Kitap okumak bir ölçek işidir. Bir çocuk okurken içinde bir dünya kurulur; dünyadan da daha büyük bir dünya… Çocuk o dünyanın içinde ölçeğini bulur. Kendine benzeyenleri ileride tanımak için bir ölçek… Şükran Yiğit’in “Burası Radyo Şarampol”ünde böyle bir ölçek var.
1.
İlk coğrafya derslerimi küçük bir çocukken aldım.
Robinson Crusoe’nun adası. Jean Valjean’ın Paris’i. Phileas Fogg ile Passepartout’nun (Paspartu) seksen günlük dünya gezisi. Çocuk Kalbi’nde İtalyan şehirleri. Nihayet Peter Pan’ın Neverland’e yol tarifi: Sağdan ikinci yıldız ve sabaha dek hep ileri…
Sadece coğrafya mı? Macera, arkadaşlık ve hayallerden oluşan sarsılmaz bir hayat bilgisi… Ömer Seyfettin, Jules Verne, Gülten Dayıoğlu, Robert Louis Stevenson ve diğerleri… Benim küçük okulumun onlarca öğretmeni…
O yaşlarda okumak, hem de çok okumak elbette okuma sevgisi ve ritmi kazandırdı. Ama daha da önemlisi bana, o günlerde anlamadığım bir başka şey verdi: Bir ölçek.
Size uyanı, uymayandan rahatça ayıran bir ölçek. İyisiyle kötüsüyle, sevdiğiniz her şeyi, seveceklerinizin kefili ve garantisi yapan bir ölçek.
“Ne var bunda” diyeceksiniz belki. Ne var yani? Herkes tanır sevdiğini…
Ama öyle değil. Bence öyle değil. Çocuklukta içinize yerleşen bir ölçek hayatı tanımayı kolaylaştırıyor. “Hayatınızı rahat kılıyor, sizi başarıya ulaştıracak merdivenleri üçer beşer tırmandırıyor, sevmenizi, sevilmenizi sağlıyor” demiyorum. Tanımanızı, anlamanızı sağlıyor.
Ama en çok da sizin gibi olanları. Size benzeyenleri.
Az şey mi?
2.
Çocukluktan beri en çok yaptığım şey kitap okumak. Elbette yazmakla, izlemekle, dinlemekle, konuşmakla, araştırmakla da herkes gibi epey vakit geçirdim ama şöyle bir bakıyorum da en çok kitap okumuşum ben. Bu kitaplardan da kendime iyi kötü bir dünya kurmuşum.
Ölçeğimi bulmuşum.
İşte bu ölçeğin verdiği hayat bilgisinin bir örneği: En çok çocukken okumaktan haz almışım. Masada, yatakta, boylu boyunca halıda, gölgede, güneşte, tatilde, okulda…
Bunun yeni yeni farkına vardım.
Çocukken okuduğum bir kitabı yeniden okuduğumda, o hazzın ancak kırıntılarına ulaşıyorum ve bu bile çok geliyor.
O zamanlar içimde bir dünyanın kurulduğunu ve bunun nasıl büyük, dünyadan da büyük bir şey olduğunu anlıyorum.
Onun hazzı bu.
3.
Bu sene de çok okudum. Çocukken okuduğum bazı kitapları okudum. Bir de çocukluk günlerini çağıran, hatırlatan kitaplar okudum…
İçlerinden birini herkese anlattım, sevinçle tanıdıklarıma önerdim. Şükran Yiğit’in “Burası Radyo Şarampol”ü… Bunca kötü günlerden, ölçekleri zorlayan zamanlardan geçerken size de önermek, anlatmak istiyorum. Belki size de iyi gelir. Eminim iyi gelir. Kitap sadece ismiyle bile beni uzun süredir çağırıyordu ama ancak bu sene okudum.
İki bölümü var kitabın. Kahramanın çocukluk ve yetişkinlik günleri… Konusundan bahsetmeyeceğim, sadece bu yazıya uygun şekilde, ilk bölümünden bir iki ayrıntıyı, Yiğit’in Antalya’da yaşayan kahramanının içinde kurduğu zembereği anlatmak istiyorum.
Çünkü bu da bir ölçek.
Her iyi zemberek gibi, isabetle işleyen ve kendini hatırlatan bir ölçek. Yiğit’in düşler içinde, aheste aheste, bir elmayı soyar gibi ilerleyen satırları hem o ölçeği / zembereği kuruyor hem de bir çocukluk bahçesini…
Önce coğrafya…
Yiğit’in çok iyi becerdiği: Şarampol, Oba, Trafo, Asfalt, Pazar diyerek yerli yerinde bir çocukluk coğrafyası yaratması. Çocukluk esasen bir harita ve ölçek meselesidir. Ölçek değişir, büyürüz. Şaşırırız büyüdüğümüze, sadece kollarımızın bacaklarımızın değişmesine değil, mekânın küçülmesine de şaşırırız. Yiğit de tam olarak böyle giriyor romanına. Bir çocuğun (bir ergenin) büyüdüğünü ayırt etmesiyle başlıyor ve o büyüdükçe mesafelerin daha hızlı aşılmasıyla devam ediyor. Bir yerden bir yere daha az adımla gidiyor kitabın büyüyen kahramanı ve buna da şaşırıyor.
Bir şey daha var…
‘Burası Radyo Şarampol’de gözlerimi dolduran, beni yutkunduran bir küçük ayrıntı… Kahramanın, kendisine kitap getireceği sözünü veren bir yakınının peşinden “Sakın unutma” diye koşturması…
Sakın unutma e mi?
Sonra da gelen kitabı, cümleleri içine çeke çeke, üstelik üst üste iki defa okuması.
Bu kitap Maksim Gorki’nin “Ana”sı.
4.
“Burası Radyo Şarampol’de beni sarsan bir küçük iç hikâye daha var. Yaşadıklarından bitap düşüp kendini kaybeden çocuğun, dost bir evde, huzura uyanması.
Yemek kokularına, teklifsiz dostluğa, sarıp sarmalayan pışpışlayan sevgiye… Bu benim hikâyelerde çok sevdiğim, hayatta da hep aradığım sıcaklık. Bu sanki hayatın içinde bir başka hayat. Hastalıktan gözünü açan birinin, başka odalardaki dost sesleri duyması. “Perişandı yavrucak, ateşler içindeydi.” Ama geçti…
Geçecekti zaten, geçti… Ama o geçerken neler geçti? Geçtikten sonra gözlerin akan sulara, camlardaki pırıltıya, sevgili seslere açılması. Kanattan kopan tüyün döne dolaşa bir çocuk penceresine konması…
Çocukluktan çıkma kaygısı. Hayat asla aynı olmayacak kaygısı. “Buradan sonra ne var” kaygısı.
Ne var buradan sonra sahiden?
Çocukluktan çıkanlar olarak hepimiz biliyoruz. Burada ejderhalar yaşıyor.
5.
Ama çocuklukta ölçeği kurunca… Tanıyorsunuz, anlıyorsunuz… Ejderhaları da tanıyorsunuz. Onlardan korkup korkmamak size kalmış. İyi ejderhaları kötü ejderhalardan ayırmak da size kalmış.
Ölçeklere sahip çıkın. Bir de çocukluk bahçesinin içinde olanlara, içlerinde bir dünya kuranlara, yani çocuklara kitaplıklar kurun. Zorlamadan, beklentiye girmeden... Kendi ölçeklerini kurma işini kendilerine bırakın. Ama muhakkak yapın.