Türkiye’de en üst perdeden anayasanın ilk dört maddesi tartışılıyor. Olağan bir anayasal demokraside her şey siyasal olarak tartışmaya açık olmalı. Anayasayı değiştirme sorununun bir kurucu iktidar sorunu, değiştirilemez maddeler sorunun da prosedürlerin ötesine geçen bir kurucu iktidar sorunu, dolayısıyla saf siyasal bir sorun olduğunun farkında olmak kaydıyla.
Değişmez maddeler sorunun özünde kurucu iktidarın kararı vardır. Anayasa tarihimizde bu tartışmanın en özlü ifadesi, 1924 Anayasası yapılırken ortaya çıktı. Meclis üyelerinden bazıları sadece siyasal birliğin biçimini belirleyen karar yerine, hükümet sistemini de içine alan kapsamda bir değiştirilmezlik hükmünü savundular. İlk sekiz maddenin değiştirilemez olması gerektiğini söylediler. Bir kısmı anayasa metninin bir kutsal kitap misali değiştirilemez olması gerektiğini öne sürdü. Fakat Meclis'in ağırlığı cumhuriyet formunun esas olduğu bir açıklığı kabul etti. 104. madde olarak görüşülen hüküm, nihai metnin 102. maddesinde cumhuriyet formunda değişiklik yapılamayacağını, teklif dahi edilemeyeceğini hükme bağladı. 1961 Anayasası’nın 9. maddesinde de bu anlayış korundu. 1980 darbesini yapanlar, kurumsal adıyla Milli Güvenlik Konseyi, değiştirilemezliğin kapsamını 1982 Anayasası’nda çok daha geniş tuttu. 4. maddesi ile birinci maddede belirlenen devletin şeklinin, ikinci maddede sayılan devletin niteliklerinin ve üçüncü maddesi hükümlerinin değiştirilemez, değiştirilmesi teklif bile edilemez olduğunu hükme bağladı. Bağladı bağlamasına ama ikinci madde 1995’te sessiz sedasız değiştirildi. Başlangıç değiştirilince 2. maddede belirtilen “başlangıçta belirtilen ilkeler” de değiştirilmiş oldu. Siyasal uzlaşma sağlanıp kimse Anayasa Mahkemesi’ne başvurmayınca 4. madde etkili bir norm olmaktan çıktı. Peki bunları niye anlatıyorum? Bir soruya yanıt aramak için. Türkiye’nin somut siyasal-hukuksal düzeninde bu maddeler ne ifade ediyor? Madde madde gidelim:
Birinci maddede devletin bir cumhuriyet olduğu hükmü var. Cumhuriyet siyaset biliminde ilk elde negatif tanımlanır: Monarşi olmayan. Peki monarşi nedir? Veraset ya da güç yoluyla iktidarı eline geçirmiş tek kişinin dengelenmemiş iktidarı.
İkinci maddede devletin nitelikleri sayılıyor: …İnsan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti… Bu ilkeler, anayasanın getirdiği hükümlerin tümünü sistematik olarak etkileyecek, siyasal birliğin içeriğine ilişkin kurucu kararlardır.
Üçüncü madde, ulusal marş, başkent ve bayrağın biçiminin tanımlanması dışında “Türkiye Devleti ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür, dili Türkçe’dir” hükmü getiriliyor. Bu madde için kötü yazılmış bir madde denilip geçilir. Evet ülkenin bölünmezliğinin anayasa hukuku ve siyaset bilimi bakımından bir karşılığı var; ama milletin bölünmezliğinin yok. Uluslar somut olarak parçalıdır, toplumsal sınıflar vardır, cinsiyetler, cinsel farklar vardır, dil, din ve kültür farkları, etnik farklar vardır. Devletin dili değil, resmî dili olur. Fakat Konsey tüm bunları bilmiyor değil, dolayısıyla bu madde kötü yazıldığı için değil, 1980 darbecilerinin yaptığı Anayasası’nın nelere kapalı olduğunu en açık gösteren maddesi olduğu için böyle.
İşte ilk üç madde… Peki somut hukuk düzenimizde bir karşılığı var mı? Laikliği anayasadan çıkarırdın, çıkarmazdın tartışması yapıladursun, “Türkiye laik bir hukuk düzenine sahip midir?” sorusuna evet yanıtı verebilir misiniz? Eğer veriyorsanız, bizzat 1982 Anayasası’nda konmuş zorunlu din dersine ve AKP’nin 2012 yılından sonra eklediklerine ne diyeceksiniz? Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilat Kanunu ile ilgili görüşleriniz neler? Ayasofya’ya kılıç ile çıkan Diyanet İşleri Başkanı laik bir hukuk düzeni için ne ifade eder? Kendini İslam'ın son ordusu olarak niteleyebilen bir ordu, mahkeme kararında Kur’an’a atıf yapan bir yargı laik devlet düzeni içinde nereye yerleştirilir? İmam Hatipleri neredeyse zorunlu yapan, “peygamberimiz” adında derslerin okutulduğu, cihat kültürü aşılayan bir milli eğitim, sivil toplum adında örgütlenen ve devlete kadro yetiştiren tarikat cemaatler laik devlet düzeninde nasıl var olur?
Değiştirilmezlik tartışması yapmadan önce insan haklarına saygı ilkesini bir tartışmaya ne dersiniz? Polisin her gösteri yürüyüşünü “süpürün” talimatıyla dağıttığı, insan haklarının kaynağı olan insan onurunu işkence ve kötü muamele ile ayaklar altına aldığı, yaşam hakkının zırhlı araçlar altında ezildiği, bunları haber yapanın basın özgürlüğünün cezaevine kadar olduğu bir ülkede “insan haklarına saygı” anayasal olarak ne ifade eder?
Bakanlara boş kâğıda imza attırılarak çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle on binlerce insanın, haklarında yargı kararı olmadan kamu görevinden çıkarıldığı, terörle ilişkilendirilerek fişlendiği, yargı kararlarının uygulanmadığı, kamu hizmetine girmek için vakıf, cemaat, tarikat referansı aranan, genelgelerle temel hak ve özgürlükleri açıkça ihlal eden icrai kararların verildiği, hukuki öngörülebilirliğin olmadığı bir somut düzende hukuk devleti ilkesi nerede durur?
Seçilme özgürlüğüne kısıtlamalar getiren, seçim kanunlarını iktidar lehine ayarlayan, siyasi parti başkanlarını, parlamento üyelerini cezaevinde rehin tutan, demokratik ortamın temeli olan kamusal tartışmayı engelleyen, ifade özgürlüğünü; özelde basın özgürlüğünü ve bilim özgürlüğünü ortadan kaldıran, mafya-çete-siyaset ilişkilerinin soruşturulmadığı, çetelerin işlediği ekonomik ve siyasi suçların cezasız kaldığı bir somut düzende demokrasi ilkesini nasıl konuşabiliriz?
Zengin ile yoksul arasındaki uçurumun bizzat rejimin tercihleri ile açıldığı, barınma hakkını terörle, işçinin emeğinin karşılığını alması için giriştiği eylemi kaosla, sendikal örgütlenmeyi bozgunculukla anan, kadının çalışmasını sorun olarak gören bir somut düzende sosyal devlet ilkesinin anayasal etkisi nedir?
Yasamanın etkisizleştirdiği, yargının denetim gücünü yitirdiği, gücün dengelenmediği ve en önemlisi hakları ile eşit konuşma hakkına sahip yurttaşın ortadan kalktığı bir rejimde “cumhuriyet” ne ifade eder? Haklar yoksa yurttaş, yurttaş yoksa cumhuriyet yoktur.
Bir ülkede darbe yapıldığında darbecilerin ilk işi anayasanın bağlayıcılığını ortadan kaldırmak olur. Çoğu zaman anayasal kurumlar hemen tasfiye edilmez, ama anayasal norm ve ilkeler darbecinin iki dudağından çıkan söze ile eşit değerde görülür. Bu nedenle darbecilerin hukuk düzenine ilişkin ilk kararları kendi çıkardıkları bildiri ve kararların anayasa değerinde olduğudur. Zaten bu kararın ardından anayasal kurumların varlığının da somut hukuk düzeni açısından herhangi bir anlamı kalmaz. Darbeler bir hukuk boşluğu yaratır. Oraya fiili karar yerleşir. Darbecilerin iktisadi, siyasal ve ideolojik kararı baskı ve zor yoluyla yerleştirilir, buna karşı çıkılabilecek siyasal mecralar şiddet ile kapatılır. 12 Eylül darbecileri bunu yapmıştır, 15 Temmuz darbesi başarılı olsaydı bunu yapacaktı, 20 Temmuz OHAL rejimi bunu yapıyor.
Bu nedenle Türkiye’nin somut anayasal-siyasal düzeni demokratik değildir, laik değildir. Sosyal devlet ve hukuk devleti ilkelerinin bu düzen içinde anayasal bir anlamı yoktur. Değerli muhalefet, anayasanın değiştirilmez maddeleri hepimizin gözleri önünde rejim tarafından değiştirilmiştir.
Harp Okulu mülakatlarının SADAT tarafından yapıldığının; mülki idare amirinin, yargıcın, memurun TÜGVA referansıyla seçildiğinin, mülke çökme işlemlerinin yasal olmayan devlet gücü kullanan çetelerce gerçekleştirildiğinin ciddi biçimde iddia edildiği bir ülkede yaşadığımızı idrak etmeden hiçbir teknik anayasa tartışması siyasal bir önem taşımıyor.
Cumhuriyeti demokratikleştirmek istiyorsak, onu kurmayı göze almalıyız: Demokratik, laik ve sosyal hukuk devletini inşa etmek zorundayız. Gerçek bir anayasa tartışmasını mümkün kılacak budur; bu tartışma ancak bir demokratik kurucu iktidar sürecinde anlam ifade eder.