Salacak ve Bakırköy yarışmaları ‘kent hakkı’mız açısından doğru mu?
İBB, Taksim Meydanı’nın yanı sıra Salacak ve Bakırköy için de yeni düzenlemeler yapmaya hazırlanıyor. Açılan yarışmalar sonucunda belirlenen üçer proje, internetten oylamaya açıldı. Salacak yarışma şartnamesine göre, yakın gelecekte Harem otogarının taşınması ve Kadıköy - Üsküdar arasında tramvay yapılması söz konusu. Bakırköy’de ise Prof.Dr.Tamer Başoğlu’nun 1988’de yaptığı Atatürk heykelinden itibaren meydan yeniden düzenlenecek.
Taksim Meydanı, Salacak sahili ve Bakırköy Cumhuriyet Meydanı için açılan yarışmalarda belirlenen üçer proje, şu sıra halk oylamasına sunulmuş durumda. 19 Ekim’de internet üstünden açılan oylama, 12 Kasım’a kadar devam edecek. Taksim Meydanı projelerinin meydanı ağaca boğmasının yanlış bir yaklaşım olduğu konusunda pek çok kişi eleştirilerini dile getirdi, bu konuda eklenecek başka bir şey yok.
Salacak ve Bakırköy için açılan yarışmalar, Taksim Meydanı ile aynı süreçlerden ilerleyerek oylamaya sunulmuş durumda. Bu tarz yarışmalar yapıp bunları halk oylamasına sunmanın ‘kent hakkı’ anlamında doğru bir yaklaşım olup olmadığını düşünürken öncelikle, belediyelerdeki mevcut durum hakkında kısaca bilgi vermemiz yerinde olur.
ÇOĞU BELEDİYEDE YETERİNCE UZMAN YOK
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan şehir ve bölge plancısı Mehmet Nazım Özer, 2018 yılında yerel yönetimlerin kentsel tasarıma bakış açısını incelemeye yönelik yaptıkları anketin sonuçlarını MSGSÜ tarafından Mayıs 2020’de online olarak düzenlenen 28. Kentsel Tasarım ve Uygulamalar Sempozyumu’nda paylaştı. Özer, sunumunda 2011 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kurulması ve son dönemde mevzuat düzenlemelerindeki değişimlerin, yerel yönetimlere ‘kentleri tasarlama sorumluluğu’nu verdiğini vurguladı. Günümüzde 30 büyükşehir belediyesi bulunuyor ve toplam 1389’da belediyeden 367’si, 1950 yılı öncesinde kurulmuş, köklü kurumlar.
“3194 sayılı İmar Kanunu 8.maddesi’ne 2013 yılında getirilen bir değişiklik ile ilgili dairelerin mevzuat esaslarına göre mimari estetik komisyonu kurabileceği belirtilmiştir” diyen Özer, belediyelerin bu konuda gösterdiği çabada belirgin bir artış olduğunu söylüyor.
2018 yılının verilerine göre büyükşehir belediyelerinin 15’inde, ilçe belediyelerinin 13’ünde, büyükşehir ilçe belediyelerinin 95’inde mimari estetik komisyonu bulunuyor. “2013 yılında mevzuatta yapılan düzenlemeyle estetik kurulların önemi ve etkinliği yeniden önem kazandı” diyen Özer, estetik kurulların çoğunun 2013 yılından sonra kurulduğunu vurguluyor. Ancak Özer’in verdiği bilgiye göre estetik kurullarda şehir plancıları, mimarlar, peyzaj mimarları, inşaat mühendisleri, sanat tarihçileri, sosyologlar ve arkeologların bulunması gerekirken, bu kurullarda bu alanlardaki uzman sayıları çok az. Estetik komisyonlarında teknisyen ve mühendis seviyesinde diğer mesleklerden olanların sayısı, kent planlamacılar ve peyzaj mimarlarından çok daha fazla. Özer, dört büyükşehir belediyesinin estetik kurullarında mimar, şehir plancısı ve peyzaj mimarı hiçbir uzmanın bulunmadığını sunumunda aktardı. Ankete katılan belediyelere kentsel tasarım projeleri üretip üretmedikleri sorulduğunda, belediyelerin ‘yaya bölgesi oluşturma’ amacıyla proje ürettiği anlaşılmış.
Özer’in sunumu incelendiğinde, Gezi Parkı protestolarının ardından yapılan yasal düzenlemelerle, kent hakkı anlamında bazı yasal kazanımlar elde ettiğimiz anlaşılıyor ancak belediyelerin kent planlama anlamında imkanları kısıtlı, uzman sayısı az ve toplum, yasal mevzuata göre nasıl hakları olduğu konusunda bilgi sahibi değil. Belediyeler, yeterli uzman kapasitesine sahipse mekansal planlama ve yapım yönetmeliğine göre, Kentsel Tasarım Projeleri Değerlendirme Komisyonu kurma hakkına sahip. Kent sakinleri ise yasal mevzuata uygun bir kentsel tasarım projesini belediyeye önerme hakkına sahip durumdalar. Örneğin bir mahallenin isteklerine göre onlarla birlikte çalışan bir uzman grubunun tasarladığı, küçük bir park projesinin belediye meclisine götürülmesi ve bunun uygulanmasını talep etme hakkı aslında yasal düzlemde artık var. Belediyenin mahallenin istediği projeyi uygulamak için bütçesi olmasa bile, o projenin yasal anlamda onaylanması durumunda, bunun mahallenin bulduğu bir sponsorla veya ortaklaşa bir maddi çabayla gerçekleştirilmesi söz konusu olabilir. Gezi Parkı protestoları sonrasında bu anlamda herkesin kendi mahallesine sahip çıkmasına dair bilinç oluşmuştu, forumlar ve gruplar kurulmuştu ancak bunların hiçbiri herhangi bir mahallede ortak bir kamusal alan için bir proje üretip bunu uygulamayı başarmış değil. Dayanışma, kamusal yaşam alanına ortaklaşa karar verme ve kamusal alana sahip çıkma anlamında, son yıllarda yasal haklar mevcut olmasına rağmen, her şeyi devletten bekleme zihniyetimiz henüz değişmedi.
Taksim Meydanı, Salacak sahili ve Bakırköy yarışmalarına bu perspektiften baktığımızda, bu işlerin süreçlerinde gözümüze çarpan eksikliklerin belediyelerin kent planlama alanındaki yetkilerinin kısıtlı olmasıyla ilgili olduğunu söylemek mümkün. Önce Salacak projesine bakalım.
PROJE BOĞAZİÇİ ÖNGÖRÜNÜMDE AMA JÜRİDE SANAT TARİHÇİSİ YOK
İBB Etüd ve Projeler Daire Başkanlığı tarafından 18 Haziran 2020’de açılan Salacak Kentsel Tasarım Yarışması için hazırlanan projeler, 1 Eylül 2020’ye kadar teslim edildi. Salacak Kentsel Tasarım Yarışması’nda asli jüri üyeleri, mimar Evren Başbuğ, mimar Can Çinici, şehir plancısı Ahmet Zekai Görgülü, mimar Ersen Gürsel (jüri başkanı) ve peyzaj mimarı Ceyda Özbilen’di.
Jüri üyelerinden Evren Başbuğ, 2018 yılında İzmir Bostanlı Yaya Köprüsü & Gün Batımı Terası ile 'Yapı / Kamusal Alan' dalında Ulusal Mimarlık Ödülü'nü kazandı. Ancak bu tasarımın uygulanması aşamasında, daha farklı bir sonuç elde edildi. İzmirliler, ödül almış bir projenin bu kadar kötü malzemeyle uygulanmasına tepki göstermişlerdi. İlhan Tekeli, bu projeyi seçen jüride yer aldığından projeyi savunan açıklamalar yaptı. İzmirlilerin ‘sakin yaşamayı’ sevdiğinden yola çıkan Bostanlı projesi, sahil kısmına ahşap bloklar yerleştirilmesini içeriyor; İzmirliler ise denizle doğrudan ilişkiyi sınırlayan ve sahilde hiçbir gölge alana yer vermeyen bu tasarımdan çok memnun kalmadılar. Bostanlı projesi ile ödül alan 1981 doğumlu Başbuğ, genelde İzmir ve Ankara’da çalışıyor.
Jüride peyzaj mimarı olarak yer alan Ceyda Özbilen de 1982 doğumlu, genç kuşaktan bir isim. Yeditepe Üniversitesi’nden sonra Londra’da yüksek lisansını tamamlayan Özbilen, Landscape Institute üyesi ve bağımsız çalışıyor ancak akademisyen değil.
Can Çinici, bir önceki kuşaktan Altuğ Çinici ile yaptığı TBMM Camii projesiyle 1995’te Ağa Han Mimarlık Ödülü almış, uluslararası alanda tanınan bir isim. Jüri başkanlığını yapan Ersen Gürsel ise 1939 doğumlu bir planlama duayeni. Yalova (1967), Side (1977), Haliç (1977), Kariye (1981), İzmir Konak (2003) gibi çok sayıda yer için imar planı ve çevre düzenlemesine imza atan Gürsel, 2019’da Dünya Sürdürülebilir Mimarlık Ödülü aldı.
Salacak Kentsel Tasarım Yarışması için İBB, üniversitelerle çalışmış değil. Harem’deki otogarın taşınacağı ve Kadıköy – Salacak arasına bir tramvay yapılacağı belirtilmesine rağmen tramvay rotasının sadece taslak hali yarışmacılara verilerek ulaşım sorununu yarışmacıların proje teslimi süresi olan 3 ayda çözmeleri istenmiş. Otogarın taşınmasından sonra ortaya çıkacak alanın ne olacağı konusunda şartnamede belirtilen bir karar olmadığı gibi, projenin sınırının Haydarpaşa Limanı olarak belirlenmesi, Haydarpaşa’nın akıbetinin halen belirsiz olduğunun göstergesi olabilir.
Salacak’ta set üstünde Boğaziçi öngörünüme katılan tarihi eserler ve sit alanları bulunduğu düşünüldüğünde, jüride koruma prensibini önemseyerek projeleri inceleyebilecek sanat tarihçisi veya koruma kurulu üyesi bulunmaması özellikle dikkati çekiyor. Şartnamede belediyenin tescil dışı alanlarda uygulama yapacağı belirtilmiş. Halbuki Salacak sahiline ne yapılırsa yapılsın, Boğaziçi’nin görselliği doğrudan etkilenecek.
Çok kısıtlı bir alan için açılan Salacak yarışması örneğinde Kadıköy, Haydarpaşa ve Üsküdar sahilini bütünsel olarak ele alıp korumayı dikkate alan bir planlama yaklaşımı yok. Harem Otogarı’nın ne zaman taşınacağı veya tramvay yolunun rotası bile tam olarak belli değilken kentsel tasarım yarışması açmak, belediyenin kent planlama alanında söz sahibi olmaya dair verdiği beyhude bir mücadele.
Salacak gibi, Boğaziçi öngörünümde yer alan bir alanın düzenlemesi kararı verilirken, koruma bilincine sahip tek bir sanat tarihçisinin bile jüride veya belediyenin ekibinde yer almıyor olması, kent planlamaya halen ne kadar dar bir perspektiften bakıldığını kanıtlıyor. İzmir Bostanlı’da yapıldığı gibi, Salacak’ta sahile tahta çakmak kent planlama diye önümüze sunulacaksa aslında hiçbir şeyi tartışmamıza gerek yok.
Boğaziçi öngörünümde yer alan bir alanın kentsel estetiğini halka sormak ise İstanbul açısından doğru bir yaklaşım sayılmaz, kent hakkı açısından ise ‘halk oylaması’ süsü verilerek metazori yapmaya demokrasi maskesi takmaktan başka bir şey değil.
Merkezi hükümetin Salacak’ta daracık bir sahil yolunda yapılmasına izin verdiği bu süsleme işinin, kent planlama demek olmadığını ne kadar anlatsak da boşa konuşmuş oluruz. Çünkü ‘kent hakkı’ olarak ortaya çıkan Gezi Parkı protestolarının sadece oradaki birkaç ağacın korunması talebi olmadığı, bütün kentin nefes alınabilecek şekilde düzgün planlanması ve kentsel dönüşüm konusunda oluşan toplumsal uzlaşma fırsatıyla eski kentsel hataların düzeltilmesi talebi olduğu, demek ki devlet katında halen anlaşılabilmiş değil.
BAKIRKÖY YARIŞMASI ve KAMUSAL ALANDA HEYKEL SORUNUMUZ
Bakırköy Cumhuriyet Meydanı için açılan ve 12 Ağustos 2020’de sonuçlanan yarışma ise Türkiye’de kamusal alanda heykel konusundaki genel bir sorunumuz yüzünden ortaya çıkmış bir ihtiyaç. Ne yazık ki ülkemizde kamusal alanda yer alacak heykellerin, çevreleriyle birlikte projelendirilip uygulanması mümkün olmadığından birçok yerde kamusal heykeller binaların arasında sıkışıp kalıyorlar ve beklenen anıtsal etkiye kavuşamıyorlar. Oysa bir kent heykelinin, çevresiyle birlikte heykelin sanatçısı tarafından tasarlanması gerekir. Bazı belediyeler, son yıllarda eskiden heykel yapılmış kent meydanlarına zafer takına benzeyen tuhaf kapılar veya işlevsiz konstrüksiyonlar yaptırmayı ‘çevre düzenlemesi’ olarak gördüklerinden, meydanlardaki kamusal heykellerin iyice gözden kaybolmalarına neden oldular. 1988’de heykeltıraş Prof. Tamer Başoğlu tarafından Bakırköy’de yapılan Atatürk Anıtı, bu şekilde gözden kaybolan eserlerden biri oldu. Bakırköy’de Cumhuriyet Meydanı’nın mevcut durumu, bu alanın yeniden düzenlemesini kesinlikle gerektiriyor.
Uzun yıllar MSGSÜ’de ders veren, üniversitenin rektörlüğünü de yürütmüş bir isim olan Prof. Başoğlu’nun bu meydan düzenlemesinin jürisinde yer almaması dikkati çekiyor. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na göre Başoğlu, meydandaki heykelin telif hakkı sahibi olduğundan, bu heykelin çevresine yapılacak işlerde heykelin sanatçısından da görüş alınması daha doğru bir yaklaşım olabilirdi.
Kent hakkından söz edeceksek, koruma bilincine sahip, yani rant peşinde koşmayan sanat tarihçilerinin ve koruma kurullarının İstanbul’un planlama kararlarında söz sahibi olmaması büyük bir eksiklik. Heykel sanatçılarının heykellerinin çevresine karar verme yetkisine sahip olmaması ise belediyelerde yönetim her değiştiğinde kent meydanlarının şeklinin değişmesine neden oluyor. İstanbul’da yapılacak her işte koruma bilinciyle hareket etmek gerekir. Hiçbir akademisyen içermeyen bu kadar kısıtlı jürilerin seçtiği projelerin oylamaya sunulması, demokratik katılımcılık sağlamak sayılamaz, sadece metazoridir. Ayrıca İstanbul’u koruma prensipleri açısından da yanlıştır.