Covid-19 salgını kapitalizmin uzun süredir devam eden kriz
eğilimine eklemlenerek gerçek anlamda bir yıkıma dönüşmüş durumda.
Egemen görüş, salgını sisteme dışsal “doğal bir felaket” gibi
yorumlasa da salgının neden ve sonuçları incelendiğinde Harvey’in
“doğal felaket yoktur” tespiti haklılık kazanıyor. Salgın
kapitalizmin doğayla kurduğu ilişkilerin organik krizi olarak
gerçekleşti ve sürüyor (1).
Küresel kurumların 2021 yılı raporları yayınlandıkça Covid-19
salgınının dünya ekonomisinde yarattığı hasar netlik kazanıyor.
Dünya ekonomisindeki daralma 2008/9 küresel krizine göre çok daha
sert (yüzde 4,3) gerçekleşti (2). Finansal krizin sürdüğü 2008 ve
2009 yıllarında dolar cinsinden küresel gelir artışı, kriz öncesi
sekiz yılın ortalaması olan yüzde 3,6 düzeyinden, yüzde 0,1’lik bir
düzeye geriledi. Daralmanın etkisi yoğun olarak 2009 yılında
gerçekleşti; dünya ekonomisi yüzde 1,7 oranında küçüldü. Küçülme
(negatif büyüme oranı) asıl olarak finansal krizin yoğunlaştığı
merkez ekonomiler, finansal sermaye bağımlılığı yüksek çevre
ekonomiler ile Ukrayna (yüzde 15) ve Rusya (yüzde 7,8) gibi eski
Sovyet Bloku ülkelerinde gerçekleşti. Almanya yüzde 5,7; Japonya
yüzde 5,4; İngiltere yüzde 4,2 ve ABD de yüzde 2,5 oranında
küçüldüler. Krizin en sert yaşandığı ekonomilerden biri İzlanda
oldu. Borç yükü çok büyük boyutlara ulaşmış olan İzlanda ekonomisi
deyim yerindeyse tam anlamıyla uzun dönemli bir çöküş yaşadı; milli
geliri 2009 ve 2010 yılları arasında ortalama yüzde 5,1 oranında
küçüldü. Benzer şekilde krizin “teğet geçtiği” söylenen Türkiye’nin
dolar cinsinden milli geliri 2009 yılında 4,7 oranında küçüldü.
Buna rağmen 2008/9 krizinin dünya ekonomisindeki etkileri
asimetrik bir dağılım gösterdi. IMF’nin “yükselen ve gelişmekte
olan ülkeler” olarak tanımladığı blok Güney Asya ekonomilerinin
etkisiyle yüzde 3,1 oranında büyüdü. Bu büyüme artışında Çin ve
Hindistan merkezi öneme sahip oldular. 2008/9 döneminde Çin
ortalama yüzde 9,5; Hindistan 5,5 oranında büyüyerek küresel kriz
açısından bir tür kaldıraç rolü üstlendiler.
2008/2009 krizinde küresel düzeyde devletlerin şirket kurtarma
ve ekonomiyi yeniden canlandırmak için hazırladıkları ek müdahale
paketinin tutarı 1 trilyon 990 milyar dolar ile tarihi bir rekora
ulaştı. ABD (787 milyar dolar) ve Çin (586 milyar dolar ile) bu
müdahale paketinde en önemli paya sahip iki ülke oldular (3). Çin
için finansal kriz süreci yeni bir sermaye birikim sürecinin de
başlangıcı oldu. Değişimin bir ayağını milli gelirinin yaklaşık
yüzde 13’üne denk düşen 4 trilyon RMB (586 milyar dolar)
tutarındaki yatırım programıyla ülke tarihinin en büyük kamu
altyapı (16 bin km’lik hızlı tren ağı, metrolar, hava alanları,
konut yatırımları, okullar, hastaneler ve benzeri yatırımları
kapsayan) projelerinin başlatılması oluşturdu. Çin ekonomisi 2009
ve 2019 yılları arasında yıllık ortalama yüzde 7,8’e ulaşan bir
büyüme temposuyla milli gelirini 2008 yılına kıyasla üçe katladı.
Değişimin diğer ayağını ise finans dışı şirketler (FDŞ) kesimi ve
hanehalklarının hızla borçlanması oluşturdu. Sadece 2008-2010
döneminde bankaların şirketler ve hanehalklarına verdikleri kredi
miktarı yüzde 82 gibi bir oranda artarak 3,4 trilyon dolara ulaştı
(4). Çin’in toplam borç yükünün milli gelirine oranı 2008 yılında
yüzde 138’den 2019’da yüzde 303 düzeyine ulaştı. Bu süreçte
hanehalkı borçları milli gelirinin yüzde 18’inden yüzde 55,8’e; FDŞ
kesimi borçları ise yüzde 93’ten yüzde 151 düzeyine yükseldi
(5).
Çin’in bu yönelimi aslında dünya ekonomisinde ortaya çıkan genel
eğilimin güçlü bir parçası oldu. Kriz öncesi (2007 yılı) küresel
gelirin yüzde 187’si düzeyinde olan dünya ekonomisinin borç yükü
2019 yılının sonuna gelindiğinde yüzde 329 düzeyine yükseldi. Bu
artıştaki en önemli pay, borç toplamları 2007 küresel gelirinin
yüzde 38’inden yüzde 92’sine yükselen FDŞ kesiminin oldu. FDŞ
kesiminin borç yüklerindeki artışı kamu kesimi (yüzde 60’tan 89’a),
finansal sektör (yüzden 57’den 82’e) ve hanehalkları (32’den 66’e)
borçlarındaki artışlar izledi (6).
OECD tahminlerine göre, 2008'den beri dünya çapındaki FDŞ’ler
her yıl yaklaşık 1,8 trilyon dolar yeni tahvil ihraç ediyor.
2019'un sonunda FDŞ’lerin tahvil stoku, 2008 finansal kriz dönemine
göre iki kat fazla olup, 13,5 trilyon dolara ulaşmış durumda (7).
UNCTAD 2020 Ticaret ve Kalkınma Raporuna göre, FDŞ’lerin bankalara
ve diğer alacaklılara olan borçları bu toplama eklenirse toplam
borçları 2008'deki 45 trilyon dolardan 75 trilyon dolara yükselmiş
görünüyor (8). Çin bu borçlar içinde yüzde 28 ile en yüksek paya
sahip ülke konumunda.
Çin ekonomisinin FDŞ aracılığıyla sürdürdüğü hızlı borçlanma,
küresel krize değin devam ettirdiği “ticaret fazlası, rezerv
brikimi ve ABD’ye sermaye ihracı” şeklinde kurduğu küresel
ekonominin kreditörü olma rolünü bugün gelinen aşamada epeyce
bozmuş durumda. Şirketler kesimindeki hızlı borçlanmanın en önemli
sonucu Çin ekonomisinin dış borçlarındaki artış oldu. 2009
yılındaki 455 milyar dolar olan dış borç stoku 2019 yılında 2
trilyon 114 milyar dolara yükseldi. Çin’in 2008 yılında 2 trilyon
dolara ulaşan rezerv birikiminin yarısından fazlasını, Renminbi’nin
aşırı değerlenmesini baskılamak ve rezervlerinin dolar karşısındaki
değerini korumak için ABD hazine tahvillerine yatırdığı biliniyor.
ABD Hazine Bakanlığı’na göre, Çin 2008 yılında 522 milyar doları
uzun vadeli hazine borç tahvillerine ve 527 milyar doları ise yine
uzun vadeli hazine destekli (mortgage temelli) tahvillere olmak
üzere yaptığı yatırım ile Japonya’dan sonra Amerikan hazine
tahvillerine yatırım yapan en büyük ikinci ülke konumundaydı (9).
2019 yılı itibariyle Çin (altın dahil) 3 trilyon 223 milyar dolara
ulaşan rezerv birikiminin yarısından azı (yüzde 40) olan 1 trilyon
350 milyon dolarını ABD’nin uzun vadeli borç kağıtlarında tutmakta
(10).
2008/9 finansal krizine Çin’in tepkisinin proaktif bir
stratejiyle şekillendiğini söylemek mümkün gözüküyor. Bu strateji
bir yönüyle küresel finansal sermayenin yönünü Çin’e çekmek, diğer
yönüyle de kendi finansal ağlarını küresel düzeyde genişletmek
şeklinde biçimleniyor. 2018 yılında Çin hükümetinin küresel
ekonomiye açtığı kredilerin karşılığı olan alacakları 5 trilyon
dolardan fazla olup, bu rakam dünya milli gelirinin yüzde 6’sı
düzeyine erişmiş durumda. Bu oran yabancı hisse senetleri ve direkt
yatırımlar eklendiğinde dünya gelirinin yüzde 8’leri düzeyine
ulaşmaktadır. “Çin’in resmi kredi ve yatırımlarındaki bu çarpıcı
artış sadece ABD’nin I. ve II. Dünya Savaşı sonrası küresel
ekonomiye açtığı kredilerle karşılaştırılabilir büyüklüktedir”
(11).
UNCTAD Raporu ve Dünya Bankası'nın (DB) Uluslararası Borç
İstatistikleri 2021 Raporu 2019 yılı için Çin’in “borçlanan ve borç
veren” ekonomi konumunu açıkça ortaya koyuyor. UNCTAD verilerine
göre gelişmekte olan ekonomilerin (12) toplam dış borç stoku 2009
yılındaki 4,5 trilyon dolarlık düzeyinin iki katına çıkarak
Covid-19 salgını öncesinde 10 trilyon dolara ulaşmış durumda (13).
DB verilerine göre 2019’da dış borç stoku 2,1 trilyon düzeyine
ulaşmış olan Çin, düşük ve orta gelirli 120 ekonomiye verilen
toplam kredilerin yüzde 63’üne sahip.
UNCTAD 2008/9 krizinde ortaya çıkan ve ağırlıkla FDŞ kesimince
büyüyen bu borç birikiminin yalnızca nicelik olarak değil nitelik
olarak da bir tehdit oluşturduğuna, dünya ekonomisindeki sistemik
riskleri artırdığına dikkat çekiyor. UNCTAD bu risklerin en
önemlilerini FDŞ’lere verilen kredilerde özel yatırımcıların
payının ve yabancı para cinsinden verilen borç miktarının artması
(14); uluslararası finansal yatırımcıların çevre ekonomilerin
ulusal para cinsinden devlet borç tahvillerindeki paylarının
yükselmesi (15); gölge bankacılık sisteminin hızla büyümesi ve
yüksek risk içeren teminatlandırılmış borç yükümlülüklerinin
artması (16) şeklinde sıralıyor. 2008 yılında gölge bankacılık
sistemini temsil eden (kurumsal yatırımcılar, sigorta şirketleri,
hedge fonlar ve özel sermaye fonları vb.,) varlık yönetim
şirketlerinin 98 trilyon dolar büyüklüğündeki varlık portföyleri,
2019 yılında 180 trilyon dolara ulaşmış durumda. 2008/9 ardından
küresel düzeyde gözlemlenen bu düzeyde borçlanma eğilimi sistemin
“kırılganlığını” artırıyor ve özellikle borç yükleri ve FDŞ
borçları yüksek (Türkiye gibi) ekonomilerin kriz eğilimini
güçlendiriyor (17).
Dünya Covid-19 salgınına böylesi bir ortamda girdi. Bu ortama
dünya ekonomisinde 2018’den beri yavaşlayan büyüme performansını ve
ticaret ağlarındaki daralmayı eklemek gerek. IMF verileri 2020
yılında küresel büyüme oranlarındaki çöküşün (yüzde 4,4) 2009
yılındaki çöküşe (yüzde 1,7) kıyasla çok daha sert ve yaygın
olduğunu ortaya koyuyor. Küresel net zenginliğin yaklaşık yüzde
58’ine, reel gelirinse yüzde 45’ine sahip olan G7 (ABD, Birleşik
Krallık, Kanada, Almanya, Fransa, İtalya ve Japonya) ekonomilerinde
çöküş ortalama yüzde 5,9 düzeyinde gerçekleşti. Merkez ekonomilerde
çöküşün en sert olduğu ülkeler İspanya (yüzde 12,8), İtalya (yüzde
10,6), İngiltere (yüzde 9,8), Fransa (yüzde 9,8), Almanya (yüzde
6), Japonya (yüzde 5,3) oldu. Seçim ekonomisinin de etkisiyle 4
trilyon doları aşkın telafi edici kamu harcamaları ve mali destek
programı gerçekleştiren Amerika’da ise küçülme yüzde 4,3 oranında
gerçekleşti.
Covid-19 salgınının yarattığı etkilerin 2008/9 krizinden en
önemli farkı, küresel ekonomideki büyümenin kaldıracı rolünü
üstenecek Doğu Asya gibi bir büyüme mekânının olmayışıydı. Bu
süreçte Güney Asya dahil olmak üzere “yükselen ve gelişmekte olan”
ekonomiler ortalama olarak yüzde 3,3 oranında küçüldüler. Latin
Amerika ekonomilerindeki reel küçülme ortalama 8,1 düzeyinde
gerçekleşti. Küçülme Arjantin’de yüzde 11,8; Meksika’da yüzde 9;
Brezilya’da yüzde 5,5 ve Türkiye’de yüzde 5 olarak yaşandı. Geçen
krizin yüksek büyüme ülkesi olan Hindistan yüzde 10,3’lük
küçülmeyle salgındaki kayıpların ve iktisadi çöküşün en sert olduğu
ekonomilerden biri oldu. Türkiye ise yüzde 5 ile kendi ülke
grubunun üzerinde bir küçülme yaşadı. 2018’den beri yükselen borç
yükü ve durgun büyüme eğilimine girmiş olan Çin’de ise reel gelir
artışı 2000’li yılların en düşük seviyesi olan yüzde 1,9
seviyesinde gerçekleşti.
ILO, Covid-19 salgınının emekçiler açısından yarattığı tahribatı
açıkça ortaya koyuyor. Kurumun çalışma saatlerindeki kayıplar
üzerinden yaptığı hesaplamaya göre 2020 yılında küresel çalışma
saati 255 milyon tam zamanlı işe eşdeğer olarak yüzde 8,8 azaldı
(18). ILO verilerine göre 2020'deki çalışma saati kayıpları,
2009'daki küresel mali krizden yaklaşık dört kat daha fazla
gerçekleşti. Çalışma saatlerindeki bu kayıp küresel emek gelirinin
yüzde 8,3 azalmasına neden oldu; bu azalış küresel gelirin yüzde
4,4’ü olan 3,7 trilyon dolara karşılık geliyor (19).
Covid-19’un yarattığı çöküş küresel kapitalist sistem tarihinde
görülen en büyük “yardım ve kurtarma” paketlerinin devreye
girmesine neden oldu. 2020 yılının Ekim ayı itibariyle devletlerin
küresel düzeyde mali destekleri 14 trilyon dolara ulaşmış durumda.
Bunun 7,8 trilyon doları Covid-19 salgının yarattığı ek kamu
harcamaları ve kamu gelir kayıplarının karşılanmasına denk geliyor;
6 trilyon dolarıysa çoğu sermayeye yapılan kredi, garantiler ve
benzeri desteklerden oluşuyor (20). IMF’nin Ocak 2021’de yenilediği
Fiscal Monitor raporunda Ekim 2020’yi izleyerek toplamda 2,2
trilyon dolara ulaşan ilave bir desteğin de yapıldığı bildiriliyor.
Yani toplamda 16 trilyon dolara ulaşan bir mali destek programı
uygulanmış durumda.
Şekil 1’den de izlenebileceği gibi müdahale paketinde en önemli
paya 4 trilyon 13 milyar dolar ile ABD sahip. ABD’yi daha çok
kredi, nakit vb. parasal yollarla müdahale gerçekleştiren Japonya
(2 trilyon 210 milyar dolar) ve Almanya (1 trilyon 472 milyar
dolar) izliyor. Diğer taraftan Çin’in toplam 904 milyar dolar
olarak gerçekleştirdiği müdahale programıyla, 2008/9 krizindeki
proaktif tutumundan uzak, ihtiyatlı bir tutum izlediği görülüyor.
IMF’ye göre Türkiye’nin kamu müdahale kapasitesi ise (2 milyar
doları sağlık sistemine, 6 milyar doları sağlık dışı sektörlere
olmak üzere) 8 milyar dolar kamu telafi edici harcamaları ve 64
milyar dolar (kredi, nakit ve hibe olarak yapılan) parasal destekle
sınırlı kalmış gözüküyor.
IMF verileri müdahale paketinin aslında küçük bir bölümünün
(yaklaşık yüzde 7,5’e karşılık gelen 1 trilyon doların) doğrudan
sağlık alanına ayrıldığını ortaya koyuyor. Müdahale paketinin geri
kalan kısmı çöken ekonominin toparlanması için ayrılmış görünüyor.
Nakit desteğin en önemli payının şirketler kesimine gittiği
biliniyor.
Küresel gelirdeki çöküş ve kamu destek programı, sürmekte olan
Covid-19 salgınının yıkımına çare mi yoksa kapitalizmin kronik
sorunlarını derinleştirip gelecek daha sert yapısal krizin
hazırlayıcısı mı oldu? Geçmişin deneyiminden hareket edersek şunu
söylemek mümkün: Ertelenen her kriz bir sonraki daha derin krizi
tetikliyor. Bunun bugün için belki de en önemli izlerini her
düzeyde artan borç yüklerinde görmek mümkün. Bu eğilimi IIF
verileri gelir paylarına göre küresel borç yüklerini 2020’nin
üçüncü ile 2019’un üçüncü çeyreğini karşılaştırarak açıkça ortaya
koyuyor (Şekil 2). Buna göre dünya ekonomisindeki FDŞ’lerin borç
yükleri yüzde 91,9’dan yüzde 103’e, devlet borçları yüzde 88,7’den
yüzde 104,8’e, finansal şirket (FŞ) borçları 81,9’dan 90,2’ye, hane
halkları (HH) borçları ise yüzde 60’tan yüzde 65,3’e artmış
görünüyor. Türkiye’de ise bu eğilim aynı dönemde FDŞ borçlarında
yüzde 65,4’den yüzde 77,5’e, devlet borçlarında yüzde 32,3’ten
yüzde 43,6’ya, FŞ borçlarının yüzde 25,2’den yüzde 28,7’ye, HH
borçlarında ise yüzde 14,7’den yüzde 18’e artış şeklinde
izleniyor.
İzleyen dönem daha da sert geçecek gibi görünüyor. Oyun bozuldu;
kapitalizm kendini her ne kadar yeniden ayarlamayı (Global Reset)
düşünse de bu pek mümkün görünmüyor. Kapitalizmin sistemik kriz
eğilimi Covid-19 ile birlikte insanlık krizine dönüşmüş durumda…
Öyleyse Büyük İnsanlığı kurma mücadelesinin tam zamanı…
(1) Covid-19 salgınının kapitalizmin organik krizinin bir sonucu
olduğuna ilişkin bkz., Karaçimen, E ve Köse, A. H “Zamanın İzinde
COVID-19 Salgınına Bakmak”, TTB Dergisi, Basımda.
(2) Veriler UNCTAD’ın Ticaret ve Kalkınma Raporu’ndan
alınmıştır.
(3) Sameer Khatiwada (2009) Stimulus Packages to Counter Global
Economic Crisis: A Review, International Institute for Labour
Studies Geneva.
(4) China Debt After COVID-19: Flattening The Other
Curve
(5) Veriler International Institute of Finance ve Statista’dan
derlenmiştir.
(6) Bkz., Global Debt Monitor: Attack of the Debt Tsunami,
Institute of International Finance, November , 2020.
(7) Bu sonuçlar UNCTAD 2020 Ticaret ve Kalkınma Raporu’nda
Çelik, Demirtaş ve Isaksson tarafından hazırlanan “Corporate Bond
Markets in a Time of Unconventional Monetary Policy, 2019, OECD”
çalışmasına referansla verilmektedir.
(8) UNCTAD bu sonucu “Bank for International Sattlement”dan
aktarıyor.
(9) Bkz., Wayne M. Morrison (2009), China and
the Global Financial Crisis: Implications for the United
States, Congressional Research Service..
(10) Department of the Treasury, Federal Rezerve Bank of New
York, Board of Governors of the Federal Reserve System, Foreign
Portfolio Holdings of U.S. Secutities, April 2020.
(11) Veriler ve tespit için bkz., Sebastian H; Carmen M and
Trebesch, R. C (2019) China’s Overseas Lending, NBER Working Paper
Series, Paper 26050. Çin küresel borç koordinasyonu görevini
sürdüren Paris Kulübü’ne üye olmadığı için açtığı kredileri ifşa
etmek zorunda değildir. Makalenin bulgularına göre Çin’in kredi
taahhütleri gerçekte resmi verilerdekinden yüzde 50 fazladır.
(12) UNCTAD ülke sınıflamasında bu gruba geçiş ekonomileri
olarak tanımlanan eski Sovyet Bloku ülkeleri de dahildir.
(13) Bu borç miktarı gelişmekte olan ekonomilerin toplam ihracat
gelirlerinin yüzde 111’ine karşılık geliyor. Bu ekonomilerin
yalnızca borç yükümlülükleri (ana para ve faiz ödemeleri) ihracat
gelirlerinin yüzde 14,6’ı düzeyinde.
(14) UNCTAD Çin dışında 26 yükselen ekonomideki FDŞ kesimi
borçlarının 1,8 trilyon dolar tutarındaki kısmının yabancı para
cinsinden olduğunu rapor ediyor.
(15) UNCTAD devlet garantili kamu ve özel borçlar içinde özel
yatırımcıların 2009’da yüzde 46 olan payının 2018’in sonunda yüzde
62’ye çıktığını rapor ediyor.
(16) Teminatlandırılmış borç yükümlülükleri (Collateralized Debt
Obligation) çeşitli varlık ve krediler (türev varlıklar, konut
kredileri gibi) üzerinden oluşturulmuş portföye karşılık gelen
menkul kıymetleri temsil etmektedir.
(17) UNCTAD 2011-2019 yılları arasında FDŞ kesimi borçları en
hızlı büyüyen ekonomileri şöyle sıralıyor: Çin (yüzde 32,2); Fransa
(yüzde 29); Kanada (yüzde 27,2) ve Türkiye (21,6).
(18) ILO bu kayıpların 114 milyonunun doğrudan iş kayıplarından
diğer kısmının ise iş zamanındaki azalmalardan kaynaklandığını
ortaya koyuyor. Bkz., ILO Monitor: Covid-19 and the World of Work.
7. Baskı.
(19) ILO en büyük işgücü ve işgücü gelir kayıplarının salgının
yoğun olarak yaşandığı Amerika kıtasında gerçekleştiğini ortaya
koyuyor. Emek gelirlerindeki kaybın ise Amerikan kıtasında yüzde
10,3; Asya ve Pasifik'te ise yüzde 6,6 olarak gerçekleştiğini
öngörüyor.
(20) IMF Fiscal Monitor Update ve Database of Country Fiscal
Measures in Response to the Covid-19 Pandemic, Ocak 2021.