Pandemi benim suçum değil, diyor. Genç bir hemşire, mahkemenin boşanmak üzere olduğu eşinin başvurusu üzerine beş yaşındaki oğlunun geçici vesayetini ondan alarak babaya vermesine bu sözlerle isyan ediyor. En çok da başka benzer davalar için emsal karar olmasından endişeli. Oysa hata kendisinde. Pandemi sağlık çalışanlarının suçu. Sorumluluk onlarda. Çünkü mart ayının başından bu yana salgının en ağır yükünü omuzlamak zorunda kalanlar onlar. Ağır çalışma koşulları altında, dinlenemeden, nefes almadan çalışan, günlerce evlerinden, çocuklarından ayrı yaşamak zorunda kalan, hastalanan, iyileşip sonra yine hastalanan, hayatını kaybeden, bütün bunlar yetmiyormuş gibi yaşadıkları yerde komşuları, ev sahipleri tarafından ayrımcılığa uğrayan, hasta yakınlarınca tartaklanan, tehdit edilen, hakarete uğrayan onlar değil miydi? İşte şimdi de yaptıklarının bedelini ödüyor, yargı eliyle cezalandırılıyorlar.
Hatırlayalım, salgının ilk aylarında hekimler başkentte dahi maske ve koruyucu ekipman temininde sıkıntılar yaşarken Türkiye İtalya, İspanya, İngiltere ve Amerika dahil salgına hazırlıksız yakalanan birçok ülkeye maske ve koruyucu ekipman bağışlıyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan 29 Nisan’da bir uçak dolusu tıbbi malzeme ile birlikte Donald Trump’a hitaben kaleme aldığı bir mektup da göndermişti ABD’ye. Bu mektubunda Trump’ın “ABD’deki salgını kontrol altına almak amacıyla verdiği kararlı mücadeleyi” takdirle izlediğinden söz ediyor, “aldığı tedbirler sayesinde vaka sayılarında aşağı yönlü bir eğilim elde ederek normalleşme yönündeki ilk adımları atmaya başlamasından büyük memnuniyet” duyduğunu belirtiyordu. Gerçekten de, Trump’ın salgınla mücadele yönünde dünyaya olmasa da Türkiye’ye örnek olan son derece başarılı politikası sonucunda, ABD’de mektubun yazıldığı günlerde 28-30 bin civarında olan günlük vaka sayısı bugün 200 bini geçmiş durumda.
Zaten seçimi de kaybettiğine göre, Trump belki önümüzdeki günlerde eteklerindeki taşları döker ve salgının bu noktaya gelmiş olmasının birinci derece sorumlusu olarak ABD Covid-19 Bilim Kurulu’nu gösterir, diye düşünürken bir de baktım ki ABD’nin bizimki gibi “birinci derecede sorumlu” bir bilim kurulu yok. Yani, kısa adı NASEM olan, Türkçe’ye Ulusal Bilim, Mühendislik ve Tıp Akademisi olarak çevrilebilecek bir kurum var; ama o bizim Bilim Kurulu gibi pandemiyle mücadele için kurulmuş değil. Tarihi 1916’ya dayanıyor. Hal böyle olunca, Başkan Trump ne yapsın? Zaten o çoktan, daha ekim ayı başlarında pandeminin gerçek sorumlusunu açıklayarak suçu mavi eyaletlere (seçmen haritasında Demokratların çoğunlukta olduğu New York, New Jersey, Kaliforniya gibi eyaletlere) atmıştı. Diyordu ki, “Mavi eyaletleri çıkarırsanız (vaka sayımız) çok düşük seviyede, dünyada kimsenin olmadığı kadar düşük. Gerçekten çok düşük seviyedeyiz.” Trump’ın bu sözleri bizim siyasi kültürümüze pek de yabancı değil. Ne de olsa, 18 yıldır başa gelen ya da gelmeyen her beladan ya CeHaPe’yi ya da o olmazsa CeHaPe zihniyetini sorumlu tutan bir iktidar tarafından yönetiliyoruz. Hatta ben olsam, Cumhurbaşkanı’nın geçen gün yaptığı gibi her biri çok değerli Bilim Kurulu üyelerini gücendiren “Bu işin birinci derecede sorumlusu Bilim Kurulu'dur” gibi bir açıklama yapmak yerine bir kez daha Trump’ı örnek alırdım. Şimdi bu açıklama nedeniyle, üstüne bir de bugüne kadar hasta sayısı olarak açıklanan sayıların salgının gerçek seyrini yansıtmaktan çok uzak olduğu ortaya çıkıp gerçek vakaların açıklananın 10 misli olduğu anlaşılınca, Bilim Kurulu üyeleri de kendilerini “Biz de bu sayılardan yeni haberdar olduk” diye savunmak zorunda kalıyorlar. Üstüne, “Bizim yetkimiz yok, sadece tavsiye veriyoruz” gibi açıklamalarla bir kenara çekiliyorlar. Ardından bir de “kandırıldık” deseler tam olacak ya neyse, kandırılmak da yerli ve milli kültürümüzde koskoca bilim insanlarına değil, belli bir siyasi geleneğe özgü bir davranış biçimi.
Neyse, lafı dağıtmayalım, ben olsam diyordum, Bilim Kurulu'nu, şunu bunu değil de, salgının yayılmasından doğrudan CeHaPe’li belediyeleri sorumlu tutardım. Ne de olsa, Ankara, İstanbul, İzmir, Eskişehir, Adana, Antalya, Mersin, Aydın gibi büyükşehirler CHP’li başkanların yönetiminde. Düşünün bir kere, Donald Trump’ın haritadan mavi eyaletleri çıkarttığı gibi, siz de birkaç gündür açıklanmaya başlayan toplam vaka sayılarının olduğu tablodan CHP’nin yönettiği büyük şehirleri çıkarıverseniz, sonuç mis. Dünya sıralamasında gerçekten de güzel yerlere gelebilirdi memleket. Böyle tam yerli ve tam milli… Hani gözünüzün önüne seçim sonuçları açıklanırken renklendirilen Türkiye haritasını getirin… Ortadaki koyu sarı. Hah, işte orası. Bundan sonra vaka sayısı olarak tabloda sadece bu kısımlarınki açıklansın diyorum.
Anlayacağınız, yok efendim ülke yönetilemiyormuş; yok iktidar salgına karşı önlem alamıyormuş; yok günü kurtarmaya yönelik hamlelerle krizi daha da tırmandırıyormuş… Bir kere kardeşim, hükümet mi dedi sana git de korona ol diye? Gitme. İşe mişe de gitme. Şunun sırasında aşı bulunup da Türkiye’ye getirilene kadar dişini sıkamadın; dizini kırıp evinde oturamadın. İktidar miting düzenlendiyse, cami açtıysa, otobüslere doldurup zorla mı götürdü? Gitmeseydin. Ha, çocuk okula gitti de okuldan mı getirdi hastalığı? Eee, Milli Eğitim sana taahhütname imzalatmadı mı? Tüm sorumluluğu ben üstleniyorum yazan kâğıdın altına imza atmadın mı? Sağlık Bakanı olsun, sayın Cumhurbaşkanı olsun, kaç kere söylemedi mi maske tak, sosyal mesafeye uy, hayat eve sığar, evde kal diye. Bak kalmadın, başına neler geldi. Suç senin, sağlık çalışanlarının, artı Bilim Kurulu’nun. Ha bir de başımıza gelenler hep mavi eyaletlerin işi.