Şair ve ‘Kürt çiçekleri’

Ece Ayhan şiiri resmi olanın, otoriter kurumların, bireyin iradesini kıran, özgürlüğünü kısıtlayan, bireyi birey olarak yok sayan yapılanmaların, yaptırımların sivil ve tek başına kalındığında da geri çekilmeyerek, direnişle, karşı müdahaleyle bozuma, yıkıma uğratılmasının şiirsel, düşünsel ve dilsel imkânlarını göstermesi bakımından önemlidir… Onun yapıtları, otoriteye karşı bireysel itaatsizliğin şiirsel deneyimi olarak da örnek gösterilebilir.

Abone ol

Eylül geldi mi, güneşin yaz açısının değiştiği bu coğrafyada; kırda, kentte varlıkta, varoluşta, gurbette, sılada, aşkta, hasrette, kederde, sevinçte, yasta yalnızca sonbahar gelmiş olmaz…

Çok kısa aralıklarla, en çok hafta farkıyla okullar da açılır; ekim başladığında okulların açılma süreci tamamlanmış olur.

Okulların açılması çocukları, gençleri, aileleri, toplumu ve devleti değişik yönleriyle ilgilendiren bir konudur, ama aynı zamanda temel bir sorundur… Böylesine kapsamlı ve derin bir sosyal, kültürel sorunun şairi de, şiiri de ilgilendirmemesi düşünülemez. Şairin her toplumsal sorunda olduğu gibi bu konuda da bir çift sözünün olması, o sözün şiire dönüşmesi kaçınılmazdır.

Modern Türkçe şiirde devleti olduğu gibi bir devlet aygıtı olarak okulu da toplumdaki yeri ve işleviyle birlikte sorunsallaştıran şairlerin başında Ece Ayhan gelir. Hatta modern Türkçe şiir yelpazesinde, Ece Ayhan’ın okul konusundaki düşünsel yaklaşımını paylaşan, aynı radikallikle konuyu sorun edinen bir başka şair yoktur bile diyebiliriz. Ece Ayhan, modern Türkçe şiirde okulu ilk kez devlet kurumu, otoritenin gücünün sergilendiği bir alan olması bakımından sorgulayan, olumsuzlayan bir şair olmuştur. Onun otoriteye olan itirazı, başkaldırısı, kurulu düzeni ve tüm uzantılarını hedef alan köktenci tavrı olduğu gibi yansır şiirlerine…

Ancak bu Ece Ayhan tarzı, tamamen kendine özgü bir biçimde “Ece Ayhanca” bir biçemle yansır şiirlerine… Kurulu olan her şeye karşı çıktığı gibi şiirlerinde kurulu sözü de, kurulu dili de, kurulu anlatıyı da yıkmayı, bozuma uğratmayı amaçlar. Dili bozar, otoritenin kurduğu anlatıya, tarih anlatısına müdahale eder ve anlatıyı kendisi, kendi sözüyle, diliyle yeniden oluşturur… Sınır ötesine atılan, marjın dışına çıkarılan, yani ötekileştirilerek yok sayılan, ancak hayatın içindeki izleriyle varlığını sürdüren her şey onun şiirlerinin sorunu, konusu, anlatısının nesnesi olur… Sözü de, dili de, sözcükleri de, imgeleri de aynı biçimde; ötelenmişin, ötekileştirilmişin, marjın, sınırın, sahnenin dışına çıkarılmış, otoritenin söyleminde yok sayılmış olanın bulunup sergilenmesi, gösterilmesi, seslendirilmesi, şiire dönüştürülmesi için rol alır…

Ece Ayhan’la birlikte şiir, devlet, okul, toplum gibi kavramları yan yana getirdiğimizde hatırımıza ilk gelen elbette “Meçhul Öğrenci Anıtı” adlı yapıt olur:

Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında

Bir teneffüs daha yaşasaydı

Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür

Devlet dersinde öldürülmüştür

Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:

-Maveraünnehir nereye dökülür?

En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:

-Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir.

Bu ölümü de bastırmak için boynuna mekik oyalı mor

Bir yazma bağlayan eski eskici babası yazmıştır:

Yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım

O günden böyle asker kaputu giyip gizli bir geyik

Yavrusunu emziren gece çamaşırcısı anası yazdırmıştır:

Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler

Arkadaşları zakkumlarla örmüşlerdir şu şiiri:

Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında

Her çocuğun kalbinde kendinden daha büyük bir çocuk vardır

Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek.

Ece Ayhan, dili modern Türkçe şiirde bozuma uğratan ilk şair değildir. Akranı sayılabilecek şairler Metin Eloğlu, Can Yücel, Salâh Birsel de dille oynarlar. Dil oyunu, şiirde bir tarz olarak bu şairlerden sonra da sürdürülür. Ancak sözcük ve dil oyunu genel olarak mizaha, ironiye yönelik olarak kalır. Ece Ayhan’sa, dili verili düzene radikal bir tutumla müdahale etmek amacıyla bozar.

Yıkar, yeniden kurar. Onun oyununun birincil amacı, açık hedefi farklıdır. Dille oynamak uzlaşmaz bir eleştirelliğin dışavurumuna dönüşür. Dile müdahale doğrudan doğruya otoriteye bir başkaldırı anlamı kazanır onun şiirlerinde… O nedenledir ki otoriteyle uzlaşma Ece Ayhan için sözlüklerde de, hayatta da var olmayan bir kavramdır. Uzlaşmazlığının açığa çıktığı “Mor Külhani” adlı yapıtı, aslında şiir anlayışını dile getirmek için yazılmış bir manifesto gibi de okunabilir:

1. Şiirimiz karadır abiler

Kendi kendine çalan bir davul zurna

Sesini duyunca kendi kendine güreşmeye başlayan

Taşınır mal helalarında kara kamunun

Şeye dar pantolonlu kostak delikanlıların şiiridir

Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler

2. Şiirimiz her işi yapar abiler

Valde Atik'te Eski Şair Çıkmazı'nda oturur

Saçları bir sözle örülür bir sözle çözülür

Kötü caddeye düşmüş bir tazenin yakın mezarlıkta

Saatlerini çıkarmış yedi dala gerilmesinin şiiridir

Dirim kısa ölüm uzundur cehennette herhal abiler

3. Şiirimiz gül kurutur abiler

Dönüşmeye başlamış Beşiktaşlı kuşçu bir babanın

Taşınmaz kum taşır mavnalarla Karabiga'ya kaçan

Gamze şeyli pek hoş benli son oğlunu

Suriye hamamında sabuna boğmasının şiiridir

Oğullar oğulluktan sessizce çekilmesini bilmelidir abiler

4. Şiirimiz erkek emzirir abiler

İlerde kim bilir göz okullarına gitmek ister

Yanık karamelalar satar aşağısı kesik kör bir çocuğun

Kinleri henüz tüfek biçimini bulamamış olmakla

Tabanlarına tükürerek atış yapmasının şiiridir

Böylesi haftalık resimler görür ve bacaklanır abiler

5. Şiirimiz mor külhanidir abiler

Topağacından aparthanlarda odası bulunamaz

Yarısı silinmiş bir ejderhanın düzüşüm üzre eylemde

Kiralık bir kentin giriş kapılarına kara kireçle

Şairlerin ümüğüne çökerken işaretlenmesinin şiiridir.

Ayıptır söylemesi vakitsiz Üsküdarlıyız abiler

6. Şiirimiz kentten içeridir abiler

Takvimler değiştirilirken bir gün yitirilir

Bir kent ölümünün denizine kayar dragomanlarıyla

Düzayak çivit badanalı bir kent nasıl kurulur abiler?

Ece Ayhan / Fotoğraf: Ara Güler

İtiraz, uzlaşmama, müdahale ve tüm bunların şiirde gerçekleşme biçimi olarak egemen sözü yıkıp yerine kendi sözünü yerleştirmek Ece Ayhan şiirinin esasını oluşturur. Bu tutum anlatının kaotikleştirilmesi, sesin atonalleşmesi, dilin çarpa çarpıtıla, çeke çekiştirile, yırta yırtıla yeniden yaratılması olarak da sürer… Yaratım süreciyle birlikte oluşan ve şiir bittiğinde tamamlanan dil, yıkılmış, enkazlarından doğan bir şey değildir. Yıkılanın yerini alan bambaşka bir yapıdır. O nedenle denebilir ki Ece Ayhan şiiri bir dil, duygu, düşünce yapbozu değildir. O onaran, otayan bir tutum almaz… Yaraya değil, yaraya neden olana bakar daha çok… Ve her zaman diktir bakışı.

Ece Ahyan şiirinde ön plana çıkan temaların birbiriyle ilişkili olduğunu ve şairin genel olarak devlet, hiyerarşi ve otorite gibi kavramlarla ilgilendiğini görürüz. Devlet, tarih, dil, okul, ahlak gibi sosyal ve siyasal kurumları işaret eden kavramlar, Ece Ayhan şiirinin sorunsalını oluşturan temel izlekler olarak çıkar okurun karşısına. Onun sivillik iddiasının, hatta davasını da diyebiliriz buna, bu açıdan anlam kazandığını söylemek mümkün.

Ece Ayhan şiiri resmi olanın, otoriter kurumların, bireyin iradesini kıran, özgürlüğünü kısıtlayan, bireyi birey olarak yok sayan yapılanmaların, yaptırımların sivil ve tek başına kalındığında da geri çekilmeyerek, direnişle, karşı müdahaleyle bozuma, yıkıma uğratılmasının şiirsel, düşünsel ve dilsel imkânlarını göstermesi bakımından önemlidir… Onun yapıtları, otoriteye karşı bireysel itaatsizliğin şiirsel deneyimi olarak da örnek gösterilebilir.

Ece Ayhan’ın yıkıcılığıyla, alışkanlıkları bozmasıyla ilgili sözlerimi desteklemesi için “Çapalı Karşı” başlıklı şiirini anımsatmak istiyorum:

Kollarında eski balık dövmeleri

teodor kasap perhiz ahali içmez

ay türkçe rakı çıkmıştır kapalı

ve geniş muhlis sabahattin'den

ayşe opereti ne güzel bir hiç

Üç yıllar var ki minyatürlere mahkûm

teodor'un o eski balık dövmeleri

ay osmanlılaşmış abi tüfekçi olmuş

ve korkunç taş gülmekler muhlis'te

gibi merdivenli bir sokaklar uzatmış

çiçek bahçelerine kaçabilsin ayşe

atlı tramvaylarla ne güzel bir hiç

İşte o biçim gecelerde kucaklamış

getirir enflasyon arkadaşlarını

kova abdülhamit akşam gazeteleri

dağlar gibi yalnızlık ne güzel bir hiç.

Onu bir şair olarak, tüzüklerle çarpışarak yaşamış bir şair olarak konu edinmemizin nedenlerinden biridir devletin otoritesini sergilediği, ideolojisiyle sahaya indiği kurumların başında gelen okula karşı eleştirel tavrı ve isyancı duyarlılığı… Öte yandan siyasal bir şair değildir Ece Ayhan. Siyasal olmadan siyasalın alanında konuşmuş; sosyal, tarihsel, kültürel sorunların gerektiği gibi gömülmemiş hayaletlerini önemsemiş, yüzleşme ve hesaplaşma duyarlılığının önemine de dikkat çekmiştir… “Usta İşi” şiiri de onlardan biridir. Şiirden ilk bölümü okuyalım:

1. Fakir kuş hiç unutmaz, kitapların yakıldığı yıldı

Kırk kapıdan birden devletle girdiğini gördük

Başsız bir at ve içindeki solgun süslü binicisinin

Dervişlere göre parçalanmış ölüm doğudan dönüyordur

Onun için ki acı bir suyla üçe bölünmüştür bir kent

Ece Ayhan’ın, yaşamını da şiirlerinde olduğu gibi radikal, yani köktenci bir tavırla sürdürdüğünü görürüz. Soyadını, bireyi bir ağın içine dahil eden, dolayısıyla kurumsallaştıran bir sosyal kod olarak tanımlamak olası. Sanırım Ece Ayhan’ın şiirlerinde soyadını kullanmaması da otoriteye, devlet eliyle sağlanan kurumsallığa olan itirazı ve başkaldırısı olarak yorumlanabilir… En azından bu bağlamda düşünebiliriz. Onun şair duruşundan doğan ve benimseyip kararlı biçimde sürdürdüğü otoriteyle ilgili tüm ağların dışında kalma, devlet kurumlarının kapsama alanından uzakta olma, uzlaşmama tavrı yorumumuzu destekler niteliktedir.

Ece Ayhan’ı İkinci Yeni dalgası içinde unutulmaz ve özgün yapan da, ona “devrimci şair” niteliğini kazandıran özellik de şiirinde mevcuttur. Düşüncesiyle eylemi, yani poetikasıyla şiiri tutarlı az sayıda şairden biridir de diyebiliriz onun için… Yaşamı süresince de, yaşayanların belleğinde bir hatıraya dönüştükten sonra da birçok şey şiirlerinde söylediği gibi gerçekleşir. Örneğin “Zambaklı Padişah” şiirinde dile getirildiği gibi onun şiirleri hâlâ koşuyu sürdürmektedir:

Azizim, güzel atlar güzel şiirler gibidirler

Öldükten sonra da tersine yarışırlar, vesselam!

Ece Ayhan’dan, onun resmi ideolojiye, devlet ağzına, otoritenin görüşüne olan itirazından, düzene karşı duruşundan söz ederken onun zor zamanda tavır almaktan kaçınmadığını da vurgulamak gerekir. Öyle zor zaman ve koşulların yaşandığı bir dönemde geri çekilmek yerine öne çıktığını, Kürt özgürlük mücadelesinin yanında yer aldığını hatırlatmak önemli. 1990’lı yıllarda muhabirleri öldürülen, ana binası bombalanan Özgür Gündem gazetesinde gerçek bir aydın tavrı göstererek köşe yazarlığı yapmıştır… Şimdi bu hatırlatmanın ardından, yapılabilecek en iyi jest sanırım onun “Açık Atlas” başlıklı şiirini paylaşmaktır:

Hayattan ders veriyor diye öğretmenleri kızdıran

Tuzu bir bulmuş çocukları saklamadan güldüren dünyaya

Su kaçırmaz bir eşeğin sesine açıktır penceresi

Bir sınıfın, batı son dersinde, kuşluk vakti

Meşeler yapraklanınca bir tuhaf olurlar işte

Koparılmış kürt çiçekleri, hatırlayarak amcalarını

Azınlıkta oldukları bir okulda bile, sorarlar soru

Neden feriklerin ve eşeklerin memeleri vardır?

En arka sırada çift dikişliler, sınavda en öne

İntihara ve denizde nasıl boğulmaya çalışırlar

Yalnız Orta Doğu'da el altında satılan bir atlas

Kim demiş on sekiz yaşından küçükler okuyamaz

Bakıldı ki kum saati, ters çevrilmiş, çıt, usul isa asi olmuş

İkinci karnede babası yarısını silahıyla dışarda bırakıp

Öyle öğretildiği için saygılı, sınıfa giren parmak çocuğun

Boş yerine, girilmeyen bir dersin denizi, gelip oturmuş

Açık kalmış atlası, deniz taşmıştır, darılmasın Fırat ama

Hayatın orta öğretmeni sustu, dondu gülmeleri çocukların

Bir cenaze töreninde daha ölümü karşılamaya götürüleceğiz

Efendiler! Eşekler susabilirler

Ne yani çocuklar hiç gülmeyecekler mi?

Yayımlanan ilk şiirinden itibaren modern Türkçe şiirin şiir açısını, dil açısını, düşünce açısını, duyarlılık açısını kökten değiştirecek kadar önemli, devrimci bir müdahalede bulunmuştur Ece Ayhan…

Kötümser olmakla nitelenmiş bir şairle ilgili konuşurken nasıl dedirtecek bir öneride bulunacağım. İyimser olabiliriz. İyimser olup şöyle bir sahne canlandırabiliriz hayalimizde. Okullar açıldı demiştik…

Daha ilk günden okula cebinde şiirle giden biri... Şahsen değilse de ruhen “mor külhani”… Ve avluda, kantin de olabilir, hatta sınıf da… Sınıf olsun… Kara tahtanın önünde, kalabalık da olabilir. Ama o, tek başına mı, başkaları da var mı aldırmadan, yüksek sesle şu soruyu soruyor:

Maveraünnehir nereye dökülür

“Meçhul Öğrenci Anıtı” adlı şiirin bu dizesi kim bilir, beni olduğu gibi başka kimleri “soruları tarihselleştiren yanıtlardır” gerçeğine götürmüştür…

Otoriteye şiirin diliyle nasıl baş kaldırılabileceğine ilişkin örnek oluşturan ve “gülmek devrimci bir eylemdir” sözünü çerçeveleyen şu iki dizeyi yineleyerek bitirmek istiyorum:

Efendiler! Eşekler susabilirler

Ne yani çocuklar hiç gülmeyecekler mi?

Yaşarken dilin evinde kalmış şair, zamanı geldiğinde çiçeklerin koynuna uyumaya gittiğinde ev onu unutmayacaktır… Unutamaz da… Türkçenin unutulmaz şairine saygılar…

Haydi 2 / Hazırlayan: İlknur Yurtbaşı / Ömer Aygün / YKY

YENİ ÇIKAN KİTAPLAR 

Dağlarca’nın sandığı

Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı tanıyanlar, bilenler, şiirini ve şairliğini izleyenler, hakkında araştırma yapanlar ya da yazılmış yazıları okuyanlar şaşırmıyorlardır kuşkusuz. Dağlarca’nın sandığı adeta bir dipsiz kuyu. Ölümünden sonra yeni kitapları yayımlanmaya devam ediyor. En son Yapı Kredi Yayınları, şairin ölümünün ardından kitaplarına girmemiş şiirleri “Kaçaklar” üst başlığıyla yayımlamaya başlamıştı.

“Haydi 2” kitabı da “Kaçaklar” dizisinin ikinci cildi olarak yayımlandı. Kitap, Dağlarca’nın 1968’de yayımlanan “Haydi” adlı dörtlüklerden oluşan yapıtının da devamı niteliğinde. Bu kitapla birlikte, Dağlarca’nın açılmamış arşivlerinde olduğu bilinen büyük bir “dörtlük” toplamı da gün yüzüne çıkmış oluyor. Kitabın kapağında yer verilen dörtlüğü biz de şiir okurlarıyla paylaşıyoruz… Çok deme sen Dörtlüklerime benim Bir bir dağıtsam onları Birer sözcük bile düşmez ellerinize

BU AYIN DERGİLERİ…

yeni e’nin 12'nxi sayısı çıktı

Aylık kültür, sanat, edebiyat dergisi yeni e’nin 12. sayısı yayımlandı. yeni e dergisinin Ekim 2017 tarihli sayısında şiirleriyle yer alan isimler şöyle: Elif Firuzi, Yusuf Yağdıran, Âba Müslim Çelik, Ziya Boz, İnan Kızılkaya, Vladimir Mayakovski (Çeviren Sevi Emek Önder). Hüseyin Bahça, Kadir Sevinç ve Cihan Oğuz.

Suje dergisinin eylül sayısı

Dijital ortamda e-dergi olarak yayınını sürdüren Suje’nin eylül sayısı okurlarıyla buluştu. Suje dergisinin 24. sayısında şiirleriyle Korkut Karapalamut, A. Y. Borke, Berivan Kaya, Payanda, Çiğdem Baydar, Haşim Gökçek, İfan Oral, Ayşen Deniz N, İbrahim Şahin, Murat Koçak, Hasan Şahingöz, Hüseyin Kurnaz, Meral Şimşek, Arda Selim Payez, Serap Düşlem, Hüseyin Aslan ve Kıvılcım Vafi yer alan isimler…