Bir yalan ile bir hakikat birleşiyor…
Ve yoksullardan, dar gelirlilerden, milyonlarca işçi,
memur, emekliden muazzam bir kaynak aktarımı
gerçekleşiyor.
Yalan, resmi enflasyon.
Ve sözde onu yakalaması için “iyileştirilen” asgari ücret, ücret ve
maaşlar vb.
Hakikat ise, çok basit, hakiki enflasyon.
TÜİK'in vik vik yapıp emirle gizlediği, ama ahalinin markette,
çarşı pazarda, benzin pompasında, ulaşımda, elektrik, su ve gaz
faturasında, sokakta karnını doyurmak isterken, evladına iki parça
bir şey almak isterken çarpıldığı hakiki, sahici, fiili, acımasız
enflasyon.
Onun yüzde kaç olduğunu, sözde yükseltilen sabit gelirleri
fiilen nasıl kemirip yuttuğunu ENAG açıklıyor:
TÜİK'in devlet sansürlü tüketici enflasyonu yüzde 78,6 iken,
ENAG’ın gerçekçi oranı onun iki katından da fazla, yüzde 176
kadar.
Sansürcü devletin fazla terennüm etmediği toptan eşya ya da
üretici enflasyonu da zaten yüzde 138. O fiyatlar da üreticiden
çıkıp tüketici fiyatının içine koşuyor zaten.
“Yalan”, sabit gelirlilerden kıvrak gelirlilere kaynak
aktarıyor.
Yani çocuğunuzun sütünden, hastanızın ilacından, yediğiniz
içtiğinizden, bir tatil hayalinden, eve yeni bir eşya alma
fikrinizden çalıyor…
Fiyatları ve gelirleri oynak kılabilenlere
aktarıyor.
O sansürlü yüzde 79’un içinde dahi, ulaşım yüzde 123, gıda ve
alkolsüz içecek yüzde 94, ev eşyası yüzde 81 ile diş göstermiş…
Üretici enflasyonu sansürle bile yüzde 138 iken, elektrik-gaz
üretim ve dağıtımında yüzde 370, enerjide yüzde 318, petrol ve
doğal gazda yüzde 270 kadar.
Hesap basit.
Geliriniz, ailenizin geçim kaynakları bunlar kadar
artmıyorsa, sadece “yalan oran”ı yakalayacakmış gibi biraz
yükseltilip bir de sizden oy bekleniyorsa; sofranızdan, rüyanızdan
çalınıyor demektir.
İstisna ne olabilir?
Böyle dönemlerde “borçlular” kârlı görünebilir mesela.
Kredi kartı borcunuzun yükü, almışsanız, kredi faizi oranı
enflasyonun çok altında, evet.
Yani “borçlular”a da bir kaynak aktarımı var. Tasarruf
sahiplerinden.
Kiracılara da ev sahiplerinden.
Ama borçluyu ezeli ve ebedi borçlu; kiracıyı ezeli ve ebedi kiracı
kalmaya mahkûm eden bir sistemde.
Kiranız enflasyon karşısında reel olarak düşük kalmışsa bile,
kiraya ayırabileceğiniz bütçe öyle küçülmüş ki zaten.
Gelirinizle de o kart borcunu, kredi yükünü kapatmaktan çok çok
uzaksanız, reel faizin düşük olması fazla fark etmiyor
muhtemelen.
Bankanın ısrarıyla filan limit de yükselmişse, “asgari ödeme
tutarı” yüzde 40 olmuş, siz yatırdığınız parayı tekrar (daha yüksek
faizli) kredi olarak çekip duruyorsunuz belki de.
Lakin büyük kredi borçluları, hani bilhassa kamu
bankaları kaynaklarını zaten sünger gibi emip bir de o devasa
borçları erteletenler, ödemeyenler, süründürenler, ahbaplar,
üçlüler, beşliler de “kredi borçlusu.”
Bir oradan yazılıyorlar büyük kaynak
aktarımına…
Bir de sizin sabit ama fiilen eriyen gelirinize; elektrik,
gaz, market ve paket olarak saldıran faturalar ve
etiketlerle.
Bu seçilmiş vatandaşlar devletin ve belediyelerin kamu
ihaleleri, özelleştirmeler, hazine arazileri rantı, dağların
tepelerin derelerin kıyıların istila ve işgali, sermayenin el
değiştirmesi, ha bir de döviz kurunun mehterana yazılması sayesinde
(tabii iş de yaptılar!) bilhassa “devlet ve iktidara şükranla”
güzel günler gördüler.
O deniz biterken…
Geriye iki önemli kaynak kalmıştı:
Ucuz kredilerle kaynak aktarımının sürmesi. “Haram faiz”in düşük
tutulması.
İkincisi de, artık mecali kalmayan ekonomide büyüme bir şekil
sürerken, enflasyonun gemi azıya alması.
Böylece halkın enflasyon haracına bağlanması!
“Yalan oran”la gelirinizin iki söküğü tamir
ediliyor…
“Hakiki oran”la ciğeriniz sökülüyor.
İşçiler, dar gelirliler bir sınıf halinde bütün
sermayeye, sermayenin bir kısmı da hamili kartlı sermayeye kaynak
aktarıp duruyor!
Bu sistemi organize etmek için hakikaten “iktisat
diploması” gerekiyor…
Yani ben ikna oldum!
Sözü burada, Süleymaniye Vakfı Başkanlığı yapan İslam Hukuku
Profesörü Abdulaziz Bayındır Hocamıza bırakayım:
“Enflasyon, en yüksek kazancı en kolay şekilde
sağlar. Bu kazancı harcamak da kolay olur.
Böyle yerlerde sefaletle lüks hayat bir arada
görülür.
Aile bağları zayıflar, boşanmaların ve başıboş çocukların sayısı
artar.
Yüksek gelir grupları oyun ve eğlenceden, dar gelirliler de geçim
sıkıntısından dolayı ailelerine hâkim olamaz hale gelirler.
Enflasyonist ortamda ilmin ve faziletin değeri
kaybolur.
Cebi şişkin cahiller ve zenginleştikçe bencilleşen insanlar
çoğalır.
Toplumları ayakta tutan temel değerler değişir.
İnsanların hayatları ve gayeleri sırf maddeden ibaret hale gelir.
Çünkü kolay kazanan ve bol harcayanlar, iştahları kabartır. Daha
çok kazanma uğruna her şeyinden fedakârlık yapacak insanlar
çoğalır.
Enflasyonist ortamda borçlu kârlı, alacaklı zararlı çıktığından,
vadesinde ödenmeyen borçların sayısı ve miktarı artar. Parola
şudur: «Alacağından çok borcun olsun!»”
Şimdi siz sanıyorsunuz ki, Süleymaniye Vakfı’ndan Hocam sana
bana söylüyor; bence, “ihtişam ve parlak saltanat” ardında
kapitülasyonlarla enflasyonun işgale başladığı devrin Kanuni Sultan
Süleyman’ına da söylüyor.
Cebi şişkin cahillere de!
Zenginleştikçe bencilleşenlere de!
İlmi ve fazileti boş vermişlere de!
Kızım sana söylüyor, damadım sen anla!