Polonya geçtiğimiz günlerde iki vesileyle uluslararası kamuoyunun gündemine geldi. Bunlardan ilki, Almanya’nın Hamburg kentinde gerçekleştirilen G20 zirvesi öncesinde ABD Başkanı D. Trump’ın Polonya’yı ziyaret etmeyi tercih etmesiydi. Trump’ın Varşova’da 15 bin kişiye hitaben bir konuşma yapması, Avrupa Birliği (AB) ile gerilimler yaşadığı günlerde iktidarda olan Hukuk ve Adalet Partisi (PiS) hükümetine açık uluslararası destek anlamına geliyor.
İkinci vesile ise, yürütmenin yargıyı ele geçirmesine ve denge ve denetleme mekanizmalarının ortadan kaldırılmasına yönelik yasa değişikliği girişimi idi. Yürütmenin yargıyı kapsayacak şekilde genişlemesi ve iktidarın merkezileştirilmesi, Türkiye’deki gelişmeleri de anımsatan bir örnek. Ancak Polonya ile Türkiye arasındaki benzerlikler bununla sınırlı değil.
Doğanın tahrip edilmesi, medya üzerindeki devlet baskısı, anti-entelektüelizm ve komplo teorilerinin yaygınlaşması, evrim teorisinin okul müfredatından dışlanması girişimi, kürtajın kısıtlanmasına yönelik çabalar ve nükleer santral kurma girişimi gibi gelişmeler hangi ülkede yaşanıyor diye sorulsa, yanıtlayan zorlanabilir. Zira bunlar hem Polonya’da hem de Türkiye’de var.
Bu kısa listedeki uygulamaların giderek daha fazla gündem haline gelmesi, ne Türkiye’ye ne de Polonya’ya özgü. “Yükselen sağ-popülizm” başlığı altında tartışılan hareketlerin bulunduğu ülkelerin pek çoğunda yaşanan ortak bir deneyim. Hatta bu listedekiler, deyim yerindeyse sağ-popülizmin el kitabı niteliğinde. Gelin Polonya’ya odaklanarak bunlara kısaca göz atalım.
DOĞANINM TAHRİP EDİLMESİ
Ekonomik büyüme için doğanın metalaştırılması kapitalizmin tipik bir özelliği. Diğer sağ popülizmler gibi, Polonya hükümeti de kapitalizmin bu özelliğini benimsiyor. Polonya sınırları içinde yer alan Avrupa’nın en eski ormanlarından birinde yapılan büyük ölçekli ağaç kesimi, AB’deki yargı kararlarına rağmen sürüyor. Polonya hükümeti bu geniş kapsamlı kesimlere devam edileceğini duyurdu.
YAŞAM TARZI DAYATMASI
Sağ popülizmler, tipik olarak muhafazakar ve dinsel ideolojilerden beslenir. Polonya’daki PiS hükümeti de koyu bir Katolik ideolojiden beslenerek farklı yaşam tarzlarını öteki ilan etmekte sakınca görmüyor. Bunun son örneği, “Polonya Woodstock Festivali” olarak bilinen önemli bir etkinliğin muhafazakâr PiS hükümeti tarafından “yüksek riskli” ilan edilmesi oldu.
NÜKLEER SANTRAL MERAKI
Nükleer santral, orta sıklet ülkeler tarafından, daha güçlü ülkeler kulübüne katılmak için gereken bir bilet olarak görülüyor. Benzer şekilde, Polonya Kalkınma Bakanlığı, Polonya’nın enerji sorununun çözümü için nükleer santral yapılmasına karar verildiğini, bunun için Fransa’dan bu teknolojinin satın alınabileceğini açıkladı.
EVRİM TEORİSİNİ MARJİNALLEŞTİRME
Dinsel ağırlıklı muhafazakar ideolojilerle bezeli sağ popülizmin en önemli özelliği entelektüalizm karşıtı olması. Bu bir yanıyla, Türkiye’de yakından deneyimlenen vasatın her alana hakim olması süreci olarak da anlaşılabilir. Bilimsel düşünce karşıtlığının en önemli yansıması ise evrim teorisi konusunda gündeme geliyor. Diğer sağ popülizmlerde olduğu gibi Polonya’da da evrim teorisi hedefte. Polonya Bilimler Akademisi’nin yeni önerisiyle evrim teorisinin okul müfredatındaki yerinin azaltılması ve marjinalleştirilmesi gündemde.
YARGININ MİLLİ İRADEYE TABİ KILINMASI
PiS lideri Jarosław Kaczyński’ye göre, mevcut denge ve kontrol mekanizmaları sayesinde ve liberal elit ile yabancıların Polonya’yı sömürme niyetleri nedeniyle Polonya’da herhangi bir ciddi reform yapmak imkânsızdır. Bu durumu, Türkiye’den aşina olduğumuz kavramlarla ifade edersek, vesayet sistemi ve Batılılar, ülkenin gerçek sahibi Polonya’nın öz evlatlarının iktidar olmasının önündeki en büyük engeldir. Bu nedenle yargının, yasama ve yürütme üzerindeki vesayetine son vermek için yargı millet iradesine tabi hale getirilmelidir. PiS hükümeti bu amaçla üç yasa değişikliğini parlamento çoğunluğu sayesinde geçirdi.
Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Jean–Claude Juncker, Polonya Cumhurbaşkanının bu tartışmalı yasaları onaylaması sürecinde bir açıklama yaparak, yargı bağımsızlığının ortadan kaldırılması durumunda Lizbon anlaşmasının 7. maddesinin işletilebileceği söyledi. Yani Polonya’yı AB’deki oy hakkının elinden alınmasıyla tehdit etti. Polonya’daki hükümet yetkilileri ise Komisyon’un bu açıklamasını Polonya’nın iç işlerine karışmak olarak değerlendirerek bu girişimi bir şantaj olarak gördüklerini belirtti. Sonuçta bu üç yasadan ikisi cumhurbaşkanı tarafından reddedilse de kabul edilen üçüncüsü, orta vadede yürütmenin yargıyı ele geçirmesi için yeterli.
POLONYA VE YÜKSELEN SAĞ POPÜLİZM
Polonya, 1989 sonrası, IMF ve Dünya Bankası tarafından desteklenen Şok Terapi programı ile neoliberalizme sert bir geçiş yaptı (1). Avrupa Birliği’ne giriş ise, Polonya’daki ekonomi politikalarının sabitlenmesiyle sonuçlandı. 2004 sonrası Polonya’da da ekonomi ile siyasetin ayrıştırılması ve ekonominin apolitikleştirilerek teknokratlara bırakılması süreci hayata geçti.
Ancak, uluslararası kurumlar tarafından eski Sovyet coğrafyasında en iyi performans gösteren ekonomi olarak gösterilen Polonya’da işler düşünüldüğü gibi ilerlemedi. Sert neoliberal program ile piyasa ekonomisiyle tanışan Polonya’da bu program giderek daha fazla hoşnutsuzluk üretmeye başladı. Bu noktada, neoliberal politkalardan sapmadan, bunların yarattığı hoşnutsuzlukları törpülemek için sosyal yardım mekanizmalarının devreye sokulması gibi tipik yeni-popülist uygulamalar hayata geçirildi.
Özellikle çocuklu ailelere yapılan yardımlar, bu programın önemli bir parçasını oluşturuyordu. Sonuçla, sorunları yaratan ekonomik modele dokunmadan, bu modelin işleyişi sonucunda ortaya çıkan hoşnutsuzlukların muhafazakar iktidarı pekiştirecek şekilde telafi edilmesine dayanan neoliberal popülist model Polonya’da hayata geçti.
***
Bu kısa değerlendirmeden yola çıkarak iddialı genellemelere varmak istemem. Ancak sağ popülizmin yükselişinin yaşandığı coğrafyalara baktığımızda, genellikle iki faktörün karşımıza çıktığını rahatlıkla söyleyebiliriz: (i) bu yükselişin öncesinde uygulanan neoliberal reformların yarattığı öfke, (ii) bu öfkeyi kapsayabilecek bir sol alternatifin yokluğu.
Kısacası, sağ popülizm, kapitalizmin 1970’lerde girdiği krizden çıkış için uygulanan neoliberal politikaların yarattığı bir canavar. Şimdi dünya genelinde müesses nizamlar ve liberal merkez siyasetler, bu canavarla boğuşmaya çalışıyorlar. Tıpkı 1930’lardaki gibi!
1) İlgilenenler, Polonya örneğinde neoliberal popülizmin gelişimini inceleyen yakın tarihli şu makaleye bakabilir: Stuart Shields, (2015) “Neoliberalism Redux: Poland’s Recombinant Populism and Its Alternatives”, Critical Sociology, 41(4-5).