Şair ile Kurtarıcı: Nilgün Marmara ile Arthur Schopenhauer

Nilgün Marmara’nın melankolik prenses, hüzünlü kraliçe gibi sıfatlarla anılıp; şiirinin ana damarını ruhsal hastalığına bağlanmasından her zaman derin bir rahatsızlık duydum. Acı en kolay empati yapılan keskin bir duygu ve onun ‘acı’ yı kullandığını, belki istismar ettiğini de asla düşünmedim. Onda, başkaldırı veya gözü kararmışlıktı gördüğüm...

Abone ol

Roman Karavadi

Varolmayışın kayıp cennetinden kovulmuş; ‘hiç doğmamayı’ yeğlediği halde doğmuş olan Nilgün Marmara’nın 'Pek az zamanı kaldı bu zora koşulmuş bedenimin / Olduğum gibi ölmeliyim, olduğum gibi…' diye başlayan ‘Savrulan Beden’ isimli şiirinden; Schopenhauer’un ‘Ölümün Anlamı’ isimli yapıtına savruluyorum ben de. Çok büyük bir savrulma değil benimki kuşkusuz; madalyonun bir tarafından öteki tarafına olan mesafede belli ki.

Schopenhauer, Ölümün Anlamı, çevirmen: Ahmet Aydoğdu, 128 syf., Say Yayınları, 2012.

Yaşamın sonrasına yüklediğimiz anlam, yaşamın öncesine yüklediğimiz anlamdan hiyerarşik olarak epey yukarıda yer alır. Oysa dönüp şöyle bir baktığımızda bütün bir varoluş tarihinin üstümüze doğru yürümesi ve bizi dehşete düşürmesi gerekirdi. Artık varolmayacağımız zamandan, ölümümüzden çok; hiç var olmadığımız, yokluğumuzun bizi daha fazla üzüntüye sevk etmesi gerekirdi. Küçük bir çocukken öldükten sonra ne olacağımla ilgilenmekten çok, ben doğmadan önce varolan dünyayı düşünürdüm; bir türlü algılayamazdım var olmayışımı. Schopenhauer’un ‘Ölümün Anlamı’ isimli yapıtını okurken hemen özdeşleşmiştim bu yüzden buradaki bakış açısıyla ve düşüncelerle: "Dünyayı kucaklayan ve böylesine harikulade fikirlere sahip olan insan zihninin ait olduğu bedenle birlikte mezara gireceğini düşünmenin ne kadar sarsıcı olacağına dair güzel nutuklarımız vardır. Fakat aynı zihnin bu niteliklerle ortaya çıkmazdan evvel bütün bir sonsuzluğun geçip gitmesini sineye çektiği ve bunca zaman dünyanın onsuz nasıl mihverinde döndüğü hakkında hiçbir şey işitmeyiz." Ölüm ve hiç varolmamak kesinlikle eşit derece öneme sahip değildir insan için. Ölüm bizi dehşete düşürürken, hiç var olmamakla pek oralı değiliz. Bu yüzden miydi Nilgün Marmara’nın da hiç var olmamayı dilemiş olması?

Daktiloya Çekilmiş Şiirler, Nilgün Marmara, 175 syf., Everest Yayınları, 2006.

Ölmek neden bu denli kötücül ve karanlık bizler için? Tecrübenin eşsiz tadına vardığımız için mi yaşamı kutsuyoruz bu kadar? Ama o zaman yine ölümümüzden çok, var olmadığımız zaman için koca bir yasla geçmesi gerekirdi ömrümüzün. Schopenhauer için, artık var olmayacağımız zaman için kederlenmek, henüz var olmadığımız zaman için kederlenmek kadar saçmadır. Çünkü var oluşumuzun doldurmadığı zamanın doldurduğu zamanın geçmişinde veya geleceğinde olmasının bir önemi yoktur, hepsi birdir.

Schopenhauer için ölümden korkumuz, gerçekte, bütün tabiatı hayat ve varoluş için çabalamaya dayanan yaşama irademizden kaynaklanır: "Ayrıca ölümden korkan gerçekte benliğimizin bu bilen tarafı değildir, fakat fuga mortis bütünüyle ve münhasıran kör iradeden kaynaklanır, ki yaşayan her şey onunla doludur." Nilgün Marmara’nın aşırı karamsar ve depresif bulunan şiiri bambaşka bir perspektifle görünebilir gözümüze bu bilgiler ışığında; onun aslında ‘kör iradeyle’ uğraştığını söyleyebiliriz belki de. ‘’Tüy, kan ve hiçbir salgıyı düşünmeden / Kesmeliyim soluğunu doğmuş olmanın!…/Dost, ana baba ve hiçbir umudu düşünmeden…/Aşk, bağ ve hiçbir utkuyu düşünmeden ‘’ bu dizilerde, o hiç bitmez ve tükenmez kör iştahıyla tamamen hayatta kalmaya programlanmış hayatta kalma içgüdüsüne karşı çıkıldığı açık değil mi? Herkesin birbirini ölesiye ezdiği, devirdiği ve bir nevi ‘her şeyi yaptığı’ yaşama içgüdüsü; her koşula uyum sağlayarak hayatta kalma, evrim. Organizmanın iştahı.

Nilgün Marmara’nın melankolik prenses, hüzünlü kraliçe gibi sıfatlarla anılıp; şiirinin ana damarını ruhsal hastalığına bağlanmasından her zaman derin bir rahatsızlık duydum. Acı en kolay empati yapılan keskin bir duygu ve onun ‘acı’ yı kullandığını, belki istismar ettiğini de asla düşünmedim. Onda, başkaldırı veya gözü kararmışlıktı gördüğüm. Tam da hayatın, tek hücrelisinden en karmaşık canlısına bu bitmez tükenmez iğrenç iştahına karşı bir başkaldırı. Bilinci organizmanın menfaatine karşı savunmak; çünkü ölümden asıl korkması gereken organizmadır. Epiküros’un da dediği gibi ölüm geldiğinde bilinç zaten yoktur.

Kaynak

  • Daktiloya Çekilmiş Şiirler, Nilgün Marmara, Everest Yayınları
  • Ölümün Anlamı, Arthur Schopenhauer, Say Yayınları