'Sadık Bey': Anlatılan senin hikâyen
Pınar Kür yeni romanı Sadık Bey'de, günümüz dünyasının ikili ilişkilerinin anlamını, anlamsızlığını gösteriyor. İş ve aşk yaşamında olup bitenlerin nasıl biçimlendiğini anlatıyor.
Pınar Kür, yeni romanı Sadık Bey’de değişimi anlatır. Günümüz dünyasına bir bakış…Bir insanın yaşamından birkaç kesitle gerçekleştirir bunu da.
Sadık Bey, ellisini aşmış, bir tekstil şirketinin muhasebe bölümünde yöneticidir. Eşinden ayrılmış, yalnız yaşamaktadır.
Değişen zamanın sürüklenişi içende sıkışıp kalmışlığının yol arayışında karşısına çıkan sorunlarla iyice yolunu/yönünü yitiren biridir. Deyim yerindeyse kaybedendir. Onu bu kıyıya getiren de yaşadıklarıdır elbette. Hayata karşı tutumu, kişilik özellikleri, olamama/tutunamama hallerinin o hayatı iyice girdaba sokması…
Pınar Kür, bu düşüş/düşkünlük durumunu Sadık Bey’in çalıştığı şirketteki birtakım dalaverelerle kıyıya itilme öyküsünü eksen alarak anlatır.
Yer yer bir Çehov öyküsünü çağrıştıran Sadık Bey gerçekliğinde ülkenin sürüklendiği yozlaşmanın izlerini buluruz.
Ezik/sinik adam profiline denk düşen Sadık Bey’in hiçbir işte ve ilişkide tutunamama hali ise anlatının ironik yanını oluşturur. Öyle ki; Kür burada onun yaşamının hem bugününü hem geçmişini iç içe anlatırken o yaşama kırgınlığına da yer yer değinir.
Hayat bir aldanma/aldanış ve aldatmadır savının simgeleştiği Sadık Bey, gene saflığının kurbanıdır. Aşağılanıp sürüklendiği yerde trajedisini oluşturan her şeyden bir parça vardır.
İşte o parçaların anlatılıp bir bütüne, Sadık Bey gerçekliğine dönüşmesinde Pınar Kür’ün kurmacayı biçimleme ustalığı yatar. Gene de öykünün başlayan süren ve bir yere adım adım varan ritmindeki aksaklık, sanırım Sadık Bey’in halüsinasyonlarını anlatmada yatar.
İhanetin ve aşağılanmanın taşıdığı durumda kendi içindeki karanlığa sürüklenen insan hiçliğin kıyısına varmıştır artık. Geçmişiyle yüzleşmesinde karşısına çıkan “gençlik”/ “genç adam” imgesi ise onun bu sorgusunda kendisine ayna tutar. Anlatıcıyı gizemli/merak edici kılan bu figür, Sadık Bey’in kuşkularının/kaygılarının ürünüdür aslında.
İçimizden birinin anlatımında, yaşanan aldanışın bireyi nerelere taşıyabildiğini göstermesi bakımından öykünün kırılma noktasının ne olabileceğini ironik biçimde okura sunar anlatıcı.
Hem patronu hem çocukluk arkadaşı Ertuğrul’un onun başına ördüğü çorabın ne olduğundansa, ihanetin farklı hayatlarda nasıl biçimlenebildiğini göstermesi belki de anlatıyı daha ilginç kılmaktadır.
Bir insan ömründe sevgisizliği var edenlerin nerede/nasıl biçimlendiğini görmek hissetmek için siz de Sadık Bey’in gerçekliğine yürürsünüz adım adım.
Günümüzün dünyasında ikili ilişkilerin anlamını/anlamsızlığını gösteren yazar, iş ve aşk yaşamında olup bitenlerle bunların nasıl biçimlenegeldiğini de gösterir.
Sadık Bey figüründe zamanımızın insanını sinik bir “kahraman” yapan öğeleri bulsak da; onun ruhuna sinen, kişiliğini biçimleyen ortam/hayata dair izleri geri planda bırakarak anlatmayı yeğleyen Kür’ün bu öyküyü neden/niçin kurmak istediğini bize tam olarak anlatamaz.
Usta bir kurmacacıyı çekingen anlatıcı kılan nedir peki? Galiba bu “uzun öykü”yü okuyup sonladığınızda asıl bu türden sorularınıza dönüyor; Kür’ün neden bir Gogol ya da Çehov vari olabilecek öyküden uzaklaştığına hayıflanıyorsunuz. Sadık Bey’i “Sadık Bey” yapan ironik bakışın altındakileri gören/gösteren bakışın biraz daha derine inmesini istiyorsunuz yazarından. Topluma, yaşanan yozlaşma ve çürümenin izlerine şöyle bir değinip geçme yerine kara bir anlatıcı edasıyla acıtarak anlatmasını bekliyorsunuz.
Kendi payıma, Sadık Bey’i okurken, Pınar Kür’ü durduran, hatta öyküyü ansızın kestirenin ne olduğunu daha çok düşündüm.
Yazdığına ya da yorgunluğuna yenilen bir anlatıcı mı var karşımızda; yoksa kahramanının yenilgisine dokunmayan, orada kendi kuyusunda debelenmesinin yazgısına üzülerek bakan Pınar Kür, okuruna başka bir şey mi söylüyor diye düşünmekten alamıyordunuz kendinizi.
Ne yanıyla bakarsak bakalım Sadık Bey günümüzün edilgen bir “kahraman”ının öyküsü. Bir Peçorin mi? Elbette değil. Ki, bunun yanıtını da Kür, ustalıkla romanının satır aralarını sindirmiş: “senden roman çıkmaz/roman kahramanı olmaz” dedirtmeye getiriyor sözü bir yerde.
Sanırım romanımızın temel sorunu da bu. Bu toplumdan, insandan roman/roman kahramanı çıkar mı? Çıkarsa nasıl çıkar; romancının istediği biri, bir roman mı olur bu; yoksa toplumun var ettiği bir roman kahramanının anlatıldığı roman mı?
İşte burada, Sadık Bey’in tartışmayı bu noktaya getirebilecek bir dokuya sahip oluşunu daha çok önemsediğimi söylemeliyim.
Okuyun, siz de görün; bu toplumdan roman/roman kahramanı çıkar mı, diye de sorun kendinize.
Görülen hayat, yaşanan hayat bir de kurulan hayatlar var. Romancının anlatıcı bileşkesi de buradan çıkıp gelir. Romancı toplumun ne bir adım ilerisinde ne de gerisindedir, bence. Neyi nasıl yaşıyorsak gelip anlatılarımıza da o ölçüde ağıyor. Anlatıcının yaratıcılığı da işte o buz üstendeki çizgide nerede/nasıl durduğu, anlattığıyla ilgilidir biraz da. Romancının bakışı/bilinci, yaşam sorgusu da burada kendini var edebilen bir olgu.
Pınar Kür’e Sadık Bey’i bir “novel” olarak yazdıran duygu kadar, bunu yazma isteği/arzusu veren toplumun sürüklendiği yere de dönüp bakma fikrini bize taşıması da önemlidir bence. Bireyin ne durumda olduğunu görmeden toplumu anlamak daha da güçleşebiliyor. Belki de, bugün, Lermontov’un Zamanımızın Bir Kahramanı, Çehov’un Altı No’lu Koğuş anlatılarını önemseten de bu gerçekliktir. Bir anlatıcı kendi zamanının kahramanına nasıl bakar, ona dair neleri nasıl anlatır…
Sadık Bey’in öyküsünde bir de bunları düşünmenizi isterim sevgili okurum.