Sahnede şarkı söylemek isteyen herkesin hayali gerçek olabilir

Müzisyen Ömer Öcal'ın "Herkes şarkı söylesin" mottosuyla hayata geçirdiği projede şarkı söylemek isteyen her yaş grubundan meraklılar, Türkiye'nin en deneyimli enstrümanistleriyle sahneye çıkabiliyor.

Abone ol

DUVAR - Ömer Öcal deneyimli bir müzisyen. Konservatuarı birincilikle bitirmesinin ardından müzik piyasasına giren Öcal, Tarkan’dan Gülşen’e birçok ünlü sanatçıya keman, ud gibi enstrümanlarla eşlik etmiş, sayısız konserde orkestralarla çalmış, bunların yanı sıra Türkiye’de yayınlanan birçok televizyon dizisinin müziklerine katkıda bulunmuş, birçok albüm kaydında yer almış; ayrıca yıllarca üniversitelerde ders vermiş bir sanatçı.

Öcal, uzun süredir müzik çalışmalarının yanı sıra ‘Ömer Öcal Mozaik Sanat Topluluğu’ ile farklı bir projeye imza atıyor. “Herkes şarkı söylesin” mottosuyla şarkı söylemeye meraklı ve istekli her yaştan müzikseverleri topluluğa dâhil ederek onlara büyük sahnelerde, profesyonel orkestralarla şarkı söyleme imkânı sunuyor. Gelecekte bir albümü de planlanan proje kapsamında ayrıca katılımcılara stüdyo ortamında seslendirdikleri eserlerin kayıtları da CD olarak veriliyor.

Koristler ve solistler arasında ev hanımları da var, doktorlar ve avukatlar da. Yüzlerce kişilik salonlarda sahneye çıkıp şarkı, türkü söyleyen bu insanların büyük bir hayali gerçekleşmiş oluyor. Projeye dahil olduktan sonra profesyonel olarak müzik hayatına atılanlar, konservatuara yönelip eğitimci olanlar bulunuyor. Bugüne dek yüzlerce kişinin sahne hayallerini gerçekleştiren Ömer Öcal ile “Herkes şarkı söylesin” diyerek yola çıktığı projeyi konuştuk.

'ŞARKI SÖYLEMEK BİR HAKTIR' 

Çok ilginç bir proje bu. Nereden doğdu fikir? 

Bu fikir Haliç Üniversitesi’nde ders verirken öğrencilerimin yönlendirmesiyle ortaya çıktı. “Herkes topluluk kuruyor, biz de şarkı söylemek istiyoruz” dediler. O zaman hem derslere giriyorum hem de piyasada iyi bilinen sanatçılarla, yaylı gruplarıyla çalıyorum. 2012’de, Bağdat Caddesi’nde bir arkadaşımız bana anahtarını verdi, “Burada yapın çalışmalarınızı” dedi. Ömer Öcal Mozaik topluluğunu oluşturmuş olduk. Sonra dedik ki konserlerde görselliğe de yer verelim, bu ülkenin mozaiğini en güzel şekilde ortaya koyalım. Böylece bir sanat topluluğuna dönüşmüş olduk. Yani aslında keman öğrencileriyle yola çıktık, sonra üniversitedeki diğer öğrencilerin şarkı söylemek için katılmasıyla genişledik. Orası bir yuva, insanların müzikle ilgili umutlarını yeşerttiği bir yer oldu. Sonrasında albümü olanlar oldu, bu işten para kazanmaya başlayanlar oldu, oradan başlayarak konservatuara yönelen ve konservatuar okuyanlar oldu.

İlk sloganımız şuydu: “Ben de şarkı söylemek istiyorum.” Yani kişiye bir hak vermek. Çünkü müzik, şarkı söylemek temel bir haktır. Sonra dedik ki insanlar bu cümleyi kurmakta zorlanabilir, “Siz de şarkı söylemek isterseniz…” olsun. Baktık ki bunlar yeterli değil, daha insanlara kucak açan, müziği insanlara sevdireceğini umduğumuz “Herkes şarkı söylesin”de karar kıldık. Yaklaşık 6 senedir böyle gidiyor. Hatta yurt dışına bile gittik 2018’de. Aslında başlangıç olarak, ülkenin var olan müziğinin, renklerinin tek tek sıralanmasıydı. Adını ‘Gökkuşağı Konserleri’ koyduk. Her topluluğun her konserinin üst başlığı ‘Gökkuşağı Konserleri’ydi. Rengarenk… İçinde koro şarkıları var herkesin birlikte söylediği, solo performanslar var. Biz Gökkuşağı Konserleri’nde 7 koro şarkısı yorumluyoruz, gökkuşağının 7 rengini temsilen. Sonradan fark ettim ki bu 7 rakamı hep bir yerinde olmuş işimizin. ‘Ömer Öcal Mozaik’ de 7 heceden oluşuyor, ‘Herkes Şarkı Söylesin’ de.

'ŞARKICI MI OLACAKSIN?'

Sahnede enstrüman çalanlar profesyonel müzisyenler ama değil mi?

Evet, profesyonel bir orkestramız var. Koristler ve solistler tamamen amatör. Projenin amacı bu zaten. Amatörce şarkı söylemeye başlamış, çoğu zaman ailesinin engellemesiyle, “Şarkıcı mı olacaksın?” eleştirileriyle bu işe yönelememiş, şansı yaver gitmemiş arkadaşlara bir yol bu. Orkestraya gelince, dediğim gibi tamamen profesyonel. Zaten bugün ülkede enstrümanist olarak alkışladığımız kim varsa benim zaten ya arkadaşım, ya çeşitli zamanlarda birlikte çaldığım kardeşlerim. Böyle bir orkestranın önünde sahneye çıkıp bu deneyimi yaşıyor insanlar.

İnsanlar nasıl buluyor sizi?

Kulaktan kulağa yayılıyor çoğunlukla. Bir de Kadıköy Belediyesi’nin ‘Müzik Gönüllüleri’ oluşumu içinde yer alıyoruz. Ancak biraz da İstanbul’un birleştirici ruhunu yakalamak adına Beşiktaş’ta da bir yerimiz var. Beşiktaş ve Kadıköy’de yapılan provalar sonunda konser için ekipler bir araya geliyor ve konserin adı ‘Avrasya’ oluyor.

Peki, katılımcılar kimler? Belirli bir profil var mı?

Belirli bir yaş profili, meslek profili, sosyal sınıf profili yok. Aslında bu anlamda da tam bir mozaik. Hatta bir şarkı, tarz kısıtlaması da yok. Tasavvuf söylemek isteyen de geliyor, halk müziği söylemek isteyen de, arabesk söylemek isteyen de. “Herkes şarkı söylesin”deki “herkes”, bizi bulabilir. Müzikle sahnede ciddi anlamda yer almayı, şarkı söylemeyi isteyen herkes bizi bulabilir ve buluyorlar da zaten.

Biz bu konserlerden edinilen gelirle temel masrafları çıkardıktan sonra mutlaka bir sosyal sorumluluk üstlenmeye çalışıyoruz. Sokak hayvanlarına mama alıyoruz örneğin. Son iki yıldır İzmir’de yaşayan, doğuştan iki kulağı da duymayan 3 yaşındaki bir Alperen adlı bir çocuğumuza destek olmaya çalışıyoruz. Çok büyük meblağlar olmuyor bunlar ama gücümüz yettiği kadar diyelim.

''MÜZİK KULAĞI YOK' DİYE BİR ŞEYİ KABUL ETMİYORUZ'

Hayatında hiç gerçek anlamda bir şarkı söyleme deneyimi olmamış insanlar geliyor size çoğunlukla. Zor olmuyor mu onların şarkı söylemesini, hem de sahnede doğru tonda ve ritmde söylemesini sağlamak?

Ben kişinin konuşma tonundan şarkı söylemeye geçiş tonunu ayırt edebiliyorum. Diyelim ki gelen kişinin ritm kulağı yok. Yok demeyelim de, kazanılmamış ya da edinilmemiş, öyle bir şansı olmamış. İnsanımızın çoğunda şöyle bir şey var, şarkı söylemeye meyillidir, merak eder ancak çekinir. “Bende müzik kulağı yok” der örneğin. Bunu şuna benzetiyorum; bir hastalığınız olduğunda bir doktora danışıyorsunuz ya da bir işe gireceksiniz, o işin uzmanına soruyorsunuz. Ama bu konuda bizde hep kulaktan dolma algılar var, işin bilenine hiç danışılmıyor. Gel bir sor, bir çay ikram edeyim, bir bakalım. Seni müziğe kazandırabilirsem mutlu olurum. Müziğe merak duyana sarıl, ona el ver, karşılık da bekleme. Babamın vasiyetidir bu.

Gelenin hiçbir müzik bilgisi olmasına gerek yok. Onun ses rengi, duruşu, hareketleri, müziğe farkında olmadan verdiği tepkiler ki hepimizde farkında olmadığımız bir beden dili vardır, müziğe reaksiyon veren. Bunları gözlemliyoruz, o ses rengini anlamaya çalışıyoruz. Sevdiği şarkıyı mırıldanma seviyesine geldiği an ben o kişiyi yakalamış oluyorum.

'DAHA ÇOK KADINLAR İLGİ GÖSTERİYOR'

Herkes şarkı söyleyebilir mi gerçekten?

Burada önemli olan doğru yönlendirme. Müziği bilen insanların yönlendirmesiyle evet, tabii ki söyleyebilir. Ancak yanlış bir müdahale ile insanları müzikten soğutabilirsiniz de, bunun da örnekleri var. Düşünün, karşınıza gelen kişi hayatında belki de hiç yüksek sesle şarkı söylemeye cesaret edememiş bir ev hanımı olabilir. Kendi kendine mırıldanırken babasının “Sen nasıl olur da şarkı söylersin!” diye kızdığı bir insan olabilir. Ki zaten daha çok kadınlar ilgi gösteriyor projeye çünkü belki hayatı boyunca aile, toplum gibi nedenlerle bu imkânı bulamamış oluyorlar.

Bu insanlar hangi eserleri söyleyebileceklerini, seslerinin, oktavlarının hangi şarkılara uygun olabileceklerini öğreniyorlar önce. Öncelikle sevdikleri müziği anlamaya çalışıyoruz tabii. Bu noktada yönlendirmemiz de oluyor. “Ben türkü severim” demekle bitmiyor çünkü türkü dediğiniz bir derya. Türkiye’nin her yerinde, her yöresinde farklı biçimlerde, usullerde türkü söyleniyor, her türkü birbirinden farklı. “Benim babam şu türküyü severdi” ya da “Evde abim bağlama çalardı, şu türküyü söylerdi” diye gelebiliyor. Sonra başka sorular sorarak yavaş yavaş anlamaya başlıyoruz hangi tarzı, türküyü sevdiğini ya da o kişinin sesine, duruşuna, müzik zevkine hareketli bir eserin mi yoksa daha ağır ritmli bir şarkının mı daha çok yakışacağını. Bunu anladıktan sonra “Siz şu eseri söylemelisiniz” diyebiliyoruz.

Bunun bir örneği var. Zamanında okul korolarına devam etmiş bir hanımefendi geldi bir gün, bizim topluluğumuza katılmak istedi. “Ne okumak istersiniz?” diye sordum, “Bugüne kadar şu şarkıları söyledim” dedi ve onların kayıtlarını gönderdi bana. Onlara baktım ve “Bunların hiçbirini okumuyoruz bir daha” dedim. Şaşırdı tabii. ‘Ya Seninle Ya Sensiz’ diye bir şarkı vardır, bilirsiniz. “Bunu deneyeceğiz” dedim. İnanın bir performans bir insanın hayatını bu kadar değiştirebilir. YouTube’da bir demosu var bu şarkıyı yorumladığı, lütfen açıp dinleyin.

Sahne heyecanı ne demektir biliyorum. Bu insanlar ilk kez sahneye çıkan, kalabalıkların önünde ilk kez şarkı söyleyen insanlar. Sahne korkusuyla, heyecanıyla nasıl başa çıkıyorlar?

Bir kere bizde şöyle bir şey vardır, o günkü konserde solo şarkı söyleyecekler bunu önceden bilmezler, konser günü öğleden sonra öğrenirler. Çünkü herkesin hazırlıklı olmasını sağlamaya çalışıyorum. Yani o gün herkes bir solo performans yapacakmış gibi hazır gelecek, işine önem verecek. Şarkısına, türküsüne çalışarak orada hazır olacak. Ayrıca “Nasıl olsa benim solom yok” diye özensiz olmayacak. Saçları, kıyafetleri hatta ayakkabıları, sanki bir solo şarkı okuyacakmış gibi özenli olmalı. Sanat görsel de bir hadise. Oraya gelen izleyiciye güzel bir görüntü vermemiz lazım. Ayrıca ilk kez sahneye çıkacak olan amatör insanların orada şık olmakla birlikte rahat da olması gerekiyor. Sizi sahnede rahatsız edecek bir aksesuar takmamalısınız, sahne için yeni aldığınız ama iki şarkıdan sonra ayağınızı sıkacak bir ayakkabı giymemelisiniz mesela. Biz, “Kıyafetlerinizi bir hafta önce evde giyeceksiniz, ayakkabılarınızla evde biraz zaman geçireceksiniz” dediğimizde önce gülüyorlar. Ancak düşünün, 2-2.5 saat sahnede olacaksınız.

Bir de tabii kulis terbiyesi var, bunu anlatıyoruz. Kuliste konser öncesi hafif şeyler yemek, hafif içecekler içmek önemli. Yiyecekleri dahi ben hazırlatıyorum. Bir de vitamin alıyorlar muhakkak konser öncesinde. Bu insanlar farklı alanlarda, farklı meslekler yapan insanlar. Sahnede 2.5 saat ayakta kalmayı kaldıramayabilirler. O nedenle mutlaka vitamin takviyesi yapıyoruz.

Sahneye çıkmadan önce, konser günü mutlaka bir prova alırız. Her şarkının girişini ve bitişini hep birlikte çalar söyleriz. Ayrıca duracakları yer, mikrofon sehpalarının pozisyonu, nota sehpalarının yeri vesaire, her şey önceden kurulmuş, belirlenmiş olur. Çünkü sahne heyecanı başkadır, orada eliniz bir şeye çarptığında, mikrofon ağzınıza çarptığında bir anda konsantrasyonunuz bozulabilir bu işi profesyonel olarak yapmıyorsanız.

Sahne heyecanı yaşayanlar oluyor tabii. Şarkının sözünü unutmak, heyecandan istediği gibi söyleyememek… Bunlar insanlık halleridir, profesyonel şarkıcıların da başına gelen şeylerdir. Siz şarkı söylerken önde oturan dinleyici niye öyle baktı, şu niye güldü filan derken bir anda kafanız dağılabilir.

Bir şu var ki ben sahnede çok aktifim. Orada, onların yanında oluşumun olumlu bir etkisi var. Bunu önceden de anlatıyorum, “Ben buradayım, rahat olun” diyorum. Hayatım sahnelerde geçtiği için orada olabileceklere çok hazırlıklıyım. Keza orkestra da çok profesyonel müzisyenlerden oluşuyor, tüm hataları düzeltebilecek yetkinlikte arkadaşlar. Bunu soliste anlatınca o da kendini güvende hissetmeye başlıyor.

''LEYLİM LEY' DE VAR 'BATSIN BU DÜNYA' DA...'

Repertuarınız da katılımcılar gibi çeşitlilik gösteriyor tabii. Bu farklı tarzlardaki eserleri nasıl bir araya getiriyorsunuz sahnede? Arka arkaya çalındığında sorun olabilir zira.

Sahne repertuarı oluşturmak için ciddi mesai harcıyoruz. Bizden ‘Leylim Ley’ de duyabilirsiniz, ‘Gel Gör Beni Aşk Neyledi’ de, bir anda ‘Batsın Bu Dünya’ da, ‘Gülüm Benim’ de… (gülüyor). Şarkı listesini oluştururken dikkat etmeniz gerekiyor. İnsanlara aynı konserde farklı tarzlardaki farklı şarkıları ilgilerini dağıtmadan dinletmek kolay değil. Örneğin ‘Nasıl Geçti Habersiz’ eserini okuyup arkasına ‘İlla İlla’ şarkısını koyamazsınız, bu duygu geçişlerini yumuşatmak, ilgili eserleri arka arkaya okutmak gerekiyor.

Ancak bizde iki şarkı hiç değişmez. Her konsere ‘Hoşgör Sen’ ile başlarız. Hoşgörü insanları birbirine bağlıyor. Biz insanız hata yapabiliriz. Bir arkadaşımızı, bir dostumuzu hoş görebilmek gibi, tanımadığımız bir insanı da hoş görebiliriz. Bunu yaymak istiyoruz. Hoşgörü, hatanın herkes tarafından yapılabileceğini kabul etmektir ki bizim yaptığımız işte hoşgörü çok önemli çünkü ilk kez sahneye çıkıp şarkı söyleyen amatörler var sahnemizde. O anki heyecanı, sahneye girerken topuğunun bir yere takılması, elbisesinin ucuna basması, bunların hepsi hoşgörü gerektirir. O nedenle bu şarkıyla başlarız konsere.

Bir de her konserin sonunda içinde umut barındıran, benim de çok sevdiğim ‘Hayat Bayram Olsa’ söyleriz. Bu da tüm dinleyicilere bir mesajdır aslında. İnsanın mutluluğu, sevgisi müzikle bir araya geldiğinde benim en çok sevdiğim şey oluyor.