geçtiğimiz günlerde bütün dünyaya Türkiye için önceliğin milli menfaatleri ve terörizme karşı mücadele olduğunu gösterdi. Erdoğan’ın Ortadoğu’da kendi rolünü güçlendirmeyi amaçladığı ve Rusya ve İran gibi diğer kilit oyuncularla temas kurduğu da sır değil.
Erdoğan Filistin’e destek sundu, Amerikan uçak gemisinin bölgedeki varlığından endişe ettiğini ifade etti. Gerçekten de ABD siyasetinin yıkıcı olduğunu kavrayıp Rusya ile ilişkileri güçlendirmeye mi karar verdi? Ama bu meseleyi sonraya bırakalım.
Türkiye birkaç hafta önce PKK’nın Suriye’deki altyapısına ağır darbeler vurdu. Militanların sığınaklarının, silah depolarının tamamen yok edildiği biliniyor. Ama pastadaki krema, Amerikalıların kendilerini zenginleştirmek için kurduğu petrol kuyularının tasfiyesi oldu.
Basit bir ifadeyle söyleyecek olursak, Amerika Suriye topraklarına kelimenin tam anlamıyla kanunsuz şekilde girdi ve petrol hırsızlığı yapıyor. Böyle bir şey nasıl olabilirdi? Kaynakların satışından sağlanan gelirlerin bir bölümünün daha sonra Türkiye’nin kâbusu olan terörist gruplara aktarılıyor olması bir ayrıntı.
Herkes, Erdoğan’ın bu eylemlerine sadece minnet duyulabileceğini kabul edecektir, zira herkes böyle bir adım atmaz, üstelik de NATO’ya karşı. (Tsargrad, 12 Ekim)
'Gazze’ye karşı, Nazilerin Leningrad kuşatması yaklaşımı'
... İsrail ordusunun Gazze şeridinde Hamas’a karşı olası bir kara harekâtına dair somut açıklamalar yapılmadı. Knesset’ten Vladimir Beliak İzvestiya ile mülakatında kamuoyunda böyle bir kararla ilgili hiçbir bilinmediğini söyledi:
“Kara harekâtı olacak mı, bugün söylemek güç. Bu, ordunun kararına, siyasi idarenin kararına bağlı. Gereken her şeyi yapacağız. Bugün bütün kartlar açık ve... bu insanlıkdışı Nazi rejimini yok etmekten başka bir yol görmüyorum.”
İsrail’in “Hamas’ı yok etmek” formülünden ne kastettiğini de uzmanlar söylüyorlar. İzvestiya’ya konuşan Rusya Kamu Ekonomisi ve Amme İdaresi Akademisi (RANHiGS) Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyasi Araştırmalar Okulu Dekanı Sergey Demidenko şöyle diyor:
“Hamas’ı yok etmek’ ifadesi çokça kullanılıyor. Bugün Hamas’la kastedilen, aslında birkaç düzineyi bulan ve sadece Gazze şeridindeki Filistinli gruplar. Bu hareketi yok etmek mümkün değil, çünkü Hamas Filistin toplumunun ve Gazze şeridinin gövdesi haline gelmiş bir örgüt. Bu sadece Filistin halkının ihtiyaçları ve felaketleri üzerinde asalaklık yapan bir örgüt değil. Bu, Filistin halkının bir parçası; Filistinliler için iş ve savunma.”
Ancak Pulitzer ödüllü Amerikalı gazeteci Seymour Hersh 12 Ekim’de İsrail’in daha sert bir yaklaşımı seçerek kara harekâtından vazgeçebileceğini yazdı. Hersh şöyle dedi:
“Kara harekâtına gelince, içeriden bir kaynağım bana, Leningrad yaklaşımı olarak adlandırabilecek daha sert bir alternatifin düşünüldüğünü söyledi; bununla Almanya’nın şehri açlıktan kırmak için bulunduğu o ünlü girişim kastediliyor. ... Alternatif, şu: elektriği keserek Gazze şehrinin tecridine devam etmek.” (V. Loginov / İzvestiya, 12 Ekim)
'Ticaretin Türkçe kuralları'
... Kafkaslardaki Türkiye-Azerbaycan siyaseti de nihayetinde Batının işine yarıyor. Erdoğan’ın BM kürsüsünden dediği gibi: “Toprak bütünlüğümüzü (bizim!) korumak için tek millet tek devlet sloganıyla birlikte hareket ediyoruz.” Bu açıklama, Azerbaycan ordusunun Karabağ’a bir saldırı başlattığı gün yapıldı. Hatırlayalım: saldırı, Karabağ’ın kapitülasyonu ve Ermeni halkının topraklarından ayrılmasıyla son buldu.
Başarıyla kendinden geçen Bakü ve Ankara Ermenistan’dan Syunik oblastinden vazgeçmesini talep ediyorlar. Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev’in dediğine göre bu bölge Sovyet iktidarı tarafından Azerbaycan’dan “canice koparıldı” ve Erivan’a verildi. Azerbaycan ve Türkiye’deki hükümet yanlısı medya İran istikametinde de ekspansiyon çağrısı yapıyorlar. Yeni Şafak genel yayın yönetmeni İ. Karagül şöyle diyor: “Türkiye İran Körfezi’ne erişecek. Bunun için ülkeler feda ediliyor, haritalar değiştiriliyor.”
Bunlar Moskova’nın sessiz rızasıyla oluyor. Aslında Kafkasları Türkiye’den yırtıcılara yem olarak vererek kendi ayağını vuruyor. Ankara ve Bakü'nün lobisini yaptığı Zangezur koridoru, Trans-Hazar yolunun uygulanmasını kolaylaştıracak; bu, açıkça ABD ve AB’nin ileri sürdüğü (ve hatta finanse etmekte olduğu) bir proje. Bu koridor üzerinden Çin ve Orta Asya emtiası Rusya’nın ve İran’ın etrafından dolaşarak batıya taşınacak. Ve bu, Kuzey Kafkasya’da, Volga’da, Sibirya’da hak iddia eden “Büyük Turan” savunucularının iddialarının sadece küçük bir kısmı! “Türkiye ve Türk Dünyası Yüzyılı” konferansında Türk parlamentosu başkanı Numan Kurtulmuş, “taviz beklemeden ve kimseye güvenmeden kendi gücünü kullanmanın zamanının geldiğini” söylemişti. Erdoğan da şöyle ekliyor: “Türkiye bir asır sonra küresel sistemin en üst ligine yükselme fırsatını kazandı.”
Rusya yönetimi ise tehlikeyi ciddiyetle düşünmek yerine saldırganı yatıştırıyor. Örneğin Ankara’ya Rusya’nın yörünge istasyonu projesine katılması öneriliyor. Bu hassasiyetin özü tek bir kelimede yatıyor: gaz. Ancak Moskova hammaddesinin nakliyesini sağlamaya çalışırken kendini bir çıkmaza itiyor. Türkiye, Rusya’nın davranışını zayıflık olarak değerlendiriyor; meşum “gaz hub’ı”nın kurulmasını frenledi ve indirim istiyor. Türkiye Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar şöyle dedi: “Gazprom’dan makul fiyat bekliyoruz, pazar rekabetini dikkate alıyoruz.” Bakan böylece başka tedarikçiler bulmanın mümkün olduğunu ima ediyordu. Ankara bu yılın sekiz ayında Rusya’dan 10 milyar metreküp gaz aldı; bu, 2019’dan beri en düşük miktar.
Türkiye’nin yetkililerine iç siyasi arenadaki başarıları cesaret veriyor. Muhalefet ittifakı fiilen dağıldı. ...
Komünistlerin hep söyledikleri gibi, sermayenin iktidarı içeriden, yani CHP gibi başka burjuva güçleri tarafından devrilmez. Bunu ancak komünist teori ile silahlanmış işçi sınıfı yapabilir. TKP son konferansında ajitasyon çalışmasını güçlendirme ve işçi hareketiyle ilişkisini tahkim etme görevini önüne koydu. Bunun gerekliliğini protestolardaki artış da gösteriyor. ... (S. Kojemyakin / Pravda, 13-16 Ekim)