Rusya’nın Suriye başlığı altında hem sahada hem masada bugüne
kadar uyguladığı politikaya “labirent politikası” denilebilir.
Önce sadece kendisinin görebildiği çizgileri çiziyor, muhatabını
bu çizgilerin içine alıyor ve bu çizgilerin üzerinde yavaş yavaş
duvarlar yükselmeye başlıyor. Bu duvarlar rakibi kimi zaman çıkmaz
koridora kimi zaman da tehlikeli çıkışlara yönlendiriyor. Rakibin
bunaldığı anlarda çok iyi bir zamanlama ile de teke inmiş doğru
alternatifi göstererek “yardımcı oluyor.”
Türkiye için tam da bu oldu. İdlib’te yaşanan gelişmeler sonrası
Moskova’dan çıkan sonuç beklentilerinden çok uzakta, ancak düştüğü
durum göz önüne alınacak olursa Türkiye için en iyisi olarak
değerlendirilebilir. Bu, bundan sonrasının sorunsuz geçeceği
anlamında değil.
Zira Rusya’nın gösterdiği çıkıştan sonra Türkiye somut sonuçları
asıl şimdi görmeye başlayacak.
Türkiye’nin önünde Suriye siyasi süreci, İdlib’teki terör
örgütleri ve Fırat’ın doğusu gibi dev başlıklar var ve eğer
doğrudan Rusya dolaylı olarak da Suriye yönetimi ile işbirliği
yapmazsa bu sorunların her birisi ile ilgili yeni labirentlere
girmek zorunda kalabilir.
Türkiye Moskova’da bir anlaşmaya imza attı ve Cumhurbaşkanı
Erdoğan Moskova’da BM’nin 2254 sayılı kararına ve Cenevre’ye vurgu
yaptı. Bu vurgular iktidar için elde kalanın değerlendirilmesi
olarak görülüyor ancak aslında bir yandan çaresiz bir duruma işaret
ediyor, Türkiye Suriye sahasındaki müttefiklerini tek tek
kaybedecek.
Moskova anlaşmasından sadece “ateşkes” sonucu çıkartılıyor ancak
bundan sonra üzerinde durulması gereken ateşkes değil “terörün her
türlü tezahürü ile mücadele ve BM tarafından terör örgütü olarak
tanınan örgütlerin elimine edilmesi” ifadeleri.
Yani Türkiye de bu örgütlere karşı Rusya ve Suriye ile birlikte
savaşmayı taahhüt ediyor. El Nusra, en büyük bileşeni olduğu HTŞ ve
diğer bazı örgütler BM ve birçok ülke tarafından terör örgütü kabul
ediliyor. Diğerleri ise Suriye yönetimine karşı savaştığı için
Suriye ve Rusya tarafından terör örgütü olarak kabul ediliyor. Yani
Türkiye’nin bazılarını desteklediği gruplar da dahil orada bulunan
bütün örgütler ya resmen terör örgütü ya da terörün tezahürü.
Bu durumda Türkiye’nin önüne birkaç olasılık çıkıyor:
Bu örgütlerden El Nusra gibi güçlü olanlarla da Rusya ve Suriye
ile koordinasyon halinde savaşılacak. Savaşılmazsa Moskova
anlaşmasına uyulmamış olacak. Diğer olasılık kendilerine karşı
savaşa katılması halinde bu örgütlerde Türkiye’nin kendilerine
ihanet ettiği düşüncesinin doğması olasılığı. Bu da TSK’nin bu
örgütler tarafından da hedef alınması ile sonuçlanabilir. Diğer
yandan Türkiye’nin eli ılımlı olarak gördüğü ancak Rusya ve Suriye
tarafından terörün tezahürü olarak görülen örgütler açısından da
bağlı olacak. Yani her olasılıkta Türkiye’yi zor günler
bekliyor.
2254 sayılı BM kararı Suriye’de (o dönem için) 6 ay içinde yeni
bir hükümetin kurulmasını ve 18 ay içinde BM gözetiminde serbest,
şeffaf seçimlerin yapılmasını öngörüyor(du). Erdoğan’ın bu karara
vurgu yapmasında şekil açısından bir sorun yok, zira Suriye
yönetimi krizin en başından bu yana aynı zamanda halk desteğini
aldığını da göstermek amacıyla seçim yapılmasına karşı çıkmadı.
Yönetimin itirazı BM’nin gözetim yapmasıydı ve bu düşünce de seçim
sonuçlarının maniple edilmesi kaygısıylaydı. Suriye yönetimi daha
sonra bir şekilde BM ya da uluslararası gözlemcilerin seçimlerde
bulunmasını da kabul etti. Şimdiki düşüncelerini bilmiyoruz.
Erdoğan’ın işaret ettiği BM kararı doğrultusunda seçimler yapılırsa
Türkiye’nin desteklediği grupların halk nezdinde karşılığının
olmadığı görülecek, bu da Suriye yönetimine karşı birlikte hareket
edilen grupların da kaybedilmesi demek.
Kürt meselesine gelince:
Türkiye’nin Suriye Kürtlerinin bugüne kadarki coğrafi ve siyasi
kazanımları ile ilgili tavrı belli. Ancak Moskova’da bu meselenin
de ele alındığı ve Türkiye’nin Kürtlere saldırmama taahhüdünde
bulunduğu öne sürülüyor. Öyle olmasa bile Türkiye’nin onca gelişme
ve gelinen nokta sonrasında Kürtlere müdahale şansı azaldı. Kürtler
için bundan sonraki süreç Şam ile yapılacak görüşmeler. Şu ana
kadar anlaşmaya dönük somut adım atılmış değil, ancak sonuç ne
olursa olsun (Kürtler ile Şam arasında anlaşma olmasa dahi) Suriye
ve Rusya Türkiye’nin sahada herhangi bir adım atmasının önüne
geçmeye çalışacaklardır ki İdlib’teki iddialı söylemlerden sonra
sahada alınan sonuca bakılacak olursa bunu yap(a)mamaları için bir
sebep yok. Böylece Türkiye “Kürt sahasında da” söz hakkını
kaybetmiş olacak.
Moskova anlaşmasını bir de bu açılardan görmek lazım. Özet
olarak Rusya Türkiye’yi istediği noktaya getirdi ve ivme bu şekilde
devam edecektir. Türkiye’nin önünde ise sahada ve masada bütün
kozlarını kaybetme süreci var. Bu olumsuz bir durum değil. Zira
bugüne kadar hangi ad altında olursa olsun Suriye yönetimine karşı
savaşılırken işbirliği yapılan cenahın “sanal” olduğu her vesile
ile ortaya çıkıyor. Yapılması gereken bir an önce bu cenah ile
işbirliği dahil zaman kaybetmemek adına hatalardan gönüllü olarak
dönmek. Aksi halde Rusya -İdlib’te olduğu gibi- yine zorla
yaptıracak.