Medvedev-Putin dönemi de dahil 18 yıldır iktidarda kalan Putin 18 Mart’ta dördüncü dönemi için aday. Putin döneminde Rusya siyasal yaşamında neler oldu? Kimdi Birleşik Rusya Partisi, nasıl devlet partisi oldu? Borca saplanan ülke nasıl oldu da dünyanın ilk 20 ekonomisi içine girdi? Bu hafta 1990’lar Rusya’sındayız.
Altın varaklı büyükçe bir kapı görüyoruz. Rusya’da devleti sembolize eden her bina kapısı gibi o da heybetli, gösterişli, kim olursa olsun karşısında küçücük kalıyor. Öyle ya Rusya devleti büyük bakî, birey küçük ve ölümlü. Etrafımıza baktığımızda değerine paha biçilemez tablolar, gösterişli koltuklar, minyatür heykeller var. Bir de bir kitle: Şık giyinmiş kadınlar, takım elbiseli erkekler, çoğunluğa 40 yaş üstü, devlet ciddiyetiyle bezenmiş soğuk erkek yüzleri hakim. Kapıya bakıyorlar birisini bekledikleri belli. Nihayet açılıyor kapı, aranan kişi olduğu her halinden belli şahıs kapıdan giriyor. Yüzünde hafif bir gülümseme var, ancak mimik konusunda pek bonkör değil. Hafif tebessüm eden dudaklarını görmesek hissettiklerini anlamayız. Mimiksizlik daha önceki işinin olmazsa olmaz parçası. Gizli işler çevirecekseniz, yüzden başlamanız gerekiyor. İpuçlarının çoğu yüzde gizli. Kapıdan giren şahıs dünya liderleri sıralamasında neredeyse her yıl ilk sırada yer alan, ülkesinin adını onun adıyla andığımız Vladimir Vladimiroviç Putin. Onu bekleyenlerse Rusya’yı kendi yöntemlerince ayağa kaldıran bürokratlar, klanlar, işadamları ve üst düzey yöneticiler. Putin, sembolü olduğu bir ağın üyesi. Yalnızca kapıdan girene bakılırsa kerameti kendinden menkul bir kurtarıcı orta çıkar. Oysa öyle değil, Putin bir ağın, bir grubun ittifakının vücut bulmuş hali. Salona bakmak gerekiyor, kapıyı atlamadan.
Vladimir Vladimiroviç SSCB’nin KGB ajanlarındandı, sadece iki Almanya’nın değil, iki farklı ideolojinin Avrupa sınırının sembolü Berlin Duvarı’nın yıkılışı esnasında Almanya’da bulunduğu biliniyor. Dahası şef olarak gittiği Dresden’de emir komuta zincirine uymayan ajanların varlığına tanıklık edip öfkelendiği de. Bir devlet adamı Vladimiroviç, nasıl tahammül edebilir bu başı bozukluğa. Ancak büyük resmi görüyor. Dünyanın süper güçlerinden SSCB sancı içinde. Sancı yerini yıkım sarsıntısına bırakıyor.
SSCB, 1991’de öngörülmez şekilde yıkılır. Dünya gibi SSCB’yi oluşturan devletler de şaşkındır. Şaşkınlık yerini hıza bırakır. Sinatra Doktrini, kulaklardan devletlerin anayasasına geçmiştir. Yani “sen yoluna ben yoluma” denmiş, karşılıklı mektuplar iade edilmiştir. Artık 70 yıllık birliktelikten geriye kalan başının çaresine bakma gerçeğidir.
18 Mart 2018’de 145 milyonluk Rusya, başkanlık seçimi için sandığa gidecek. Yapılan anketler, aday profilleri dikkate alındığında halihazırdaki Devlet Başkanı Putin’in seçilmesi bekleniyor. Öyle ki seçimler, malumun ilanı, “bakın biz de demokrasiyiz” gösteri olarak ele alınıyor. Bundan olsa gerek ABD seçimlerinden farklı olarak Rusya’nın seçimi gündemde alt sırada kalıyor.
Seçimde Putin’in seçilmesine neden kesin gözüyle bakılıyor? 1996’da Yeltsin ikinci defa seçilmek için ittifak üstüne ittifak kurarken bile, ya seçilemezsem derken Putin neden çok sakin? Rusya halkı neden Putin’i istiyor? 2000’den bu yana 2008-2012 Medvedev-Putin dönemi de dahil 18 yıldır iktidarda kalan Putin 18 Mart’ta dördüncü dönemi için aday. Putin döneminde Rusya siyasal yaşamında neler oldu, kimdi Birleşik Rusya Partisi, nasıl devlet partisi oldu? Borca saplanan ülke nasıl oldu da dünyanın ilk 20 ekonomisi içine girdi? Petrol neredeydi, nerede durdu? Dış politikadaki sarsıntılı yıllar yerini Rusya yeniden imparatorluk mu oluyor tartışmalarına nasıl bıraktı? Sahi oligarklar vardı, onlara ne oldu? Hepsi mi hapiste, değillerse neredeler? Her yıl AİHM tarafından liste başı gösterilen hak ihlalleri LGBTİ’lere dönük ayrımcı yasalar Rusya’ya dair ne söylüyor? Bu hafta ve önümüzdeki birkaç hafta beş yazıyla Rusya’nın dönüşümüne bakacağız. Bu hafta 1990’lar Rusya’sındayız.
TERAPİ YOK, HEP ŞOK: ŞOK TERAPİ UYGULAMASI
1980’lerde ABD Başkanı Ronald Reagan ve Demir Lady Margaret Thatcher'ın kendi ülkelerinde uyguladıkları neoliberal politikanın Rusya versiyonu Şok Terapi’ydi. Programa bu adın verilmesinin nedeni hızından kaynaklanıyordu. Tıpkı kalbi duran bir hastanın hayata dönmesi için kalbe art arda şok vermek gibiydi. Rusya hasta değildi, ancak alternatif bir ideolojisi ve uygulaması vardı. Sovyetler Birliği yıkılmış olsa da hafızalarda yaşıyordu. Topluma verilen şoklarla hızla kapitalizme geçilmeli, SSCB’ye ait ne varsa en tezinden elden çıkarılmalı, izleri silinmeliydi. Öyle de oldu, kontrollü fiyatlardan serbest fiyatlandırmaya geçiş, sıkı para politikası, gümrük duvarlarını indirme ve tabii özelleştirme...
Neoliberalizm sanıldığının aksine devleti ortadan kaldırmaz, devleti kendi eliyle yeniden konumlandırır. Ancak Rusya'da göze çarpan devletsizlikti. Devletsizliğin en pür hali SSCB varlıklarını yasa dışı yollardan satan işadamlarında, Rus mafyasında, maaş almak için kilometrelerce kuyruk bekleyen eve eli boş dönen emeklilerde, tencereleriyle sokaklara dökülen halkta görünüyordu. Halk açlık sınırının altında yaşıyordu. Bir şeyler olduğu belli, devlet neredeydi?
Devletin en üst kademesi, söz konusu dönemde IMF ve Dünya Bankası kontrolünde Şok Terapi’yi uyguluyordu. Hükümet harcamaları yüzde 70 civarında azaltılıyor, sık sık borçlanılıyor, hiperenflasyona çare arıyordu. 1992-1997 arasında SSCB’den kalan kıymetli varlıklar, “Her şeyi satın bütçeye para lazım” şiarıyla elden çıkarıldı. Devlet varlıklarının büyük bir kısmı, eski işletme yöneticileri ve oligarklar olarak anılan gruba “hediye edildi”. Rusya’da özelleştirme sürecine dair temel kanılardan birisi toplumun alım gücüne bakılmazsın devlet varlıklarının belirli bir meblağdan satışıydı. Nitekim 1992-1994 özelleştirme sürecinde halk söz konusu varlıkları alamadı, kendisine çalışması karşılığında verilen işletme kuponlarınıysa elden çıkardı. Peki oligarklar ve işletme yöneticileri bir şirketi almak için gerekli olan sermayeyi nereden buluyordu? Bu soruya hâlâ etraflı bir yanıt verilebilmiş değil, ancak Perestroyka dönemindeki kooperatifler, kurulan finansal kuruluşlar ve bunlardan gelir elde eden isimlerin işletmeleri aldığı dikkate alındığında soruya biraz yanıt veriliyor. Bir diğer sermaye kaynağı borçlanma, özellikle yabancı bankalardan. Yine de karanlık noktalar var. Bu karanlık günümüzde de geçerli.
ASYA KRİZİ VE KAOS
1997’de Asya’dan başlayıp küreye yayılan Asya krizi Rusya’yı da vurdu. Halihazırda can çekişen ekonomi istatistikleri alt üsttü. 1992-1998 arasında Rusya’nın Gayrisafi Yurtiçi Hasılası (GSYH) yüzde 39.4, sabit sermaye yatırımı yüzde 75 düşmüştür. Resmi verilere göre 1995-98 arasındaki sabit sermaye yatırımının GSYH içindeki payı yüzde 18.7’den 15.5’e gerilemiştir. 1987-88 ile 1993-95 yılları veri alındığında yoksulluk yüzde 2’den yüzde 39’a çıkmıştı, başka bir anlatımla 1988’de 2.2 milyon olan yoksul sayısı 57.8 milyon gibi dramatik bir sayıya yükselmişti. Benzer biçimde 1996-99 arasında nüfusun yüzde 53’ü yoksulluk sınırı olan günlük dört doların altında gelire sahipti. Özetle şok fazla verilmiş, terapi akla gelmemişti.
Ekonomideki karanlık tablo siyasal yaşamda da karşılık buluyordu. Rusya Federasyonu’nda federe bölgeleriyle merkez arasında ipler gerilmiş, federe bölgeler kendi dış politikalarını yapan bunun için merkeze danışma gereksinimi hissetmeyecek şekilde adım adım bağımsızlığa ilerlemekteydi. Rusya’nın en zengin bölgelerinden Tumen, “yoksul bölgelere bakmak zorunda değiliz, gerekirse bağımsızlık” diyerek süreci ve mantığı özetliyordu. Çeçenistan kaynıyordu.
Her seçimde sayısı üç yüzü bulan partiler, sık sık parti değiştiren vekiller, hükümetçe işlevsiz kılınan parlamento kronik bir manzaraydı. Güçlü bir yarı başkanlık sistemiyle yönetilen ülkede Yeltsin ve Aile (özellikle kızı), onlarla yakın çıkar bağları olan oligarklar Rusya’da sözün sahibi, devletin/devletsizliğin dikkat çeken özneleriydi.
Yeltsin 1999’un bitimine kısa bir süre kala koltuğunu Rusya'da pek tanınmayan Vlamir Putin’e devretti. Sonraki yazıda Putin döneminde güçlü devlet, ne olursa olsun merkezi devlet şiarının yaratılması sürecine bakacağız.