Çocukluğum Çanakkale – Edremit hattında geçti. Körfez’in havasını soludum, suyunu içtim. Bu yazıyı Akçay’dan yazıyorum, Kaz Dağlarının eteğinden; çocukluğumun geçtiği topraklarda, çocukluğumu düşünerek…
Müzik dinlemeyi hep çok sevdim. O dönem sevdiğim şarkılardan biri, “öpülesi elleri, şirin tatlı dilleri” olan öğretmenleri anlatırdı. Annem öğretmendi, onun için yazıldığını düşünürdüm; ayrıntılarını sonradan öğrendim. 1978 tarihli bir Ali Rıza Binboğa plağıydı bu. Döndürmeye başladığımızda, karşımıza bir sınıf mizanseni çıkardı: Öğretmen, gürültücü çocukları susturur ve “andımız” okunmaya başlar. Sonrasında alfabenin harflerini sayan çocuk seslerinin üzerine Binboğa’nın şu sözlerini duyarız: “Bir harf için kırk yıl köle olunuyorsa / Yirmi dokuz kere kırk yıl kölesiyiz öğretmenin…” Her dinleyişimde annemle gurur duyardım. Harfleri henüz bilmiyordum; kısa süre sonra alfabeyi öğrenecektim.
Ortaokul yıllarımda TRT’de yayımlanan bir klibi unutmam mümkün değil: Üzerlerine harfler yazılı tişörtler giymiş çocuklar, “a b c / a b c / a b c ç d e f…” diyerek zıplar, arkadaki beyazlı “abiler” eğlenceli bir şarkı söylerdi: “Okula gidiyorsun / Okumayı öğrenmeye / Okula gidiyorsun / Yazmayı öğrenmeye // Önce kelimeler / Sonra hikâyeler / Önce kelimeler / Sonra gazeteler…” Marşandiz’in “ABC” adlı şarkısıydı bu ve ben o yıllarda kelimelerle hasbihale başlamış bir insan olarak buna bayılırdım.
Lise yıllarımda piyasaya çıkan bir plakta, alfabenin baştan sona sayıldığı bir şarkıyla karşılaştım: 1986 tarihli Barış Manço plağı “Değmesin Yağlıboya”. Plağın açılışındaki şarkının adı, “S.O.S Aman Hocam”dı ve sadece alfabeyi saymakla kalmaz, hipotenüsten, Aristo mantığından, aminoasitlerden, Öklid ve Pisagor’dan söz ederdi. Şarkının bir yerinde duyulan “kulağımda hocanın altın sözleri” dizesine bayılırdım.
YAZILARINI BAŞUCUMDA TUTTUM
Yazı yazmaya lisede başladım. Bu şarkıyı dinlediğim günlerde yani. İlk yazılarım, okul gazetesinde yayımlandı. Hevesimi artırdığım, yazılarımı ortalığa çıkarttığım yıllarda, takıldığım yerde hep aynı kitabın sayfalarını çevirirdim: Metis Yayınları’nca basılan mavi kapaklı “Türkçe Sorunları Kılavuzu” (2000). İtiraf etmeliyim ki Necmiye Alpay adını o kitapla duydum. Sonrasında hep takip ettim. Radikal’e yazdığı yazıları başucumda tuttum ve ondan çok şey öğrendim. Sadece kelimelere bakışı ve dili kurgulayışı değil, hayata dair anlattıkları da önemliydi.
“Barış” kelimesinin kökenini ondan öğrendim mesela. 28 Ağustos 2008 tarihli Radikal yazısında, Andreas Tietze’nin “Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lügatı”nda –ki e harfine kadar gelebilmiştir, yazık ki tamamlanamamıştır– “barışmak” kelimesinin “bar” kökünden türediğini ve “birbirine gitmek” ya da “birbirinin gerçekliğine varmak” mânâsına gelen bir işteş fiil olduğunu yazar. Bu yazıya dikkatimi çeken Göksu, Zemahşerî tarafından yazılan, Harezm Türkçesinin şahikâsı Mukaddimetü'l-Edeb'te “barış” sözcüğünün "birlikte gitmek" anlamında kullanıldığını da bana gösterdi. “Barış”, bu bilgilerle yeni bir anlam kazandı.
Çocukluğumda sevdiğim şarkıcının adıydı Barış. İlk orada duydum. Okulda, savaşın karşısına koydular onu ve “barış için savaş” kavramını öğrettiler bize: Savaş olmadan barış olmazdı, ezber buydu. Ezberimi, okuduğum kitaplar bozdu. Necmiye Alpay’ın anlattıkları, buna yeni bir boyut kattı.
1 Eylül, Dünya Barış Günü olarak kutlanır. Necmiye Alpay, bugünü “içeride” geçirdi. Barış istediği için. Duyduğum en saçma haberlerden biriydi bu: “Necmiye Alpay tutuklandı” cümlesini hâlâ anlamlandıramıyorum. Dil üzerine kalem oynatan birinin “terörist” olduğu gerekçesiyle tutuklanmasını içime sindiremiyorum. Tıpkı Aslı Erdoğan’ın tutuklanması gibi. Aralarında Murat Uyurkulak’ın da olduğu yazarların ifadeye çağrılması da algı sınırımı aşıyor. Barış isteyen insanların cezalandırıldığı bir ülkede, Dünya Barış Günü ertesinde hissiyatım bu.
BİR TEK BURADA ANLAM KAZANAN KELİME
Necmiye Alpay, Balıkesir doğumlu. Ankara ve Paris’te okumuş. Dil denince akla gelen ilk isimlerden… Sadece barış değil, şiirden de söz ediyor yazılarında –ki ikisini birbirinden ayrı tutmak çok da mümkün değil.
Ali Rıza Binboğa ile açtım yazıyı, onu tanımamıza vesile olan plağı döndürerek bitireyim. 1975 tarihli “Yarın”, şu dörtlükle başlar: “Özgürlük ve barış / Tüm insanların / Özlemi olacak / Yarınlarda…” İfadedeki çelişkiye takılmayın, özgürlük ve barışa özlem duymayacağımız günlerin özlemiyle yazılmış bir şarkı aslında bu. Yıllardır uğruna savaştığımız durumu anlatıyor yani. Evet, “savaş” kelimesi, bir tek burada anlam kazanıyor –ki kullanmamayı her zaman tercih etmişimdir.
Bugün 4 Eylül. İki gün sonra, 6 Eylül'de, Balıkesir’in "kurtuluş"u kutlanacak. Nüfusa kayıtlı olduğum yer burası, “memleketim” yani. Necmiye Alpay’ın da doğduğu yer. Gönül isterdi ki, bu yazıda onun adını sadece dille alakalı bir vesile ile anayım… Olmadı. Barış diyenin özgürlüğünü dile getirdiğim bir yazı oldu bu. Mânâsızca. Kaç gündür aklımda olan soruyu, bir kere daha dillendireyim: Sahi, o neden içeride?