İçişleri Bakanlığı’nın İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tunç
Soyer’e İzmir’in kurtuluşunun 100. yılı kutlamaları sırasında
yaptığı konuşma nedeniyle açtığı soruşturma, biri siyaset teorisi
ve cumhuriyet tarihi bakımından çok önemli olmak üzere iki nedenle
kritik. Üzerinde daha çok durulan ikincisi, bir yandan yerel
seçimler yaklaşırken vesayet yetkilerinin sınırları zorlanarak
başkanın çalışmalarını paralize etmeyi bir yandan da yine
seçimlerde seçmenin “din ve kutsallar” aksinde kutuplaştırmanın
zeminlerini oluşturmayı hedefliyor. Buna Türkiye’nin rejimi
bakımından ilk defa şahit olmuyoruz. Fakat cumhuriyet tarihi
düşünüldüğünde de Erdoğanizm bağlamında da daha yeni olan bir şey
var: Saltanatçılık, tersinden söylersek cumhuriyetçilik
karşıtlığı.
Türkiye’de cumhuriyetçiliğin karşısında benzer devrimsel
süreçlerden geçmiş başka ülkelerden farklı olarak saltanatçılık
ciddi bir akım olarak hiç ortaya çıkmamıştı. Monarşi yanlısı ya da
hanedanlığın restore edilerek sürdürülmesi gibi bir anlayış hiçbir
dönemde teorik ve pratik siyasetin malzemesi olmadı. Son dönemdeki
yeni Osmanlıcı daha çok kültürel diyebileceğimiz akım bağlamında da
bir monarşist harekete dönüşme potansiyeli görünmüyordu. Bunun
değiştiğini söylemek için çok fazla neden yok, fakat cumhuriyetin
İçişleri Bakanlığı'nın saltanata hakaretten soruşturma açması,
hakarete konu ifadenin cumhuriyetin kurucu lideri Mustafa Kemal’in
kaleminden yazılmış sözcüklerden oluşması yine de ilginç bir bağlam
oluşturuyor. Çünkü cumhuriyetçiliğin özünde saltanata sövmek
vardır; saltanata sövmenin özgür olmadığı bir yerde cumhuriyetten
söz edemeyiz. Bunun basit bir nedeni var: Cumhuriyet kulluğa,
köleliğe karşı eşitliğin siyasal rejimidir; cumhuriyetin siyasal
topluluğu saltanattan farklı olarak bir eşitler topluluğudur.
Dolayısıyla saltanata sövmek, kulluğa, köleliğe sövmektir.
TBMM’nin Osmanlı İmpartorluğu’nun resmi olarak son bulduğuna ve
saltanatın kaldırıldığına ilişkin iki önemli kararı, 307 ve 308
numaralı kararlar, Birinci TBMM’nin artık bir cumhuriyet kurduğuna
ilişkin herhangi bir tereddüde yer bırakmayacak denli açıktır.
Edebi bir üslupla ve cumhuriyetçi sövgüyle ifade edilirler.
“Türkiye Büyük Millet Meclisinin, hukuku hâkimiyet ve hükümraninin
mümessili hakikisi (gerçek temsilcisi) olduğuna dair” 308 nolu
karar okkalı bir cumhuriyetçi sövgüdür, uzun uzun, tamamını
yazayım. Dedelerinin dilini okuyamayanlar için TBMM’nin
transkripsiyonunu yapmış olduğunu da söyleyeyim. Yine okuyamayanlar
için araya yeni Türkçelerini de yazayım:
“Bir kaç asırdır Saray ve Babıâlinin cehalet ve sefaheti
(gayrimeşru zevk ve eğlence düşkünlüğü) yüzünden Devlet azîm
(büyük) felâketler içinde müthiş bir surette çalkandıktan sonra
nihayet tarihe intikal etmiş bulunduğu bir anda Osmanlı
İmparatorluğunun müessis ve sahibi hakikisi olan Türk milleti
Anadolu'da hem haricî düşmanlarına karşı kıyam etmiş, hem de o
düşmanlarla birleşip millet aleyhine harekete gelmiş olan Saray ve
Babıâli aleyhine mücahedeye atılarak Türkiye'de Büyük Millet
Meclisi ve onun Hükümeti ve ordularını bitteşkil haricî düşmanlar,
Saray ve Babıâli ile fiilen ve müsellehan (silahlı olarak) ve malûm
müşkülâtı şedide (şiddetli zorluklar) ve mahrumiyeti elime içinde
cidale (kavgaya) girişmiş, bugünkü halâs (kurtuluş) gününe vasıl
olmuştur.
Türk milleti Saray ve Babıâlinin hıyanetini
gördüğü zaman Teşkilâtı Esasiye kanununu ısdar ederek onun birinci
maddesiyle hâkimiyeti Padişah'tan alıp bizzat millete ve
ikinci maddesiyle icraî ve teşriî kuvvetleri onun yedi kudretine
vermiştir. Yedinci madde ile de harp ilânı, sulh akdi gibi
bütün hukuku hükümraniyi milletin nefsinde cemeyletmiştir
(toplamıştır). Binaenaleyh; o zamandan beri eski Osmanlı
İmparatorluğu tarihe intikal edip yerine yeni ve millî bir Türkiye
Devleti, yine o zamandan beri Padişahlık merfu olup yerine Türkiye
Büyük Millet Meclisi kaim olmuştur. Yani bugün İstanbul'da bulunan
heyet mevcudiyetini usulen himaye edecek hiçbir meşru ve
gayriecnebi kuvvete ve müzahereti milliyeye malik (sahip) olmayıp
bir zilli zail (geçen gölge) halindedir. Millet şahsi
hükümranlık ve saray halkı ve etrafının sefahati esası üzerine
müessis bir Saltanat yerine asıl halk kütlesinin ve köylünün
hukukunu himaye (haklarını koruyan) ve saadetini tekeffül eden
(mutluluğunu sağlamaya kefil olan) bir halk Hükümeti idaresi tesis
ve vazetmiştir. Hal böyle iken İstanbul'da düşmanlarla teşriki
mesai (iş birliği) etmiş olanların elan hukuku Hilâfet ve Saltanat
ve hukuku Hanedandan bahseylemelerini görmekle müstağrakı hayret
bulunuyoruz. Tevfik Paşanın telgrafı kadar garip ve acip
ve hilafı mevâka bir vesika tarihte nadir görülmüştür. Binaenaleyh
Türkiye Büyük Millet Meclisi berveçhiati mevaddı neşir ve ilâna
karar vermiştir:
1. — Teşkilâtı Esasiye kanuniyle Türkiye halkı, hukuku hâkimiyet
ve hükümranisinin mümessili hakikisi olan Türkiye Büyük Millet
Meclisinin şahsiyeti mâneviyesinde (manevi kişiliğinde) gayrikabili
terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere temsile ve bilfiil istimale
(kullanmaya) ve iradei milliyeye istinat etmiyen hiçbir kuvvet ve
heyeti tanımamağa karar verdiği cihetle misakı millî hudutları
dahilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinden başka şekli
Hükümeti tanımaz. Binaenaleyh Türkiye halkı hâkimiyeti şahsiyeye
müstenit olan İstanbul'daki şekli Hükümeti 16 Mart 1336'dan
itibaren ve ebediyen tarihe müntakil addeylemiştir
(tarihe gömmüştür mü desek?).
2. — Hilâfet, Hanedanı Âli Osmana i ait olup Halifeliğe Türkiye
Büyük Millet Meclisi tarafından bu Hanedanın ilmen ve ahlâkan erşet
ve eslâh olanı intihap olunur. Türkiye Devleti Makamı Hilâfetin
istinatgahıdır.”
Tabii kararın ikinci maddesi de yani TBMM’nin Osmanlı hanedanı
içindeki ilmen ve ahlaken yetişkin ve uygun olanı seçeceği ilkesine
dayanan Hilafet de 2 yıl sonra kaldırılacaktır. Bu defa sövgü daha
da serttir, cumhuriyetçidir: Başlığı şöyle: “Hilafetin ilgasına ve
Hanedanı Osmaninin Türkiye Cumhuriyeti memaliki haricine
çıkarılmasına dair kanun”(1) Kanun ile Osmanlı
hanedanı tamamen ülkeden çıkarılacaktır.
Cumhuriyet ve saltanat birbirinin tersidir, biri varsa diğeri
yoktur. Bu nedenle Machiavelli yüzyıllar önce, bir hükümet ya
prenslik ya da cumhuriyettir demiştir. Yani ya o, ya o. Bu nedenle
saltanata sövmek cumhuriyetçiliğin seküler dua merasimidir. Fransız
Devrimi sırasında kralın ihaneti ortaya çıkınca cumhuriyet ilan
edilir Meclis’te yakalanan hain krala ne yapılacağı tartışılır.
Devrimin gözü pek ismi Robespierre, kralın cezalandırılması
konusunda kürsüden çok önemli bir ayrımı koyar, mealen: “Kralı
cezalandıramayız, çünkü cumhuriyet varsa artık kral yoktur.”
***
Mülkiyede öğrencilik yıllarımda Taner Timur’un Osmanlı Toplumsal
Düzeni kitabını okurken rastladığım kitapta geçen bir deyiş hala
ezberimde, dedelerimizin sövgüsü olarak: Şalvarı şaltak
Osmanlı/Eğeri kaltak Osmanlı/Ekende yok biçende yok/Yiyende ortak
Osmanlı.
100 yılık cumhuriyet tarihinde, saltanatın henüz yıkıldığı
günlerde bile bir hareket alanı olmayan saltanatçılığın
cumhuriyetin yüzüncü yılında, hem de cumhuriyetin kurucu liderine
ait sözlere karşı İçişleri Bakanlığı’nın açtığı bir soruşturmada
belirmesini elbette saltanatçı bir siyasal hareketin varlığına
işaret ettiğini söyleyemeyiz. Fakat saltanatçı bir içerik
taşıdığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Tunç Soyer’e açılan soruşturmanın konuşulması gereken yönü
sanırım burası. Cumhuriyetin yüzüncü yılında saltanata sövme hakkı,
dolayısıyla cumhuriyetçi olma suç haline mi getiriliyor?
(1) https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc002/kanuntbmmc002/kanuntbmmc00200431.pdf