Şairler günü!
Edip Cansever’in ölüm yıldönümü olan 28 Mayıs, modern Türkçe şiirdeki yerini ve varlığını yaşarken kabul ettiren küçük İskender’in de doğum günüdür. Salgın nedeniyle bu yılki 28 Mayıs Edip Cansever anmasında, şiir dostlarının bir araya gelerek buluşması gerçekleşemese de şiir kamuoyuna bir çağrımız var: Gelecek yıldan itibaren 28 Mayıs’ın “Şairler günü” olarak kutlanmasını öneriyoruz! Her yıl UNESCO’nun kararıyla 21 Mart’ta Dünya Şiir Günü etkinliklerinin yapılması, ayrıca şairler gününün de olmasına neden engel olsun ki, varsın bir de şairler günü kutlansın…
Şairler, yapıtlarının güçlü etkisiyle yaşamayı sürdürseler bile doğum ve ölüm yıldönümlerinde anımsanmaları, onlar adına düzenlenen kutlama, anma etkinliklerinin süreklilik içinde devam etmesi çok rastlanılan bir durum değil. Ancak, hiç olmuyor da değil. 1994 yılından başlayarak her yıl takvimler 28 Mayıs’ı gösterdiği günün akşamında bir grup şair, şiir okuru, şiir tutkunu, şiir sempatizanı Kadıköy sahihinde (Mendirekte) buluşur, Edip Cansever’in ölüm yıldönümünde anma etkinliği düzenlerdi. Edip Cansever’in şiirini ve şairliğini değerlendiren kısa konuşmalardan sonra kitaplarından şiirler okunurdu. Her yıl aynı yerde yinelenen etkinliğin, 2018’den itibaren İzmir’de de düzenlendiğini belirtelim. İlki Alsancak Gündoğdu Meydanı’nda, ikincisi Karantina sahilinde gerçekleştirildi. Kısaca söylersek, Edip Cansever’i anma etkinliği yirmi beş yıl kesintisiz biçimde sürdürülmüştür.
Salgın nedeniyle bu yılki 28 Mayıs Edip Cansever anmasında, şairin sevenlerinin, okurlarının ve şiir dostlarının bir araya gelerek buluşması gerçekleşemedi. Elbette şairi ya da şairleri anmanın tek günü olmaz. Bugünler ancak olsa olsa bir vesiledir. Hiç kuşku yok ki şiir okurları Cansever’i de sevdikleri başka şairler gibi her fırsatta, hiç değilse şiirlerini okuyarak anmaktadırlar. Değil mi ki Edip Cansever, modern Türkçe şiirdeki yeri ve varlığı itibarıyla sadece doğum ve ölüm günlerinde anılmakla kalmayacak kadar önemli, geniş okur kitlesince benimsenmiş ve sevilen bir şairdir.
EDİP CANSEVER’İN ÖLÜM YILDÖNÜMÜ, KÜÇÜK İSKENDER’İN DOĞUM GÜNÜ…
Rastlantı mıdır, tarihin, takvimin “cilvesi” midir, ne derseniz… Edip Cansever’in ölüm yıldönümü olan 28 Mayıs, bir başka şairin, modern Türkçe şiirdeki yerini ve varlığını yaşarken kabul ettiren, bir yıl önce yaşamını yitiren küçük İskender’in de doğum günüdür.
küçük İskender, bu tarihsel “kesişmeyi”, takvimsel rastlantıyı, tuhaf tesadüfü birçok yerde vurgulamıştır. Hazin bir hikâyedir ve üstüne basarak dile getirmiştir, Cansever’le tanışmaya gideceği gün onun ölüm haberini aldığını…
Tarihin çektiği çizgide, takvim üzerinde, şairlikleri parantez içinden çoktan sonsuzluğa taşmış iki isim arasında, şiirin tamamen dışında oluşan bu ortaklığın, bu kesişmenin elbette rastlantısal ve tabii bir o kadar da kişisel boyutta olduğu söylenebilir. Ancak bu rastlantı, bazı yönlerden hem kişisel olmaktan çıkıyor hem de şiir açısından önemli hale geliyor. Örneğin küçük İskender’in Edip Cansever’i keşfi, şiirinin oluşması ve gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Orhan Koçak gibi söylersek Edip Cansever, küçük İskender’in “şair babalarından” biri olmuştur.
‘EDİP’LE SEVİŞMEYE BAŞLADIKTAN SONRA AT GÖZLÜĞÜM YERE DÜŞTÜ’
küçük İskender de bunu açıkça dile getirmiştir. Edip Cansever, küçük İskender açısından modern Türkçe şiirin içinde İkinci Yeni şairlerinden biri omaktan daha fazlasıdır. Şiirleri de bunu söyler. Kısacası Edip Cansever, küçük İskender’in şiirinde de, şairliğinde de kurucu ve geliştirici bir rol model olmuştur. Bu etkileşimi şair, Metin Celal’in yaptığı ve 1993’te Sombahar dergisinde yayımlanan söyleşide şöyle dile getirir: “Edip’le ve Rimbaud’la sevişmeye başladıktan sonra at gözlüğüm yere düştü.”
‘16 YAŞIMDA OĞUZ ATAY DİLİMİ ÇARPTI’
Şairin “at gözlüğünü yere düşüren” ve şiirinin oluşması, gelişmesi sürecinde etkili olan “içeriden” kaynaklar arasında elbette yalnızca Edip Cansever yoktur. Yine küçük İskender’in kendi anlatımıyla şiirinin oluşmasında ve gelişmesinde Oğuz Atay’ın büyük rolü vardır. Şair, bu etkileşimle ilgili olarak “On altı yaşımda Oğuz Atay dilimi çarptı” diyor ve ekliyor: “Her şairin hayatında bir Olric olmalıdır.” Etkilendiği yazarlar arasında Boris Vian’ın da ayrı bir yeri olduğunu da unutmamak gerekir.
Modern Türkçe şiirin, “büyük resmine” bakarak söylersek küçük İskender’in etkilendiği tek şair Edip Cansever değildir.
Onun şiirlerine Edip Cansever’i olduğu kadar Nâzım Hikmet’i de buluruz. Ginsberg’i de, Ece Ayhan’ı da bulmak mümkündür; ararsanız daha birçok şair çıkar onun sesinin, sözünün, dilinin altından... Ancak hepsini bir potada, şiirin potasında eritmeyi amaçlamıştır. Bu bir tür “şiiri kendi içinde toparlama sevdasını” da büyük ölçüde gerçekleştirmiştir denilebilir. Öyle olduğu için de bugün “okunan şairler” arasındaki yerini korumaktadır. Yine de küçük İskender şiirinde iki ismin, Edip Cansever’in ve Oğuz Atay’ın yerinin ayrıcalıklı olduğunu belirtelim.
Edip Cansever’le küçük İskender’in paylaştıkları, sadece takvimde bir gün değildir. Birinin ölüm, birinin doğum günü olan 28 Mayıs gibi iki şairin yaşamlarında yer almış ve şiirlerine yansımış başka ortak yanları da vardır. Edip Cansever, yalnızca İkinci Yeni dalgasının değil, Nâzım Hikmet’ten sonra modern Türkçe şiirin en kabına sığmaz şairlerindendir.
Cansever’in şiirdeki arayışı son yapıtına kadar sürmüştür. Şiirin sınırlarını şiir için hem biçim, hem içerik, hem de biçemsel yönden zorlamış ve amacına da ulaşmıştır. Onunla birlikte modern Türkçe şiir, deyim yerindeyse yeni ufuklar kazanmıştır. Bir şairin şiire, şiirin alanını genişletmesinden daha başka ne katkısı olsun istenir ki… Bir hayli erken denilecek yaşta yaşamdan kopmamış olsaydı, senaryo tekniğiyle şiirleştirdiği ve yepyeni bir arayışı, deneyimi yansıtan son kitabı Oteller Kenti’nden sonra kim bilir sınırları hangi tarafa doğru aşacaktı… Şiir önceden belirlenmiş, çekilmiş sınırların ötesindedir. Şiirin sınır aşırı olduğunu sadece Edip Cansever’in yapıtlarıyla örneklendirmek bile mümkündür.
İSTANBUL
İki şair arasındaki ortak özelliklere bakmaya devam edelim. Edip Cansever İstanbullu’dur. küçük İskender de öyle. Her iki şair de İstanbul’u şiirlerinde turistik bir dekor olarak değil, içindeki hayatla birlikte düşünmüşler, duyumsamışlar ve yazmışlardır. Her iki şairin şiirinde de yalnızca İstanbul Türkçesi değil, İstanbul’un İstanbul olan sesi de vardır. Edip Cansever’in “Ruhi Beyi” Beyoğlu’nun bizzat kendisi olarak bile düşünülerek okunup yorumlanabilir. küçük İskender de Beyoğlu’nu eksen almıştır. Edip Cansever Beyoğlu’nun üstünde, ara sokaklarında dolaşmış ve oraları yazmışsa, küçük İskender yeraltına inmiş ve namı diğer Pera’nın altını yazmıştır. Cansever’in “Kesit” şiirinin ilk betiğini aktaralım:
Gülleri, glayolleri ve pezevenkleriyle pasaj
Geçitlerin sinirli yerleri
Gizleniyorum orada
Kazılardan yorgun çıkmışım
Gözlerimde düş fosilleri.
küçük İskender’in İstanbul algısıyla Edip Cansever’in İstanbul imgesini oluşturan duyarlılık örüntüsel biçimde ilişkilidir.
Edip Cansever’den bir şiir daha okuyalım. “Aşklar İçinde” şiirinden bir bölüm:
Hisarlı balıkçı ağlarını ayıklıyor
Ağları pembeden hüzne giden
Dip sularında mercanlar gibi koyulaşan
Kirpiksiz gözleri böyle daha güzel
Çil basmış yüzünü bütün
Parmakları capcanlı, pavuryalar gibi
Merhaba, desem bir kucak balık atacak önüme
Biliyorum atacak
Böyledir memleketimin yoksul halkı
Bir onlarda rastladım bu cömertliğe
İstavritler kıpır kıpır dibinde sandalının
Balık dedin mi, oynamaz gözleri hiçbirinin,
tertemiz bir resim gibi
bakarlar insana
Günlerce bakarlar,
bıraksan yıllarca bakarlar belki
Gözlerin gibi senin, yıllardır unutamadığım
Ve bu yüzden olacak
düşünmedim şimdiye kadar
bir balığın ölebileceğini.
küçük İskender’in İstanbul’la ilgili tanımı, İstanbul anlayışı, İstanbul’u kavrayışıyla ilgili düşünceleriyse şöyledir: “İstanbul; Beyoğlu, Topkapı, Boğaz, Maltepe değil, İstanbul’da yaşayan bireyin ta kendisidir. O bireyin diğer bireylerle kurduğu iletişimdir. İstanbul topraklarındaki nesnelere olan ilgisidir. Farklı coğrafyalara bakış açısıdır.”
Edip Cansever’in şiiri gibi küçük İskender’in şiiri de teatraldir. küçük İskender sinemayı tercih etse de şiirlerindeki teatral hava bir hayli baskındır. Şiirlerinin bazen Shakespeare’in oyunlarından tirat, bazen Brecht’in epik tiyatrosundan replik, bazen Beckett’in absürd oyunlarından diyalog havasında olduğu çoktur.
BODRUM
Her iki şairin hayatında Bodrum’un da önemli bir yeri olduğunu belirtelim. Edip Cansever yaşamını yitirdiğinde Bodrum’da tatildeydi. küçük İskender de yaşamını yitirmeden bir süre önce Bodrum’a yerleşmişti, orada yaşıyordu. Edip Cansever’in Kirli Ağustos’unda yeni bir keşifle birlikte güneyin, Akdeniz’in, yaz mevsiminin ve doğanın, daha önceki kitaplarından farklılaşan ayrı bir yer vardır. “Ha Yanıp Söndü Ha Yanıp Sönmedi Bir Ateşböceği” başlıklı şiirin ilk betiğini paylaşacağız:
Vurdum güneye o zaman
Eski bir su dibi mühendisiyle
Yokluktu olan bir şimdi içinden
Damarlarıma dolan bir şimdi içine
Aktım patlayınca avlular balkonlar açan höyüklerden
Ben. Yüzümde o zambak işareti, eski
Bir benim bir onun bir kimin ikindisi
Vurdum güneye
Üstünü konuşulmamış sözlerle örten.
“Ben Türkçe şiirin piçiyim” diyecek kadar açık sözlü ve cesur konuşan, sadece konuşmayan, cesaretini pratiğine, şiirine de yansıtan ve risk almaktan kaçınmayan küçük İskender de Edip Cansever gibi kabına sığmayan bir şairdir. Bu konuda Nâzım Hikmet ve Edip Cansever’le ilgili söylediklerimizi onun için de yineleyebiliriz. Şiirin yürürlükteki haliyle uzlaşmak ve kendine ordan pay çıkarmak dururken bunu reddederek “yerleşikliğin” bütün vaatlerinin dışına çıkmış, hatta nasıl söyleyelim, sel olup taşmış, şiiri de oraya taşırmıştır. Kabına sığmamıştır, sığılacak kapları da tekmeleyip ters çevirmiştir… Seksenlerin bittiği, doksanların ilerlemeye başladığı süreçte küçük İskender’in de şair olarak yıldızı hızla parlar.
Defter dergisinin 19. sayısında dönemin şiir anlayışına ilişkin gözlemlerini aktaran yazısında Ahmet Oktay, “Somutla soyutun, durumla görüntünün yan yana geldiği, bu tür şiirsel gravitasyon yasasıyla dengede kalan, patetik ve felsefi bir sözlük üreten bu biçim/biçemin” köklerinin öznede aranabileceğini belirtir. Oktay yazısında şöyle devam eder:
“Öznenin bütünlük duygusunu olduğu kadar güven duygusunu da yitirdiğini öne sürebiliriz. Parça parça, an an yaşanan, nesnelerin de, görüntülerin de uçucu bir nitelik kazandıkları, kararsızlaştıklan bir ortamda, dil de bir açıklama aracı olduğu yerde ansızın şifreye dönüşüyor, içrekçi bir hava yansıtırken günceli dile getiriyor. Belki de Türk şiirinde özne ilk kez böylesine somut biçimde öne çıkıyor. Yolunu arayan Ben. Bu noktada duygulardan söz edebileceğimizi düşünüyorum. Günümüz şiiri, duyguların abartılışını da, Fredric Jameson'ın postmodernizmi irdelerken söz konusu ettiği duyguların sönüş halini de yansıtıyor. küçük İskender coşku ile ironiyi, gerçekle gerçeküstüyü ya da gerçekdışıyı, ama daima duygusal düzlemde kalmayı başararak, iç içe kullanır.”
Ahmet Oktay’ın küçük İskender’in şair olarak yıldızının parlamaya başladığı ortama ilişkin değerlendirmesi küçük İskender’in yapıtlarını da kuşatır… küçük İskender şiirinin daha sonraki gelişimi Ahmet Oktay’ın erken dönemdeki saptamalarını tekrar tekrar doğrulayacak biçimde sürmüştür diyebiliriz. Yeri gelmişken küçük İskender’den bir şiir okuyalım. 1994’te yayımlanan Periler Ölürken Özür Diler kitabındaki Allen Ginsberg’e ithaf edilmiş “Türkiye” başlıklı şiirden son iki betiği aktarıyoruz:
‘Uzak Asya’dan gelip Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket.. sizin! Afiyet olsun efendiler!’ demekten
bıktım, bıktık, anlıyor musun, orada mısın Türkiye,
Ama yine de memnun olmuyorsan bu tavırdan ve
kızıyorsan ve sinirleniyorsan, olsun,
biz yine geliriz; yine yazar, söyleriz; ölürüz;
biz yine gideriz;
sen, rahatını bozma o zaman, güzel bir çocuk gibi
bu şık dünya yatağında
böyle masum böyle mazlum uyu Türkiye
Bütün şiirler, metin olarak hem okumaya hem de değişik okuma biçimlerine açıktır. Hatta hiçbir metin, şiir kadar açıklık niteliği içermez diyebiliriz. O nedenle şiir ve şairlerle ilgili değerlendirmelerde eleştirmenlerin yaklaşımı önemlidir, ama şairlerin şiir ve şairleri değerlendirmelerinden yansıyan ışık da, perspektif de sanki çok daha başkadır…
Ahmet Oktay, Edip Cansever’i üçüncü anma gününde yapacağı, ancak etkinliğine katılamadığı için sunamadığı konuşmayı yazıya dökerek yayımlar. Oktay, kaybının acısı henüz tazeliğini koruyan arkadaşı Cansever’le ilgili şunları söylüyor: “Cansever, Türkiye’nin ekonomik, politik, ideolojik düzeylerde dönüştüğü bir tarih döneminde yaşadı. Bu dönemin yıkımları ve umutları, yüzünde olduğu gibi şiirinde de derin izler bıraktı.”
ŞAİRLER GÜNÜ
Şiir kamuoyuna bir çağrımız var. Gelecek yıldan (2021) itibaren 28 Mayıs’ın “Şairler günü” olarak kutlanmasını öneriyoruz. Ne gerek var ki şiir günü kutlanıyor işte denir mi? Her yıl UNESCO’nun kararıyla 21 Mart’ta Dünya Şiir Günü etkinliklerinin yapılması, ayrıca şairler gününün de olmasına neden engel olsun ki... Varsın bir de şairler günü kutlansın… Şiirde ölümsüzlüğün kütüğüne, hatıraya ve hafızaya kaydedilmiş şairlerin selamlandığı, anıldığı bir gün olması niye fazlalık olsun ki? Neden şairler de özel bir günde gündeme geliyor olmasınlar?
Umarız bir sonraki yıl “şiirsiz yapamayanlar” olarak “Şairler Günü”nü kutlarız. Bu vesileyle düzenlenen etkinlikte daha çok şiir okur, daha uzun sohbet ederiz. Edip Cansever, küçük İskender gibi daha nice şairi selamlarız.
Edip Cansever’in bir bölümünü daha önce alıntıladığımız “Aşklar İçinde” şiirinden bir başka betik aktararak bitirelim:
Nerede okumuştum, hatırlamıyorum şimdi, biri mi anlatmıştı yoksa
Mahpusunu kıskanan bir gardiyanı
Ve düşün sevgilim, mahpusunu kıskanan bir gardiyan düşün
Ne kadar acı bunlar
Kıskanıyorlar hepimizi ve kıskanacaklar
Güç iştir çünkü bir tarihi insan gibi yaşamak
Bir hayatı insan gibi tamamlamak güç iştir
Birazdan akşam olacak sevgilim
Bütün heybetiyle akşam olacak
Sevgilim, diyorum, oysa kimsecikler yok yanımda
Bilmiyorum kime sevgilim dediğimi
Bildiğim bir şey varsa
O kadar yeni bir anlamda söylüyorum ki bu kelimeyi
Unutup birden zamanı ve yeri
Onunla bir günü kutluyorum coşarak
Onunla bir günü kutluyoruz sanki.
Sonsuzluğun ufkundan şiirle seslenenlere selam olsun…