Cumhurbaşkanı’nın bazı bakanlar ve danışmanlarıyla basketbol oynadığı görüntüler, tam olarak Erdoğan’ın Amerika ziyareti sonrasında, sağlığı ile ilgili iddialara yabancı basında yer verildiği günlerin ertesine rast geldi. İletişim Başkanlığı tarafından da paylaşılan görüntüler, belli ki haftada üç gün spor yaptığını belirten Cumhurbaşkanı’nın sağlığının gayet yerinde olduğunu kanıtlamayı hedefliyordu. Ancak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın sağlığı ile ilgili söylentileri gündemde tutmaya kararlı görünüyor. Geçtiğimiz hafta iki kez Cumhurbaşkanı’nın sağlığından şüphe duyduğuna dair açıklamada bulundu. Birincisinde, Erdoğan’ın AKP grup toplantısında Kılıçdaroğlu’nun “gerekirse Anayasanın ilk dört maddesini de değiştiririz” dediği yönündeki iddialarına yanıt verirken "Erdoğan bu sözleri benim söylediğimi zannediyor" diyerek bir sağlık kuruluşundan sağlık raporu alması gerektiğini belirtti. İkincisinde ise partisinin Adana’daki genişletilmiş il danışma kurulu toplantısında kendisini SSK’yı batırmakla ve beceriksizlikle suçlayan Erdoğan’a, "çok tekrar ediyorsun bu aralar kendini, sahi iyi misin?" diye soruyordu.
Bir devlet başkanının sağlığı, elbette siyaset bakımından konuşulması gereken bir konu. Daha önce Ecevit’in hastalığı zamanında hem dış basında hem de içeride sıkça ele alınan meselelerden biri olarak karşımıza çıkmaktaydı. Ancak bu soruyu gündelik siyasete alet etmekle sağlamayı umduğu kazanç, hem kısa süreli hem de muhalefeti bir kez daha atalete, iktidarın sonunun kendi kendine gelmesini beklemeye sevk etme ihtimali nedeniyle şüpheli.
Oysa bugünlerde muhalefetin yapması gereken “sahi iyi misiniz?” sorusunu iktidara değil de bizlere yöneltmesi. Güçlendirilmiş, iyileştirilmiş hatta mükemmelleştirilmiş parlamenter sistemin nasıl olması gerektiği üzerine uzun uzun toplanıp sayfalar dolusu raporlar hazırlayan partiler kağıt üzerinde uzlaştıkları bu “en iyi” sistemi hep birlikte inşa ettiklerinde, biz yurttaşlar iyi olacak mıyız?
Dün 10 Ekim katliamının altıncı yıldönümüydü. Önceki yıllarda olduğu gibi, bir kez daha polis katliamda öldürülen 103 kişiyi anmak üzere Ankara Garı’nda bir araya gelmek isteyenlere engel oldu. Aralarında arkadaşımız, Gazete Duvar yazarı Dinçer Demirkent’in de olduğu 22 kişi gözaltına alındıktan sonra akşam saatlerinde serbest bırakıldı. 6 yıl önce, Türkiye’nin her yerinden, barışa ve bir arada yaşamaya inanan binlerce insanın bir araya geldiği mitingde canlı bombalar patladığında dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu kokteyl terör örgütü fikrini atmıştı. Eylemi DHKPC, IŞİD, PKK ya da hepsinin bir arada yapmış olabileceğinden söz ediyordu. Birkaç gün sonrasında, ellerinde IŞİD militanlarının, böyle bir intihar eylemi yapabilecek olanların listesinin bulunduğunu, ancak Türkiye bir hukuk devleti olduğu için böyle bir eylem yapmadan tutuklayamayacaklarını ilan etti. Katliamdan 9 gün sonra verdiği röportajda Ankara’daki terör saldırısı sonrasında yaptırdıkları ankette AKP’nin oylarının arttığını söylüyordu.
Öncesinde, temmuz ayında Suruç’ta Kobani’deki çocuklara oyuncak götürmek için bir araya gelen gençler, yine IŞİD militanlarınca katledilmişti. Bu militanların nasıl örgütlendiği, eylemleri adım adım nasıl gerçekleştirdikleri dava süreçlerinde açığa çıktı. Ancak bu saldırıların polisin, istihbaratçıların gözü önünde nasıl böyle kolayca yapılabildiği sorusu hep yanıtsız kaldı. En son, Anayasa Mahkemesi 33 gencin öldürüldüğü katliama dair “yaşam hakkı ihlali yoktur” kararını açıkladı. Güvenlik güçlerinin herhangi bir ihmalkârlığı tespit edilememişti. Kararın gerekçesinde gençlerin “bir terör örgütünün gençlik yapılanması üyeleri olduğunun iddia edildiği” yazıyordu. İntihar bombacılarına “Türkiye bir hukuk devleti olduğu için patlatmadan yakalayamıyoruz” diyen devlet aklı, sırf hukuk devletine zeval gelmesin diye yakalamadığı intihar bombacılarının katlettiği 33 gencin terör örgütü üyesi olduğu “söylentisine” karar gerekçesinde yer vermekte bir zeval görmüyordu.
Geçtiğimiz hafta, geçmişiyle hiç yüzleşmemiş, sadece kendisinin iktidardan düşürüldüğü dönemi yermekle yetinmiş Davutoğlu’nun genel başkanı olduğu Gelecek Partisi, CHP, İYİ Parti, DEVA, Saadet Partisi ve Demokrat Parti TBMM’de bir araya gelerek güçlendirilmiş parlamenter sistemin on temel ilkesi üzerine uzlaşmaya vardı. Halk Tv’den Fikret Bila’ya göre partilerin üzerinde uzlaştığı maddeler arasında yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı, özgür medya, siyasi ahlak yasası, şeffaf yönetim gibi ilkeler de yer alıyordu. Böylece, AK Parti iktidarı değiştiğinde, parlamenter sistemi yeniden ve güçlendirilmiş biçimde inşa etme yolunda işbirliği yapacaklarını deklare eden bu partiler, bir kez daha bizim için en iyisine karar verdiler. Bize “iyi misiniz” diye sormadan, sorunun sadece Erdoğan iktidarı ve bunu mümkün kılan başkanlık rejimi kaldırıldığında halledilebileceğini, öz hakiki en iyi parlamenter sistemi inşa ettiklerinde bizlerin de artık iyi olacağını varsayarak…
Oysa adına karar aldıkları bizler böyle “hiç iyi değiliz”. Bizler ne partiler arası oy geçişi hesaplarına konu olan rakamlarız, ne kamuoyu araştırmacılarının gri bölgeleriyiz, ne kuşaklara ayırdıkları yaşların standart sapmalarıyız. Bizler ölmek, öldürülmek, ölenlerin ardından gözyaşları dökmek istemeyen, insanca ve insanlık onuruna yakışır biçimde, özgür ve barış içinde yaşamak isteyen yurttaşlarız. Belki o masaların etrafında oturanların bizlere yöneltmekten imtina ettiği soruyu birbirimize sorarak başlayabiliriz değiştirmeye: Sahi, siz iyi misiniz?