Netflix’in özellikle son yıllarda sinema dünyasındaki yükselen hakimiyetini sadece bünyesine belli bir 'saygınlık' kazanmış, önemli yönetmenleri katarak değil aynı zamanda da heyecan ve adrenalin seviyesi yüksek, göz dolduran, baş döndürücü tempoda, gösterişli aksiyon filmleri yaratarak da sağlamlaştırdığı herkesin malumu…
Jerry Bruckheimer, Don Simpson, Michael Bay gibi yapımcı/yönetmenler 80’lerde başlattıkları kariyerlerinde özellikle 90’lı yıllarda adeta 'altın çağlarını' yaşayarak, Hollywood sinemasında her zaman var olan ancak kendi imzalarını yine de hissettiren bir 'macera filmi' akımı başlattılar. Birbirinden ünlü oyuncuları ve devasa bütçeleri barındıran bu yapımlar hem o dönem bazı genç, umut vaat eden yönetmenlerin önünü açtı hem de çoğu zaman çok büyük gişe başarıları getirdi. Marvel ve DC yapımları ile başka bir boyuta taşınan bu akım tabii ki Netflix kanalını da fazlasıyla 'iştahlandıracaktı'. Bu hafta bize sunulan "The Gray Man" bu tür filmlerin son örneklerinden biri.
"The Gray Man", birçok açıdan seyircileri, en azından aksiyon sineması meraklılarını umutlandıracak bir yapım: Filmin dümeninde birçok sit-com dizisi ve komedi filminden sonra bizce ortalamanın bayağı üstünde, "Kaptan Amerika: Kış Askeri", "Avengers: Infinity War" ve özellikle "Endgame" gibi Marvel filmleri çıkarmış Russo Kardeşler oturuyor. Netflix kanalı, film için 200 milyon dolar gibi çok yüksek bir bütçe ayırmış. Son olarak başrollerde Ryan Gosling ve Chris Evans isimleri de dikkat çekiyor. Sonuç ise bizce bir fiyasko olmasa da beklentinin altında kalan ve biraz 'seri yapım' tadı veren, ortalama bir film…
Konuya değinecek olursak: Zamanında CIA adına cinayet işlemiş Court Gentry (Ryan Gosling), kod adıyla 'Sierra 6', tekrar onlarla iş başı yapması için bir süredir yattığı hapishaneden çıkarılır. Ancak başka bir gizli ajanı öldürmesini gerektiren bu görev planlandığı gibi gitmez ve Court bir anda bütün CIA’i çökertebilecek bilgiler taşıyan disketlere sahip olacaktır. Artık kendisi bütün CIA ajanları ve onların kiralık katillerinin asıl hedefi haline gelir.
RUSSO KARDEŞLERİN AMACI...
Anthony ve Joe Russo, daha önce çektikleri "Cherry" filmini muhtemelen Oscar ödülleri yarışına katılmak için ideal bir proje olarak düşünmüşlerdi. Hem seyirciler hem de eleştirmenler tarafından oldukça kötü karşılanan bu filmden sonra Russo Kardeşler en iyi yapmayı bildikleri şeye dönüyor: Bol dövüş, heyecanlı takip, silahlı çarpışma sekanslarıyla dolu şık bir aksiyon filmi yaratmak...
Bu yönetmenlerin, uzmanı oldukları türe dönmek gibi (vaat ettikleri açısından) kendi çapında dürüst, cesur ve çoğu kez iyi sonuç veren bir hamleye kalkışmasına hiçbir itirazımız olamaz. Üstelik ellerinde filmlerini benzerleri arasından ciddi ölçüde öne çıkartabilecek ve aksiyon filmlerinin 'olmazsa olmazı' sınıfındaki patlama/yıkılma sekanslarını 'zirveye' çıkarabilecek olanaklar varken… Evans ve özellikle Gosling gibi isimler de sadece 'aksiyon' tarzında yeteneklerini gösterebilecek oyuncuların çok ötesindeler…
2018 yılından beri beyazperdede görmediğimiz Ryan Gosling, filmin 'lokomotifi' görevini üstlenirken bizce ufak bir tereddüt yaşıyor: Kendini ne tamamen 'feleğin çemberinden geçmiş' bir neo 'Snake Plisken' (hatırlanacağı üzere Kurt Russel’ın canlandırdığı) tarzı bir anti-kahraman sınırlarına kapatmak ne de birçok tehlikeyi hafife alan hatta kafaya bile fazla takmayan, en ağır yaralanmalardan sadece 'omuz silkerek' sıyrılan uçarı 'Bond'vari bir karakter çizmek istiyor. Belki de bu iki değişik modelden de karakterine bir şeyler katmak veya ikisinin sentezi bir portre çizme amacı taşıyor.
KONSANTRASYONU ‘GARAJDA BIRAKMAK!’
Aslında aksiyonu ön plana çıkaran filmlerin bütün geleneksel kuralları "The Gray Man"de karşılık buluyor. Birkaç cümleyle özetleyebileceğimiz bir konu, baş iyi ve baş kötünün yanlarında hikâyeyi renklendirebilecek yardımcı karakterler, arada seyirciye 'soluklanma' anları bırakan tempolu bir hikâye ve tabii ki bolca aksiyon!
"The Gray Man"in türdeşlerinden ayrışan noktası ise iki ana karakterinin senaryoya kattığı büyük enerji ve belli ölçülerde mizah dozu oluyor. Gosling’in canlandırdığı Court karakteri değindiğimiz 'tereddütleri' yaşasa da yine de oyuncu, ketum, ciddi, soğuk havasını arada kırıp neredeyse 'çizgi roman'vari eylemlerde veya konuşmalarda bulunmaktan da geri kalmıyor. Hem karanlık kişileri hem de temiz, iyi kahramanları aynı beceriyle oynayan Gosling filmin büyük kısmında böyle davranmaktan adeta zevk alıyor ve seyirciyi de buna ortak etmek istiyor. Üstelik bu eğlenceli havayı şirazesinden kaydırmamak ve 'vulgaire' hale getirmemek için de çok uygun bir partneri var: Chris Evans! Çoğumuzun sevgili Kaptan Amerika’sı olarak tanıdığımız oyuncunun da filmde kötü, psikopat Lloyd Hansen’ı canlandırırken çok keyif aldığı belli! İki oyuncunun aralarındaki adeta bu 'dans' veya 'alışveriş' filmin kalitesini arttırıyor.
Tabii ki bu iki karakterden her biri film boyunca (biraz aşırı derecede) gördüğümüz karanlık mekanlarda beliren bir düşmanını öldürdüğünde senaryo bir ciddiyet ve ağırlık kazanıyor ama örneğin ardından aynı karakter bir şehrin yarısının yıkıldığı bir patlamadan sadece birkaç sıyrıkla kurtulunca, film yine uçarı, eğlendirici hatta biraz çocuksu havasına geri dönüyor.
BİRAZ DA DOLAŞALIM!
"The Gray Man"in hikâyesi, bütçesinin de sağladığı olanaklarla Bangkok, Viyana, Prag, Londra gibi birçok şehirde ve ülkede (hatta kısa bir süre Türkiye’de) sürüyor. Biraz lüks bir turistik hava da estiren bu sekanslar, mekânsal olarak gerekli görkemli aksiyon sahneleri için elverişli ortamları sunuyor ancak bu sahneler de aldığımız keyif biraz Russo Kardeşler'in aşırıya kaçan kamera açıları ve deneyimleriyle törpüleniyor. Dronlu çekimleri aşırı hızlarla ve ölçüsüzce kullanmak, bilinçli olarak dekoru bulanıklaştırıp başkarakterleri ön plana çıkarma çabaları, gereksiz derecede karanlık veya çok az ışıklı (hatta bazen kavganın detaylarını görmemiz bile imkansız hale geliyor) sekanslar sıralamak gibi kamera 'numaraları' ilk anda bir şaşkınlık yaratsa da sonrasında tekrarlandıkça bizce biraz itici bir tat vermeye başlıyor.
Henüz birkaç ay önce Russoların 'abisi' Michael Bay, "Ambulans" filmiyle, bizce kısır bir senaryoya rağmen daha önce sinemada pek görmediğimiz kamera açıları ve planları deniyordu. Russo Kardeşler bu tutumu daha da ileriye götürüyorlar. Bizce yönetmenlerin kariyerlerine de baktığımızda, yarattığı her karakter kendi döneminin bir süper kahramanı!
Ve süper kahramanlar çok özel bir senaryoya, çok derin entrikalara ve çok 'gri' bölgelere ihtiyaç duymazlar, yeter ki süper kahramanlıklarını sergileyebilecekleri alanları bulsunlar!
Ancak bir dakika… Filmin Türkçe adı 'Gri adam' değil mi?...