Devletler, demokratik olanları da, “rutin” dışına çıkabilir.
Demokrasi ve hukuk devleti gibi bir iddia yoksa ortada, devletin
zaten çoğu belki her işi rutin dışındadır. Diğer deyişle demokrasi,
bizatihi devleti rutin içinde tutmak iddiasıdır da. Rutin, devlet
görevlileri ve onun yurttaşları için aynı kuralların geçerli
olmasıdır. Kurallar açıktır. Bilinmesi, görülmesi, uygulanması,
anlaşılması, gerektiğinde nasıl değiştirileceği herkes için
olabildiğince basit ve aynı olmalıdır.
Modern devlet yapısının omurgası bürokrasi. Bürokrasiye
katılmanın ve bürokraside yükselmenin kuralları, sınavlar, aranan
nitelikler de belli olmalı. Bürokraside yükselme de. Özellikle üst
düzey bürokratik görevler için siyasal destek de anlaşılır.
Bürokrasi deyince işleri savsaklamak, karmaşık işlemler, kağıt
bolluğu, bitmez tükenmez imza süreçleri anlamında olanı değil,
teşkilattan söz ediyorum. Hatta o denli ki, halkın tercihi o
yöndeyse, anayasa yerine bir teşkilat-ı esasiye kanunuyla da
yetinilebilir.
Bürokrasi tabiatıyla iş bölümü ve hiyerarşi demektir. Aksi
takdirde alan satanı bilmez. Bürokrasi seçimle işbaşına gelen
yönetime içeriden direnemez. Direniş heveslisi bürokratın yapması
gereken seçime girmektir. Bürokratın direnişi ancak ondan “rutin
dışına çıkması” istenirse, o talimata karşı çıktığında meşru olur.
Hariciyeci de, devletin şiddet tekeli uyarınca eline silâh verdiği
istihbaratçı da, polis de, asker de bürokrattır. Bürokrat siyasi
yöneticiye sorumludur, yönetici de halka başta TBMM’de hesap
verir.
Hesap verme, yalnızca ara ara kurulan meclis araştırma
komisyonlarında, mahkemelerde ya da medyada veya seçimden seçime
gerçekleşen bir süreç değildir. Özgürlükçülük, kılcal damarlara dek
oksijenin sürekli dolaşımda olması demektir. Demokrasi bünyesinin
gürbüz olması için katılımcılık başat koşuldur. Katılımcılık,
saydamlık, hesapverebilirlik bir araya geldiğinde doğru ve iyi
yönetişimin zemini oluşur. Özetle, hukuk devleti bir lüks değil
zorunluluktur.
Hani şirketler kendilerini üzerine para vererek gider sıkıntıya
sokar, denetlemeye (“audit”) girer. Zira o “audit” raporuyla sonra
kredi alabilir, halka açılabilir yahut yatırımcı bulabilir. Yürütme
yönetime, yönetim şirket halka açıksa hissedarlara değilse aileye
hesap verir. CEO değiştiğinde, rakamlar olumlu çıksın diye vergi
kaçıramaz örnekse. Bizde de devleti bir holding CEO’su gibi yönetme
iddiası vardı. Oysa geldiğimiz yerde bir küçük esnaf zihniyeti,
ufuksuzluğu ve vurdumduymazlığıyla karşı karşıyayız. Her şey bir
yana, patronun eli sürekli kasanın içinde. Bu kafayla değil
holding, KOBİ yönetilmez.
Devletin gerçekten rutin dışına çıkmasını zorunlu kılan durumlar
olabilir. Ancak rutin dışına kimin (yani bürokrasinin hangi
bölümünün) nasıl çıkacağı ve bu etkinlikten kimlerin bilgi sahibi
olması gerektiğinin de kuralları vardır. İstihbarat ve istihbarata
karşı koyma faaliyeti, yurt dışında düzenlenen özel harekâtlar ve
belki yüksek teknolojiye erişim ile ulusal askeri sanayinin
ürünlerinin pazarlanması gibi alanlar bu rutin dışına çıkışların
konusu olabilir. Nitekim o istisnaların da kaydı ve yazılı talimatı
dosyasında olur. Dosyaları kimlerin, hangi hallerde görecekleri de
bellidir.
Dolayısıyla, devlet örnekse kaçakçıyı, torbacıyı yakaladığı
yerde bacaklarını kıramaz. Yasadışı silah veya petrol ticaretine
giremez. Kıstırdığı teröristin kafasına sıkamaz. Sokağa çıkma
yasağı sırasında kimi gösteri yürüyüşlerine yol verip, kimi parti
kongrelerinin düzenlenmesine esnek yaklaşamaz. Bar-restoran
yasağına, içki satışı yasağını ekleyemez. Yürütülen bir soruşturma
kapsamında belki tesadüfen topladığı (suçlu da olsa) bir
yurttaşının özel hayatına dair bilgileri biriktiremez, bunlarla
şantaj yapamaz, bunları medyaya sızdıramaz.
Yeniden gündeme giren bir örneğe bakalım. ABD’nin NATO müttefiki
Almanya’nın şansölyesi Merkel’i, bazı başka üst düzey yöneticileri
ve muhalefet liderlerini de “dinlediği” anlaşılmıştı. Şimdi, o
dosyanın inceleme için verildiği dokuz uzman, ABD ulusal güvenlik
kurulu NSA’nın 2013-15 yılları arasında yürüttüğü bu elektronik ve
sinyal istihbaratı faaliyetine, Kopenhag açıklarında deniz dibinden
geçen kablolara erişim sağlayarak Danimarka’nın da ortak olduğunu
ortaya çıkardı. Danimarka zaten o dönemde görev yapan istihbarat
teşkilatı sorumlularının görevine son vermişti. Anımsayacaksınız
Snowden de NSA’nın küresel “meta-data” derleme etkinliğini açık
etmişti.
Geçenlerde Mehveş Evin’e verdiği mülakatta araştırmacı
gazeteci-yazar Cengiz Erdinç “anarşik” 1970’li yıllarda dönemin
SSCB uydusu komşu Bulgaristan’ın silâh firması Kintex’in
ülkemizdeki karanlık ilişkilerini anımsattı. Doğu Almanya’nın da
“ticaret müşavirliğini” 1950’li yıllardan itibaren Ortaköy’de
faaliyete geçirdiğini biliyoruz. Artık birleşmiş Alman
arşivlerinden (STASI’ninkiler dahil) belgeleri Doç. Dr. Behlül
Özkan paylaşıp, üzerine yazmıştı. En sağdan, en sola saçlarını
rüzgârlara bırakan kim varsa anti-emperyalizmden tezgâh açıyor.
Pekiyi, o dönemde SSCB ve Doğu Bloku’nun, bugün Putin Rusya’sının
ülkemizdeki faaliyetleri hakkında bilgimiz var mı?
ABD ile aramızda oyunu değiştirecek başat mesele S-400ler.
Bunlardan vazgeçilmeyeceğini Çavuşoğlu yineledi. 23 Nisan’daki
telefon konuşmasının ardından 24 Nisan Ermeni Soykırımı açıklaması
sessizce geçiştirilmişti. 14 Haziran’da Brüksel’de toplanacak NATO
zirvesi marjında yapılacak ikili görüşme ön plana çıkarılmıştı.
Ardından Mayıs ortasında Erdoğan Filistin bağlamında doğrudan
Biden’e “eli kanlı” suçlaması yöneltti. Soylu 15 Temmuz darbe
girişimini ABD’nin düzenlediğini tekrar iddia etti. Aynı Erdoğan
videokonferansla bir araya geldiği ABD’nin yirmi önde gelen şirket
yöneticisineyse Brüksel’deki görüşmeyle temiz bir sayfa açmak
hedefinden söz etti. Öte yandan Halkbank davasının seyri kaçıncı
kez silikleşti. Biden yönetimi SDG’ne tanınan petrol üretimi ve
ticareti ayrıcalığını yenilemedi.
Yukarıdaki üç paragrafla birbirine benzemez görünen örnekleri
neden sıraladım? Güneş girmeyen eve doktor girer. Adeta can
çekişerek o doktoru bekliyoruz. Muhalefet başa geldiğinde çatık
kaşlı, çakmak bakışlı mutad zevattan brifing alıp, “haa bak biz
bunları böyle bilmiyorduk” mu der? Geçiş dönemi, dosyaların
devir-teslimi buna yarıyor. Mesele liyakat değil. Mesele namuslu
polisleri, onurlu savcıları, birikimli hariciyecileri, yürekli
askerleri bulup, huzura ermek değil. Dosyalar var mı? Devir-teslim
yapılacak mı yoksa seçimin ertesi günü birtakım devlet dairelerinin
bacalarından dumanlar mı yükselecek?
İşin abecesi bu. Söylediklerimin özgün ve köktenci bir yanı yok.
Muhalefet başa geçtiğinde neyi nasıl yapacağını, nereye kimi
koyacağını düşünüyor mu şimdiden? Türkiye Cumhuriyeti, devcileyin
bir büyükşehir belediyesi değil. Yahut tersten bir hayal kuralım.
Diyelim bir HDP’li hem de bir kadın yarın Milli Savunma Bakanı
olsun. Tamamen atıyorum, örnekse Meral Danış Beştaş’ı bakanlığının
ilk gününde dört yıldızlı general ve amirallerden brifing alıp, ilk
talimatlarını verirken gözünüzde canlandırabiliyor musunuz?
Hafsalamız almıyor değil mi böyle bir olasılığı. Ne gerekçeyle
acaba?
Fransa’da sosyalistler V. cumhuriyete geçişten ancak çeyrek
yüzyıl sonra ilk kez 1982’de Mitterand’la iktidara geliyor.
Yürütülen karşı seçim kampanyasında Mitterand kazandığı takdirde
Paris caddelerinde Rus tanklarının görüleceği söyleniyor. Laurent
Fabius, cumhurbaşkanı Mitterand’la Elize Sarayı’ndaki ilk öğle
yemeklerinde hizmetlilerin onlara tuhaf tuhaf baktıklarını, zira
elleriyle yiyeceklerine inandıklarını aktarıyor. Yine güncele
bağlayalım. Ruanda Soykırımı’nın üzerinden 27 yıl geçtikten sonra
Kigali’ye giden Macron Fransa’nın rolünü tanıdı. “Devlet aklı”,
ulusal çıkarlar uğruna o soykırıma göz yumma, yol verme kimin
döneminde yaşanmıştı? Sosyalist başkan Mitterand’ın.
Hani Soylu aynı yayında “Almanya’nın derin devleti güçlüdür”
diye karakuşi salladı. Karşısında oturan gazeteciler de olumlar
biçimde kafalarını salladı. O Almanya’da Merkel’in ardından
Yeşiller iktidara yürüyor. Daha önce (1998-2005) anımsayacaksınız
kot pantolonuyla gelen lise terk devrimci aktivist Joschka Fischer
çizgili lacivert takım elbisesiyle keza o Almanya’da Dışişleri
Bakanlığı yapmıştı. Geçenlerde iki genç arkadaşımla vadzap
üzerinden geyik çevirirken olası “Üçüncü Yol İttifakı” için şaka
yollu “Özgürlükçü Cephe-Acilciler” veya “Halkın Kurtuluşu”
isimlerini önerdiğimde, “onlar denendi üstad” yanıtı aldım.
Bilmem tüm bunları alt alta sıralayınca şey ettirebilmiş oldum
mu? Devlet yönetiminin esrarengiz, büyülü, kutsal bir yönü yok.
Devletin aklı, değerleri, hassasiyetleri olmaz. Yasaları, işleyiş
kuralları, arşivi olur. Kurumların kültürü başka. Bizde iyi-kötü
olan da bırakılmadı zaten. Dolayısıyla yeni gelenlerin yapmak için
yıkmaları gereken bir şey yok, enkaz devralacaklar. Bu belki iyi.
Olumsuz yanıysa, çürüyerek çözülme, yolsuzluk ve yozlaşma,
despotizm, kleptokrasi, nepotizm, başıbozukluk, keyfilik gibi temel
sınamalarla mücadele edecekler. Tabii “değişim yetmez, dönüşüm
zorunlu” diyeceklerse.
Gel gör ki bu yüzyıldır sırtımızda taşıdığımız sınamalarla baş
etmek işin görece kolay kısmı. Zor olan kimyayı tutturmak. Tarifi
harfiyen uyguladığınızda dahi her zaman yemek olmuyor. Bileşenler
birbirlerine optimal noktada karışıp o lezzeti vermiyor. Ötesi,
benim hışır damağımla yediğim yemekten, içtiğim (affedersiniz)
şaraptan aldığım lezzetle, Vedat Milor gibi rafine bir damağın
duyumsayacağı lezzet aynı değil. Çoğulluğu doğru yansıtacak olan
çoğulculuk. Bu kavram ise bizde anatema olageldi.
Köşe komşum Evren Aybars’ın imza köfte tarifindeki limon kabuğu
rendesi gibi imza dokunuşumuz üzerinde de toplumsal uzlaşı yok.
Oysa demokratik toplumlarda seçimler artık o imza dokunuşlar
üzerine yapılıyor. Yoksa “bugün kuru fasulye mi yesek, köfte mi”
diye değil. Köklü devletlerin kimliği de ulusal stratejileri de gün
günden değişmez, tartışılmaz. Hafriyat, kendiliğinden mimariyi
peşinden sürüklemez. Yıkacaksanız, devrim mi yapacaksınız, islâm
cumhuriyeti mi, başyücelik mi getireceksiniz, onu bilmeniz ve
duyurmanız gerekir. Hedef “muasır medeniyet seviyesi” ise onun de
gereklerini yerine getireceksiniz. Demokrasi takiyesinin sekülerine
de, dinbazına da doyduk sanırım, yetişir.
Bugünlük söyleyeceklerim bu
Peker...