Tam bir mahalle kabadayısı. Yapılı, ensesi kalın, göz teması kurmaz, tam karşınızdayken uzaklara bakar; kendinizi 'görünmez' sanırsınız. Size karşı hep tetiktedir, ama sezdirmez. Ağırbaşlıdır. Sizden bir şey istemez, size bir şey de vermez. Merhameti kendi çocuklarına, çocuklarının çocuklarınadır; gazabı başkalarına. Kanından olanlara şefkati göz yaşartır. Onların karnı doymadan sofraya oturmaz. Anneleri yanlarında değilken çocuklarla ilgilenir, gözlerini bir an üzerlerinden ayırmaz. Kediler aleminde böyle baba bulmak zordur. Gazabında ise büyük küçük, haklı haksız gözetmez. Başka yetişkinleri bölgesine yanaştırmamakla kalmaz; güçlü pençe darbelerinden yavrular da nasibini alır. Kovarsınız gitmez. Buralar hep onundur. O yerli, hatta millidir. Siz ise misafir. O bunun farkında mı bilmem, ama buralarda biz kendisine 'Saddam' diyoruz. Hakkındaki konuşmalarımız şöyle geçiyor genelde:
Naz: Anneee Saddam gelmiş, Rozi’yi dövüyor, koş.
Ben: Saddam bırak onu! Git burdan! Bebek katili!
Saddam, her zamanki gibi beni görmez, duymaz, işine devam eder. Benim giderek yükselen sesim, onun için bir teferruattır sadece. En sonunda elma ağacından küçük bir elma koparıp ona doğru fırlatırım. İsabet etmez. O da bunu bilir; ama durduk yere tatsızlık çıkmasın, yüz göz olmayalım bir de diye her hal, bir iki adım geri çekilir. Ancak o zaman minnoş Rozi’yi sindiği köşeden çıkarıp kucağıma alabilirim…
Neyse ki kediler aleminin Saddam’ı, geçici bir süreliğine de olsa, üzerine doğru gelen küçük bir elmayla geri adım atmasını bilecek kadar akıllı. Bir de Ortadoğu’nun en şanlı diktatörlerinden olan Saddam Hüseyin var. Amerika 2003’teki Irak Savaşı sırasında ülkeyi terk etmesi için 48 saat süre verdiğinde, canını kurtarmak yerine direnmeyi, sonra ise sekiz ay boyunca oğullarının ve torununun öldürülüşünü seyrettiği kuytuda saklanmayı yeğliyor. Kötülük timsali. Halepçe katliamıyla, kitle imha silahlarının yönetiminin başına oğlunu getirmesiyle bilinen, Irak halkına neredeyse çeyrek asır boyunca zulmetmiş, Sünni, Kürt ve Şii halkı birbirine düşman etmiş diktatör. Öylesine gaddar ki, “Suçsuz birini öldürmek suçlu birinin yaşamasına izin vermekten daha iyidir” diyebiliyor. 1988 yılında Halepçe’de çoğu çocuk ve kadın binlerce Iraklı Kürt’ün ölümüne sebep olan kimyasal saldırıyı gerçekleştirmesinin ardından, dünyanın tepkisini ancak 1991’de Kuveyt’i işgal ettiğinde çekiyor. ABD öncülüğündeki koalisyon gücü Irak’ı bombalıyor. Dünya tarihinde televizyonlardan canlı izlenen bu ilk savaş sayesinde, bizler de yüzyılın son büyük diktatörlerinden birinin kötülüklerinden haberdar olabiliyoruz…
Kötüleri niteleyen genel bir sıfat olarak Saddam’ın bizim ailenin diline yerleşmesi de aynı günlere denk geliyor. İçinde göletler ve şelaleler bulunan bir sarayda yaşadığını öğreniyoruz. Hatta 'Türkiye Türklerindir' gazetesi, diktatörün sarayındaki seks alemlerini ve buradaki kadınlara nasıl tecavüz edildiğini ballandıra ballandıra anlatıyor. Diktatör, göreve gelir gelmez önce doğrudan kendisine bağlı güvenlik güçlerinden oluşan Cumhuriyet Muhafızlarını kuruyor. İktidarını sürdürmek için her şeyi yapıyor. Bazen acımasız, bazen ise şefkatli bir baba gibi davranıyor. Bir şeyler veriyor, ama karşılığını misliyle alıyor. Kendisine sadık olanları cömertçe ödüllendirirken düşmanlarını gazabından kimse koruyamıyor. Elbette devlet başkanlığı seçimlerinin düzenli yapılmasına önem veriyor. Yüzde yüz katılımlı seçimlerde oyların yüzde yüzünü alıyor. Sonuçta, felaketini sezmekten aciz bu diktatör, Bağdat’ın merkezini ele geçiren Amerikan askerlerini sevinç gösterileriyle karşılayan Irak halkının devirdiği heykeliyle birlikte yerle bir oluyor. Sonrası malum. Irak halkının yüzü, üzerinden geçen onca yıla rağmen hâlâ gülmüyor. Diktatörün ektiği düşmanlık tohumları hâlâ izlerini sürdürüyor.
Sanırım diktatörlerin en temel özelliklerinden biri, asla geri adım atmamaları. Bunu yenilgiyi kabullenmek anlamında söylemiyorum. Durup, geri çekilip, resme bir adım öteden bakmayı bilmiyorlar. Zulümlerinin sınırı yok bu yüzden. Özgürlükleri kısıtlamaya bir kez başladıklarında, her seferinde bir adım ileri gitmek, cendereyi bir boğum daha sıkıya almak ihtiyacı duyuyorlar. Biraz gevşetirlerse her şeyin tepetaklak gideceğinden, güçlerinin ve onu sürekli kılmak için bildikleri tek yol olan zulmün her bir zerresini yitirmekten ölesiye korkuyorlar. Daha fazlası için her şeyi yaptıkları iktidar tutkusu gözlerini öylesine köreltiyor ki, gittikleri yolun eninde sonunda kendi felaketlerini getireceğini göremiyorlar. Bir diktatör gördüğünüzde uzaktan, yüzüne bakın. Kibir, gurur ve zulme bulanmış bakışlarını belirsiz bir noktaya dikmiştir mutlaka. Teni, ölüme yakın insanlarda rastladığınız gibi solgun ve yeşilimsidir. Oysa kediler aleminin Saddam’ından feyz alıp bir adım geri çekilmeyi bilseler, bu onlara da iyi gelir.