Şahin Altuner: Şiirin aynası

Şahin Altuner, geçmişi olmayanlar neyin eksik olduğunu bilmezler, ama bilseler iyi olur dercesine “Geçmiş Gibi Eksik” olanı anlatmaya girişmiş. İyi de etmiş. Şiir kazanmış. “Derdi çoktur hangisini sayalım” diyebileceğimiz coğrafyaya ait mağdurun ve tanığın sesini şiire kazandırmış

Abone ol

DUVAR - Modern Türkçe şiirde ses sorunuyla ilgili dikkat çekici ilk çıkış Nâzım Hikmet’ten gelir. Usta şair şiirdeki değişimin sesi de içermesi gerektiğine ilişkin görüş ve düşüncelerine “Orkestra” şiirinde yer verir. “Sana,/üç telinde üç sıska bülbül öten/üç telli saz/yaramaz!” der. Daha sonra şiirin İkinci Yeni’nin büyük dalgasıyla girdiği yenilenme sürecinde, “mısra işlevini yitirdi” iddiasını getirdiği ve şiirde ölçü konusunu işlediği “Tek Sesli Şiirden Çoksesli Şiire” başlıklı yazısında Edip Cansever dolaylı olarak değinir. “Mısra işlevini yitirdi; şiiri şiir yapan bir birim olarak yürürlükten kalktı. Eski rahatlığını, o sessiz, kıpırtısız düzenindeki rahatlığını boşuna arıyor şimdi. Öfkelerin, bunlukların, başkaldırmaların dışında kendini yineliyor daha çok. Ne denli güçlü görünürse görünsün, duygularımızı, gerilimlerimizi, düşünce coşkularımızı başlatıcı öğe, bir ölçü olmaktan çoktan çıktı. İnsanı, insanla gelen en çağdaş sorunları karşılayamaz oldu. Öylesine durallaştı ki, onca bir sözcük yılı da uzak kaldı bize. Öyleyse şiiri okumalı, şiiri, usla biriktirmeli artık; mısra ile değil. Diyeceğim, ille de bir ölçü gerekliyse bu, düşünsel-ussal bir ölçü olmalı. Tek sesli şiirden, çok sesli bir şiire yönelişteki en kapsamlı ölçü de budur sanırım.” Şiirin sesi konusuyla ilgili tartışmada zaman içinde “çokseslilik” tezi kabul edilmiş görünüyor. Modern şiirin çok katmanlı, çok kişili yapısı sesini de çoksesli hale getirir. Ancak şiirde ses sorununu, yapının, metnin sesi diyebileceğimiz art alandaki sesle birlikte düşünmek ve irdelemek gerekir.

SES, İMGE KADAR ÖNEMLİDİR

Bu anlamıyla yapıtın sesi, şiirde imge kadar önemli bir birimdir. Sözcüklerden, imgelerden, dizelerden, betiklerden, en nihayetinde şiirden, şiirin yapısından, şiir kitabından yükselen sese, art alandaki kuşatıcı kapsayıcı sese kulak vermek okumaya yeni boyutlar kazandırır. Şiirin, şiir yapıtının art alanında zamanın ve toplumun, değişik toplum kesitlerinin sesi yer alır. Bu tez toplumla, çağıyla ilişkisiz, etkileşim içinde değilmiş gibi görünen şiirler, yapıtlar için de geçerlidir. Genelleştirerek bakıldığında şiirin, metnin sesinin toplumun şarkısı olarak var olduğunu görmek de mümkün. Örneğin Nâzım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları” ya da Edip Cansever’in “Ben Ruhi Bey Nasılım” kitabının sesi üzerinde düşünelim. Belki de kitapların, yapının, metnin sesine kulak verdiğimizde bize, daha önce hiç duymadığımız şeyler söylediğini fark edeceğiz. Denemeye değmez mi? İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra itiraz eden, eleştiren bir kuşağın yerleşik olanla çatıştığı, kısaca “altmış sekiz” olarak anılan ve tüm dünyayı etkileyen başkaldırının ellinci yıl dönümündeyiz. Dünyayı sarsan “altmış sekiz”in başkaldırı sürecinde yaşananların değeri, üstünden yıllar geçtikçe daha da arttı. Bu dönemin devrimci düşünce ve eylemleri birçok yönüyle efsaneleşti.

“Altmış sekiz”in bugüne kalan mirası içerisinde sloganları, duvar yazıları, dahası şiiri sokağa taşıyan dili de önemli bir yer tutuyor. O sloganların, duvar yazılarının, sokağa taşınan şiirlerin, dizelerin belleklere kazınan, dile getirdiği duygu ve düşüncelerin büyük bir bölümü bugün de geçerliliğini korumakta. “Gerçekçi ol imkânsızı iste”, “Hayal gücü eksik olanlar neyin eksik olduğunu hayal edemez”, “Koş yoldaş arkanda eski dünya var” gibi daha birçok örnek gösterilebilir… “Her şey siyasidir” de “altmış sekiz”in meşhur sloganlarından. Başlangıçta duyan, okuyan için yadırgatıcı gelse de gerçekliğin somutlanışı ve ifadesi bakımından son derece önemli bir slogan “Her şey siyasidir”. “Altmış sekiz”in ruhunu oluşturan isyan dilinin şiirselliğini de yeri gelmişken vurgulamadan geçmeyelim. Sözünü ettiğimiz sloganın tezini hareket noktası yaparak sözü şiire getirelim. Şiirde de her şeyin insanla, toplumla, hayatla, doğayla ilgili, ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Şiirin ne olduğu sorusu önemli bir sorudur. Ancak yanıtlandıkça anlamını genişleten, karşılığını eksik bırakan bir soru olduğunu da söylemek gerek. O nedenle şiirin ne olduğunun karşılığı (son derece normal olarak) değişkendir. Zorunlu durumlar için tanımlamaya yardımcı olması yönünden bazı ipuçlarından hareket edilebilir. Şiirin yaratı, üretim süreci yönünden kişisel olmasına karşın yapıt olarak toplumsal bir nitelik taşıdığı görüşünü de önemli bir ipucu olarak değerlendirebiliriz. Şair şiirini kişisel bir etkinlikle kurar.

Şair Şahin Altuner

Ancak süreç tamamlanıp şiir okunacak duruma geldiğinde, şairin şiirdeki şahsiliği toplumsallık karşısında büyük ölçüde geçerliliğini yitirir. Şairin söyledikleriyle şiir okurunun algıladığı şiiri ve sözünü yeniden üretir. Bu yönüyle de şiir toplumsal bir boyut kazanır. Şair şiirini, dil içinde dil olarak oluşturur ama dil de toplumsal bir varlıktır. Şiir nesnesi bu varlıktır. Şiirin toplumsallığını anlamak için bu basit açıklamayı da kılavuz edinebiliriz. Şiirde şahsiliği yansıtan en önemli birim imge olarak görünür. Ama imgenin dilsel temsili de şahsiliğin sınırlarını kaldırır, boyutunu değiştirir. Şahsi dil, toplumsal dilin baskısıyla karşı karşıya kaldığında büyük ölçüde daha büyük olan yapıya, yani toplumsal dile eklemlenir. Şiirlerin zaman içindeki yolculuğuna bakarak durumu daha iyi anlayabiliriz. Şiirde de anlamlandırma, dilin büyük sistemi içerisinde gerçekleşir. Şiir dilinde şahsiliğin izi, sözcüklerin seçimi başta olmak üzere biçim ve biçemsellik üzerinden sürülebilir. Oysa sözcük seçimindeki şahsi kararın da ne kadarının bilinçli gerçekleştiği üzerinde düşünmeye değer.

Bu bağlamda, şiir dilinin esriklik içerdiğine ilişkin görüşleri de yabana atmamak gerek. Toplumsal dilin içinde şahsileşerek özerk alan oluşturan şiir dili, özellikle dolaşım sürecinde ve zaman içinde yeniden nesnesine, toplumsal dil sistemine eklemlenir. Ece Ayhan’a ait meşhur “geçer sokaktan bakışsız bir kedi kara” dizesindeki “bakışsız kedi kara” ibaresi İkinci Yeni’nin başlangıç yıllarında anlamsız ve saçma olarak değerlendirilir Bugünse artık bu ifadeyi şiir okurlarının anlamsız ve de saçma bulacak şiir okuru kalmamıştır. Az çok bir anlam çıkarabilir. Dilin büyük sistemi içinde toplumsal olandan şahsi olana ve yeniden toplumsal olana doğru yinelenen bir döngü söz konusudur. Toplumsal dille ilişkisinde şiirin bozucu ve kurucu bir rol oynadığını, şiir dilinin uzlaşmayı bozarak, sistemle çatışarak oluştuğunu görürüz. Kaldı ki genel olarak dillerin döngüsü de şiirin bozuca müdahalelerine, çatışmasına uygun olarak işler. Bu işleyiş şiirin özellikle değişim, gelişim sürecini tamamlamamış dillerde neden daha devingen olduğunu anlamamızı sağlayabilir.

Özet olarak diyoruz ki şiir hayattır ve toplumsaldır. Etkileşim önemlidir. Şairin şahsiliği şiirde bir yere kadardır. Şunu da ekleyelim: Şiirin belli başlı kurucu birimlerinden biri ses diğeri de dildir. Bunlar aynı zamanda şairin şahsiliğini sağlayan öğelerdir. Ancak bu iki birim de şiirde şairin sonuna kadar şahsi kalmasını sağlamaz. Dolayısıyla şairin de, şiirin de şahsiliği toplumsal etkileşim karşısında bir yere kadardır. Şairin aynası olan diline ve sesine hayatın ve toplumsal ilişkilerin, etkileşimlerin tüm yönleriyle yansıması kaçınılmazdır. Doğal olarak şiirin aynası da bunları yansıtır. Artık sözü ikinci baskısı Nisan 2018’de yapılan bir kitaba getireceğim. Kitabın kargodaki dağıtım sorunları nedeniyle ne yazık ki elime gecikerek ulaştığını belirteyim öncelikle.

Şahin Altuner’in “Geçmiş Gibi Eksik” adlı kitabı daha önce 2016’da yılında Yasakmeyve yayınlarından çıkmış. Kitap Altuner’in ilk ve tek yapıtı. Kitabın 2.baskısı Hayal Yayınları'ndan çıkmış. Şahin Altuner, şiir okurunun daha önce şiirlerini yayımladığı Yasakmeyve, Yokuş Yola, Har gibi dergilerden tanıdığı ve bildiği bir isim. “Geçmiş Gibi Eksik’’, Altuner’in “Babam Mücahit Altuner’in ve kayıp kuşağımın kahramanlarının aziz hatıralarına, mazlumların avukatları adına Sn. Tahir Elçi’ye” ithafıyla başlıyor. İki bölümden oluşan kitabın ilk bölüm başlığı “Zamanla Kalan”. Bu bölümde de Turgut Uyar’dan yapılan alıntı dikkat çekiyor.

Geçmiş Gibi Eksik, Şahin Altuner, 64 syf., Hayal Yayınları, 2018.

GEÇMİŞ GİBİ EKSİK BİZE NE SÖYLÜYOR?

“Söyle ben şimdi saçlarımı kessem ne olur / çünkü bir başkaldırma ancak saçlarından tutulur”. Yeri gelmişken değinelim. Ne diyordu Gülten Akın: “Kestim kara saçlarımı”. Turgut Uyar’ın dizeleri, Gülten Akın’ın söylediğini de içerecek biçimde genişleterek kuruyor şiirsel sözünü. Birinin sözünü diğeri tamamlıyor adeta. “Kestim kara saçlarımı”, “çünkü bir başkaldırma ancak saçlarından tutulur”. Altuner’in kitabına dönüp okumaya “Geçmiş Gibi Eksik” ismi üzerinde düşünerek başladım. Turgay Kantürk’ün ilk kitabının ismini hatırlattı. Onun adı da “İlk Gibi Son”du. Sorular sorarak düşünmeyi tercih ederim. İlk sorum, acaba “Geçmiş Gibi Eksik” ismi bize, şiir okuruna neler söylüyor ya da söylemek istiyor oldu. Her sözcüğün ayrı ayrı ve birlikte oluşturduğu anlam ve çağrışımları sıraladım. İçlerinden düşünmeme en çok yardımcı olacak gibi görüneni kılavuz seçtim ve söylediklerine kulak kesildim. Kılavuzum dedi ki yaşantının tek somut gerçekliği deneyimleri, birikimleriyle yaşanan, yaşanmış olandır. Yaşam sürüyorsa yaşanmış, yaşayan için eksik kaldığı, tamamlanmayan bir şeyler olduğu içindir...

Yaşanmışla ilgili eksiklik algısı umut vaadine de kaynaklık eder. Geçmiş yaşamların deneyimlerinden, birikimlerinden yansıyan eksiklik hissi, düşüncesi geleceğe dönük beklentinin ortaya çıkmasına öncülük eder. Geçmiş eksikse gelecekle de işimiz bitmemiş demektir. O zaman yaşamla da işimiz bitmemiş demektir. Bu aynı zamanda vaat olarak oluşan umudun nedenidir. Şahin Altuner kitabın “Üşümek” başlıklı ilk şiirinde sözünü “yalnızlığa” dikkat çekerek tamamlıyor. İlk şiirin yalnızlığa vurgu yaparak sona ermesini bir tercih ve kitabın sorunsalıyla ilgili olarak okuyup yorumlayabiliriz. Ayrıca bu tutumu kitap boyunca şiirlerde kimin, kiminle ne konuşacağını sezdirmeye yönelik olarak da düşünebiliriz. Söz konusu dizeleri birlikte okuyalım:

kendine gömülen sokak

yalnızlığı size anlatacak

anne, şehir ve yağmurlar

Altuner bir sonraki şiiri “Kan Kaybı”nda, “beni anlamayın” diye uyarıyor. Bu uyarı kim için peki? Şiirin ilgili bölümü şöyle:

beni anlamayın lütfen

keder kalacaksa böğrümde

ben unuturum, sokaklar hepimizi hatırlar nasılsa

-yüreğinizdeki oku çıkarmayı deneyin-

“Geçmiş Gibi Eksik”in ilk bölümünde “yalnızlık”tan başka “aşk”, “ayrılık”, “yas”, “keder” gibi duygularla ilgili şiirlere de yer veriliyor. Kürt coğrafyasında yaşayan birinin bu duygularla yoğun etkileşimi hiç de şaşırtıcı değil. Bu bölümdeki şiirlerde asıl dikkat çekense kişisel duygu ve düşüncelerin toplumsallıkla bağının gözetilerek dile getirilmesi. “Eksiklik” başlıklı şiirden altını çizdiğim dizeleri aktarıyorum:

zamana özenen o gecikmişlikle

ve biriken telaşıyla otogarların

sarılıyorum bir kâtibin taş kalbine

Kitabın ilk bölümünde yer alan ve dikkatimizi çeken bir başka şiir “İncir Ağacı”. Şiirin özellikle şu bölümü birçok açıdan düşünülmeye ve yorumlanmaya değer. Hem de Altuner’in ses tonunun, bu bölümdeki şiirlerde neden daha çok yaslı ve kırgın olduğu sorusuna da karşılık olabilir:

dilim eski bir kuyu, ruhum incir ağacı

ay ışığında durmuşum sanki

sıvasız duvar örülmüş kendiliğinden

Şahin Altuner, şiirlerinde “yarasını dostuna gösterir gibi” dertleşiyor. O konuşurken şahsi olan her şey toplumsallaşıyor. Şiirin arka planından duyulan ya da kitabın duyurduğu ses daha yakına geliyor. Belki de okuyucuyu o sese, o sesin işaret ettiği soruna götürüyor demek gerek. Altuner’in de amacının bu olduğunu söyleyebiliriz. Ama şiirin imkânlarını gözeterek yapıyor bunu. Şahin Altuner yaşamını sürdürdüğü coğrafyayı kader olduğu kadar keder de edinmiş. Onun kitabının, metninin sesi Kürt coğrafyasındaki yaşamın, yaşananların da sesi. Bu defa alıntıladığım betik “Bakiye” başlıklı şiirden olacak:

“göğe açılan kapılarda çoğalır belki size söylesem

var mı ki kulağınızda duymanın cesareti, işte birileri

daha öldü siz yaşarken, biliyorum

kâğıtlara sığmıyor o çocukların cesedi”

KÜRT COĞRAFYASININ ÇOCUKLARI 

Altuner’in şiirlerinde çocuklardan çokça söz etmiş olmasının da altını çizmek gerekir. Bunu iki nedene bağlayarak açıklayabiliriz sanırım. Birincisi; Altuner Diyarbakır’da yaşıyor.  Biliyoruz ki son yıllarda Diyarbakır da dahil, Kürt coğrafyasında çok sayıda çocuk katledildi. Uyudukları odada polis aracıyla ezilen çocuklar oldu. İkincisi; savaşın, kıyımın, yıkımın hüküm sürdüğü şehirlerde her şeye karşın yaşamı savunmanın ve sürdürmenin zorluğunu aşmak gerekir. Onun için gerekenlerden biri de umuttur. Belli ki Altuner umudun kaynağı olarak çocukları görüyor. Çünkü çocuklarda geleceği görüyor. Bu doğrultuda kişisel ve toplumsal olarak gereksinim duyulanı saptıyor ve dile getiriyor. Ancak kolay değil acının ve ağıtların hüküm sürdüğü coğrafyada umuttan söz etmek. Ama şiirin işi imkânsız olanla değil mi? İşte Roboski’de katledilen köylülerle ilgili “Ölüm Hangi Rakamı Sever” başlıklı şiirden bir bölüm:

bahar gelecek ve

dereler çıldıracak yeniden ülkemin

suçsuzluğuna

roboski, dağlarına hiç küsmeyecek

DIŞA DÖNEN ŞİİRLER

Kitabın ilk bölümünde Altuner’in daha çok dışarıya, çevrede olup bitene dönük olan bakışı ikinci bölümde içeriye yöneliyor. Bölüme adını veren “Ruh Analizi” başlıklı yirmi altı bölümden oluşan şiirde biçemdeki değişim de dikkat çekiyor. Buraya döneriz, ama öncelikle Rene Char’dan yapılan alıntının, aslında bu bölümde yer alan şiirlerle ilgili her şeyi açıkladığını düşündüğümüzü belirtelim. Rene Char’ın dizesi şöyle: “Mutlu bir batık gibi dibinde yaşıyorum onun.” Yirmi altı bölümlük şiirde “mutlu bir batık” olarak konuşmak istiyor şair. Daha önce bir başka şiirde de “yenildiğimiz kadar seviyoruz hayatı” diyordu. “Yenilmiş” ve “dipte” olmak değiştirilebilir bir durum değil. Ama onun dibinde mutlu bir batığa dönüşmek her şeyi değiştirebilir. Bu bölümü oluşturan uzun şiirdeki biçemsel değişimi dikkat çekici bulduğumuzu söylemiştik. Şahin Altuner, daha önceki bölümde belirgin olarak görünmeyen dizeye yöneliyor. Ama asıl değişim dizelerdeki söz diziminin bozulmasıyla deneniyor. Örneklemek için “de ki, genç babalar bakiyesi abilerin telaşı erken büyümektir / ve yas tutmayı dönülmez sularına yediren” dizelerini göstermek yererli sayılabilir. Ama yirmi ikinci betiği de özellikle okuyalım istiyorum:

kinden işlenen rozetlere biçilen kanlarımız

akıyor kara ve soğuk taşlardan cehennem gibi

taşıdığımız kaçıncı suçsuz sonbahar bu yürekte

sessizlik bizden istenir düğümlenen boğazlarını tutar

anneler. yine uzun uzun dağlara yorulmaz bakmaktan

ki ölür katiller de güvercinler çoğalınca gökyüzünde

Şahin Altuner, geçmişi olmayanlar neyin eksik olduğunu bilmezler, ama bilseler iyi olur dercesine “Geçmiş Gibi Eksik” olanı anlatmaya girişmiş. İyi de etmiş. Şiir kazanmış. “Derdi çoktur hangisini sayalım” diyebileceğimiz coğrafyaya ait mağdurun ve tanığın sesini şiire kazandırmış…