Sahte mutluluklarla çevrelenmiş bir yaşantı: Şimdi Reklamlar
Akın Çokuğurluel’in romanı 'Şimdi Reklamlar', Notabene Yayınları tarafından yayımlandı. Çokuğurluel kitapta, kimsenin bilmediği bir dilin, anlamadığı bir cümlenin peşinden koşan İsmet'in, vicdan azabı ve suçlulukla dolanan yolculuğunu anlatırken, sanal mutluluklarla çevrelenmiş yaşantımızda, konuşmanın, anlamanın, anlaşılmanın yerini sorguluyor.
Harun Aktaş
90’larda Grup Vitamin’in şarkısını dinlemiştik: Konuşuyoruz ama nece konuşuyoruz derdi, lisanın, kelimelerin gücünü ve insanlar arasındaki uzaklaşmaları kastederek. Akın Çokuğurluel’in Notabene Yayınları'ndan yayımlanan son romanı 'Şimdi Reklamlar', tam da bu eksen üzerine kurgulanmış bir roman.
'Şimdi Reklamlar', Akın Çokuğurluel’in dördüncü romanı. Yazarın diğer romanlarında da gördüğümüz detaylı karakter oluşturma konusundaki becerisini bu romanda da İsmet karakteri ile görüyoruz. İsmet, yirmili yaşlarında tek başına yaşayan ve bir kahve dükkanında barista olarak çalışarak hayatını kazanan sıradan bir gençtir. Kitap, İsmet’in ne olduğunu hatırlamadığı bir gecenin sabahında gelen tuhaf bir haber ile başlıyor. Telefondaki ses, bir trafik kazası sonucunda hastaneye getirilen kişi ile ilgili onu hastaneye çağırır. Kahramanımız çevresindeki her şeye kayıtsızlaşarak hayata karşı gardını almışken, bu trajik kaza onun dengesinin bozulmasına, içine atıp bastırdığı birtakım duyguların günyüzüne çıkmasına neden olur.
“Bir sebebi vardı tüm bunların. Tüm bu kargaşanın başlangıcının ve bir anda bitişinin. Zordu anlamak. Cahil kalmaktı belki tek yolu.”
Hastaneden döndüğünde kafası karmakarışıktır çünkü hastanede yatan kişi, yani apartman görevlisi Yusuf, İsmet’in bir gece önce onun özellikle istediği bir cipsi ararken kaza geçirmiştir. Suçluluk ve vicdan azabı arasında gidip gelen İsmet, nereye savrulacağından henüz habersiz, kendine şu soruyu sormaktadır: Peki, neden illa o cips?
Bu aşamada 90’ların o yarı matrak, yarı düşündüren şarkısı akla geliyor: Konuşuyoruz ama nece konuşuyoruz? İsmet, başına hiç beklemediği olaylar açan o cipsin sloganını önüne çıkan herkese sorup, cipsi bulmak için ilginç stratejiler geliştirirken garip bir gerçekle yüz yüze kalacaktır. Okuduğundan itibaren takılıp kaldığı, hayatının önemini, anlamını sorguladığı, bir anda hayatını değiştiren o slogan, kendisi hariç diğer herkes için anlaşılmayan, bilinmeyen bambaşka bir dildir. Peki, bu mümkün müdür?
“Sorun bu,” dedim, “başka bir dil değil. Kendi dilim bu, Çiçek.”
İsmet, bu sorunun peşinde roman boyunca dolanır, bu arada yeni iş, yeni arkadaşlar edinir. Kimseyi inandıramadığı bir cips yüzünden hastanede yatan Yusuf’a karşı vicdani hesaplaşmasını henüz bitirmediğinden hastane ziyaretlerini de ihmal etmez. Hastanedeki bu ziyaretlerinde ölüm ve yaşamla ilgili duygudan uzak, yabancılaşmış kavramsal tanımlarına da sık sık rastlayacağız.
“Acı çekmediğini düşünüyordum üstelik. Belki hemşire damarı bulup iğneyi batırdığı anda birazcık. O da bir şey mi?”
İsmet, dilini anlayanları bulma konusunda, günümüz yöntemlerinden, yani konuşma gruplarından, sosyal medya unsurlarından medet umuyor. Hayatını saran tüm bu iletişim ağlarının sığlığı, anlamsızlığı karşısında kafası karışır İsmet’in.
“Her gün yeni bir şekle giriyor hayat, böh deyip korkutuyor ve kimse korkmuyor. Bir tek benim beyin devrelerim alt üst oluyor.”
Romanın başından itibaren hayattan beklentisini yitirmiş, zayıf, hatta pasif bir profil oluşturulmaya çalışılmışsa da, aslında İsmet hayattan her şeyin en iyisini beklemeye hakkı olduğunu içten içe biliyor ve ısrarla hakkı olanı istiyor. Kitabın ana temalarından birini oluşturan reklamlar; yani metaforik anlamda cezbedilmeye ve kandırılmaya yatkınlık da İsmet’in bu açlığından ileri geliyor. Duyduğu her vaat, bir eksikliğini, bir zaafını ortaya çıkarıyor.
“Bardaklarımda elmas ışıltısı arıyordum. Kıyafetlerim batıyordu, pamuksu yumuşaklık benim de hakkımdı. Ağızda dağılan bisküviler, makarnalar, soslar... Hayatta tatmadığım ne çok zevk, ne çok tat vardı.”
Belki bu tatların hepsine sahip olamaz İsmet ama hayat sonunda başka bir tat sunar ona ve İsmet’i aşkla tanıştırır. Yazarın diğer romanlarında aşkı ele alma biçimi, nahifliği, bu romanında da kendisini hissettiriyor.
“Bir ara başını sertçe bana doğru çevirdi, gözlerini gördüm. Kabuk bağlayan bir yaranın aniden açılması gibiydi.
Ona bakmayı seviyordum. Mutluluk ya da huzur gibi bir şey değil, aksine karanlık bir şeydi. Bir şey vardı onda ve o şeyin, aradığım cevaplarla kesinlikle bir ilgisi vardı.”
İsmet aşıktır ve Servi onun dilini anlayan, sloganını okuyabilen tek kişidir. Yazar, romanın bu kısmında okuru aşkın ortak bir dil oluşturduğuna inandırmaya çalışıyor ancak romanın ilerleyen kısımlarında bunun yazar tarafından hazırlanmış bir kandırmaca olduğunu anlıyoruz çünkü İsmet, bir müddet sonra aşkından bağımsız, ortak noktalarını henüz çözemediği, aynı dili konuşabilen, aynı sloganı okuyabilen bir grup toplamayı başaracaktır. Üstelik oluşan bu grubun ipuçları, yazar tarafından romanın başından itibaren dikkatli okura azar azar sunulmuş. İnce detaylarla kuvvetlendirilmiş romanın sonuna doğru tüm olaylar, tüm ilişkiler, tüm bağlantılar İsmet’in de içinde bulunduğu o grubun tüm acılarının sebebi siyah bir şeritte özetleniyor.
Romanda okuyanı sarsan slogan, zeki bir şekilde siyah şerit içerisine saklanmış. Okuyanın da kendi dilini, kendi acısını bu karanlıkta bulması bekleniyor. Yazar, arka kapakta da okunacağı üzere "her acı kendi lisanını doğurur" derken hayatla kavga etme, zorluklarla başa çıkma biçimini de açık ediyor.
“Kimi şeyler insanın boynuna dolanan bir zincir. Aslolan zinciri kırmak değil, kilidin anahtarını bulmak.”
'Şimdi Reklamlar', kelimelerle, anlamakla, anlaşılmakla derdi olan, okuyan her kişiye kendi kilidinin anahtarını bulması için cesaret veren, zeki kurgulanmış başarılı bir roman.