Cumhuriyet Halk Partisi’nin “128 milyar dolar nerede?” sorusu çerçevesinde Merkez Bankası rezervlerinin durumu hakkındaki siyasal kampanyasına kimi savcılıklar ve mülkî idare amirleri tarafından verilen yanıt, rejim tarafından sürekli unutturulmaya çalışılan bir kavramı yeniden gündeme getirdi: Siyasal sorumluluk. Türkiye’nin yeni rejiminin cumhuriyet karşıtı niteliğini en çarpıcı biçimde gösteren anayasal kavram siyasal sorumluluk kavramıdır.
Siyasal sorumluluk ile cumhuriyet arasındaki ilişki cumhurî rejimlerin temsilî niteliğinden kaynaklanır. Cumhuriyetlerde siyasal karar almakla yetkilendirilmiş organlar ve kişiler bir yetkilendirme zinciri içinde sorumludurlar. Bu sorumluluk, cumhuriyetler içinde ya dengelenmiş güçler içinde ya da doğrudan yetkilendirme sonucu kurulur. Doğrudan yetkilendirme, aslîdir. Hak ve sorumluluklarla donatılmış yurttaşların verdiği yetkiyle hareket eden seçilmiş kişi ve organlar doğrudan doğruya yurttaşa hesap vermekle yükümlüdür. Cumhuriyetin organları arasında, dengelenmiş güçler arasında kurulan sorumluluk ilişkisi de bu doğrudan yetkilendirmeye dayanır. Örneğin parlamenter sistemlerde yürütme gücüne sahip olan bakanlar kurulu bireysel ve toplu olarak doğrudan seçilmiş olan yasamaya karşı siyasal olarak sorumludur. Yani siyasal kararlarından dolayı yasama organı önünde hesap vermek zorundadır. Başkanlık sistemlerinde demokratik meşruiyete sahip, doğrudan doğruya yurttaşlar tarafından seçilen iki organ vardır. Yasama ve Yürütme. Her iki organ da doğrudan doğruya, aslî yetki kullanır ve yurttaşlara karşı siyasal sorumluluk taşır. Örneğin bakanlar, yürütmenin başı olarak doğrudan yetkilendirilmiş başkana karşı sorumluluk taşırlar. Onun tarafından atanıp onun tarafından görevden alınırlar. Bunun nedeni bakanların aldığı siyasal kararların sorumluluğunun da başkana ait olmasıdır. Bakanın bir siyasal kişiliği yoktur, seçilmemiştir. Seçmene karşı sorumluluk taşımazlar.
Türkiye’de 2017’de gerçekleştirilen ve Erdoğan hakkındaki onayı tesis eden bir dizi oylamanın en kritiği, oylama sonucunda kabul edilen anayasa değişikliği kanunu ile OHAL’de fiilî olarak uygulanan keyfî, sorumsuz yönetimin hukukî temelleri atılmış oldu. Erdoğan’ın ihtiyaçlarına göre kurulan düzen, siyasal sorumluluğu ve onun gerektirdiği hesap sorma ve hesap verme prosedürlerini öteleme mekanizmalarını da kurumlaştırmış oldu. 2017’de verilen anayasal kararın ideolojik temelleri ve kurumsal mekanizmaları bunu kanıtlamaktadır. Tüm ülkede olağanüstü hâl hukukunun, anayasal olarak kurulmuş olağanüstü hâl rejimini aşan istisnai bir fiilî rejimin uygulanmakta olduğu dönemde verilen bu anayasal-siyasal kararın ideolojik dayanağı, tekçi bir rejimi, tek bir kişide toplanan yetkiler esasında oluşturmak; tek kişinin hesap verme mekanizmalarını ortadan kaldırarak yurttaş-cumhuriyet bağını koparmaktı. Yurttaşın önemli bir bölümünü haklarından soymak, bunu millî-gayri millî; beka-terör gibi eksenlerin üzerinde siyasal propagandayla meşrulaştırmaktı. 2017 anayasa değişikliğinin diğer maddelerinden farklı olarak cumhurbaşkanı ile partisi arasında bağ kurmaya olanak sağlayan maddenin, kanunun yayımlandığı gün yürürlüğe girmesini de bu bakımdan düşünmek gerekir. Siyasal sorumluluk ekseni cumhuriyet-yurttaş ilişkisinden teşkilat-hareket ilişkisine kaydı. Lider, her zaman hakikati söyleyen, daha doğrusu söylediği hakikat olarak inşa edilen figür olarak sorumluluk ilişkisinden koparıldı. Devletin temsilcisi ve yürütmenin başı olarak kullandığı yetkiler muğlaklaştırıldı ve Türk Ceza Kanunu’nun 299. Maddesi ile siyasal sorumluluğu çağıran yurttaş hareketleri terörle iltisaklandırıldı; yurttaşlar cezalandırıldı.
Monarşinin “kral hata yapmaz ilkesi”, kralın sorumsuzluğunu tanımlar. Cumhuriyetlerde temsil ilkesine bağlı olarak yetkilendirme, yetkilendirmeye bağlı olarak sorumluluk doğar. Yani yetki kullanan herkes hata yapar ve sorumludur. Parlamenter sistemlerdeki cumhurbaşkanı monarşik ilke esasında kurulmuştur; devleti temsil eder. Yürütme iki başlıdır, siyasal sorumluluk ve yetki sahibi olan bakanlar kurulu ile temsili cumhurbaşkanı. Cumhurbaşkanı yetki sahibi olmadığı için sorumluluk da taşımaz.
Türkiye’de 2017 anayasal kararı iki şeyi birden hedeflemiştir. Birincisi, devlet başkanı ile yürütmenin başının birleşmesinin sonucu, böyle olması gerekmediği halde, cumhurbaşkanını sorumsuzlaştırmış, cezai sorumluluğunu dahi uygulanması neredeyse imkânsız bir prosedüre bağlamıştır. İkincisi, devlet ile parti arasındaki ilişkileri aynı eksende kurarak yurttaş-cumhuriyet bağının altını oymuştur. Yurttaşlığın temeli olan yasa önünde eşitlik ilkesi de bu çerçevede ortadan kalkmıştır.
Cumhurbaşkanına siyasal eylemlerinden dolayı yapılan eleştiri ile bir başka yurttaşa yapılan eleştirinin aynı kelimelerle yapılmış olsa dahi farklı bir hukuka tâbi olmasının nedeni budur. Bu farklı hukuk dalga dalga genişlemekte, örneğin bir tarikat şeyhinin cenazesine katılmak ile bir aile büyüğünüzün cenazesine katılmak bakımından yurttaşlar arasındaki hukukun farklılaşmasına kadar varabilmektedir.
Cumhurbaşkanı, bir yandan kendini diğer bütün parti başkanlarının üstünde konumlandırarak parti siyaseti yapabilmekte, bir yandan da şahsı ile Türkiye’yi özdeşleştirebilmektedir. Siyasal geleneğimizde parti liderlerinin karşı karşıya tartışabilme geleneğinin yerini Erdoğan’ın “iletişim başkanı”nın muhalefet partilerine Twitter’da cevap vermesi almıştır. Erdoğan kendini hem partiler üstü olarak konumlandırarak şahsı ile devleti özdeşleştirmekte, hem de partisiyle kurduğu disiplin ilişkisi bağlamında partiyle özdeşleşmektedir. Bu matematiğin sonucu elbette lider-parti ve devletin özdeşleşmesidir.
Türkiye’de muhalefet uzun yıllar boyunca Erdoğan’ın siyasal sorumluluğunu vurgulamaktan kaçındı. Hep onun yanı-yöresi, siyasal sorumluluk sahibi olmayan atanmışlara, siyasallaşmamış bir eleştiri yöneltildi. Örneğin yolsuzluk kelimesi, insanların gri pasaportlarda yurt dışına kaçırılmasına, bakanın kendi bakanlığına kendi firmasından mal tedarik etmesine, kamu ihaleleri aracılıyla sıradan yurttaşların hayatlarını etkileyebilecek düzeyde görünür olan yağmaya rağmen siyasal sözlüğümüzden neredeyse çıkarıldı.
Kimi savcı ve mülkî idare amirlerinin 128 milyar nerede sorusu bağlamında açığa vurduğu şey, 2017 rejiminin dayanağı olan anayasal kararın esasıdır. Dolayısıyla hakkında yolsuzluk iddiası olan bir bakanı ne kadar sert ifadelerle yazılmış bir cumhurbaşkanı kararı ile görevden alırsanız alın siyasî sorumluluğun adresi bellidir ve görevden almakla bu sorumluluk ortadan kalkmaz. Bir bakan sosyal medya hesabından mı istifa ediyor, görevden af mı ediliyor tartışması değildir esas olan. O bakanın her kararının Cumhurbaşkanının siyasal olarak sorumlu olduğu bir mekanizma içinde gerçekleşmesidir.