Suriye, İran’ın ‘direniş ekseni’ olarak kurguladığı bölge stratejisinin merkezinde yer alıyor. Lübnan ve Filistin’e uzanan eksende Suriye halkasının kopmaması için 2011’den itibaren bu ülkeye yönelik vekalet savaşında Şam’ı yalnız bırakmadı. Devrim Muhafızları’nın organizatörlüğünde Lübnan’dan Hizbullah’ın yanı sıra İran, Irak, Pakistan ve Afganistan’dan milis toplayıp sahaya sürdü. Rusya ile birlikte Esad yönetimini ipten döndürdü. Bunun yanı sıra petrol sevkiyatı için açtığı kredi hattı ve başka araçlarla ekonomik olarak Şam’a nefes borusu oldu. Batılıların hesabına göre İran 10 yılda 20 milyar dolar harcadı.
Ve bunun birkaç doğal karşılığı var:
- Şam’ın ‘direniş ekseni’nde kalması.
- İran’ın Orta Doğu’daki operasyonlarında Suriye’nin bir nevi üs işlevi görmesi.
- Ve belli ekonomik karşılıkların garantilenmesi.
Eski Suriye Başbakanı İmad Hamis’in 2017’de Tahran’da imzaladığı anlaşmaların diyeti andırdığı konuşuluyordu. Fakat imtiyazlar karşılık bulmadı. İranlıların fosfat kaynaklarında gözü vardı. Bu ödül Ruslara gitti. Beri tarafta Lazkiye ve Tartus limanlarının kullanılması İran için en büyük imtiyaz olabilirdi. İsrail, Lazkiye limanında İran bağlantılı bölümü vurarak buna izin vermeyeceğini gösterirken manevra alanında top Rusya’nın ayağına gitti. Limanlarda ağalık tamamen Ruslara kaldı. Halihazırda Moskova, İsrail ve Ürdün’ü teminen Şii milisleri Suriye’nin güney sınırlarından uzak tutma misyonunu üstlenmişti. Bu misyon aynı zamanda Amerikan kanadında Rusya’nın Suriye’deki rolünün benimsenmesinin esaslı sebebiydi. Rusya lideri Vladimir Putin’le en çok görüşen liderlerde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan sonra ikinci sırayı o vakitler Benyamin Netanyahu’nun alması boşuna değildi. Rusya’nın enerjisini Ukrayna’ya verdiği dönemde Rus üslerine Şii milislerin yerleştiği haberleri köpükten öteye geçmese de İran’ın Suriye’de önü biraz daha açıldı. Gerçekleşmeyen imtiyazlar defteri yeniden masaya konuldu. Fakat eylülden itibaren İran’da patlak veren gösteriler bu kez Tahran’ın enerjisini içerde tüketirken Suriye dosyası geride kaldı. İran’dan Suriye’ye yakıt transferinde yaşanan gecikmeler ekonomiyi iyice çukura çekti.
İRAN’IN OLMADIĞI MASAYA EMİRLİKLER OTURURSA KIYAMET KOPAR
Şimdi Rusya, Ankara’yı Şam’la normalleşme sürecine sokarak taşları yerinden oynatırken İran da ayağının altındaki halı kayıyor mu diye bakınıyor.
Türkiye, Rusya ve Suriye savunma bakanlarıyla başlayan üçlü formatta, Astana ortaklarından birinin olmaması İran’ı çok huylandırdı. Dahası İran’ın dışlandığı masaya Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) oturmak istiyor. Putin dün Reisi’yi arayarak Astana sürecindeki yakın koordinasyonun önemine değindi. Bir bakıma ‘Meraklanma, Erdoğan bende’ dedi.
Rus-Türk ya da Rus-İran rekabetinden daha keskini Türk-İran rekabeti. Ankara-Şam yakınlaşmasında illaki İran karşıtı noktalar bulunabilir. Putin ve Erdoğan, İranlıları fazla gücendirmemek için süreci Şam-Ankara normalleşmesi olarak sınırlıyor. Bu basitçe sadece rekabeti daraltma değil sabotajları önleme hesaplarıyla da ilgili olabilir. Süreci tıkayabilecek ABD gibi aktörler dikkate alındığında İran’ın olmadığı bir masa, İran’ın olduğu bir masadan daha kolay üçüncü taraflara anlatılabilir. Çıkar uyuşmazlığı da kesinlikle önemli bir faktör. Erdoğan’ın Tel Rıfat’taki askeri hamlesine parlayan kırmızı ışık İran’dan geliyordu. Ankara, Şii milislerin artan kontrolünü Körfez ülkeleri kadar tehlikeli buluyor. Bunun yanı sıra Irak tarafında Ankara’nın “İkinci Kandil oluyor” diye hedefe koyduğu Şengal’e yönelik olası kara harekatında İran bağlantılı Haşd el Şaabi milisleri tehditkar bir poz verdi. Ankara bunu “PKK’ye destek” olarak okudu. Yine Türkiye, IŞİD’in nüksetmesine paralel Iraklı Şii Türkmenlerin İran’a kaymasından da rahatsız. En basitinden Anadolu Ajansı’nın IŞİD’i kayırırken Irak ve Suriye’de Şii milisleri “terörist örgüt” diye tanımlaması işte bu öfkeyi yansıtıyor.
Ankara-Tahran ilişkilerinde bir diğer gerilim noktası Kafkasya ötesindeki gelişmeler. Ermenistan ve Azerbaycan arasında olası bir barışın İran’ın Kafkasya’daki çıkarlarına zarar vereceği öngörüsü Tahran’ı Bakü’ye karşı çok tehditkar bir çizgiye getirdi. Tahran ‘Zengezur Koridoru’nu İran’ın Kafkasya’yla ulaşım hatlarını kesecek bir proje olarak görüp peşinen gardını aldı.
Sorunlar birbirini besliyor, dosyalar üst üste geliyor: İran, Suriye, Karabağ...
İran Meclis Başkanı Bakır Kalibaf 9 Ocak'ta Antalya’da Asya Parlamenter Asamblesi vesilesiyle TBMM Başkanı Mustafa Şentop ve Azerbaycan Meclis Başkanı Sahiba Gafarova ile görüştü. Üçlü görüşmede "Bölgesel sınırlarda herhangi bir jeopolitik değişikliğe müsamaha göstermeyiz" uyarısı eşliğinde işbirliğini artırma çağrısı yaptı. Dönüşte yanlış anlaşılmaları giderdiklerini belirtirken Kuzey-Güney ve Doğu-Batı transit güzergahları üzerine dışişleri bakanları, savunma bakanları ve liderler düzeyinde üçlü görüşmelerin kararlaştırıldığını söyledi.
Elbette jeopolitik statükoyu korumak için Aras nehri boyunca düzenlenen askeri tatkibatların yol açtığı güvensizliği izale etmeye böylesi bir buluşma yetmez. Araya Putin’in ayartmasıyla Türkiye’yi ‘enerji ağına’ dönüştürme sevdası da girdi. Erdoğan’ı heyecanlandıran koridor İran’a kaybetme korkusu yaşatıyor.
İRAN DA ANKARA-ŞAM BARIŞINI İSTİYOR AMA...
Türkiye’nin Suriye siyasetini değiştirerek Şam’la barışması normalde İran’ın da hedefi. Fakat bu barışın içeriğinin “İran’ın yerini alacak ya da İran etkisini geriletecek bir Türk rolü” olarak belirlenmesi meseleye bakışı etkiliyor. Eğer NATO müttefikleri, Arap ülkeleri ve İsrail Türkiye’nin Şam’la normalleşmesini zımnen benimseyecekse yeni denklemde “İran karşıtı yeni bir girdi” arayacaklardır. Tahran bunun bilincinde. O yüzden içerdeki yangından başını kaldırıp biraz diploması yapma derdine düştü.
Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin bir süredir gündemde olan Şam ve Ankara ziyareti için hazırlıklar sürüyor. İçeriğini bilmesek de Şam-Tahran hattındaki trafik arttı. Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad’ın 8 Ocak'ta İranlı mevkidaşı Emir Abdullahiyan’la telefonda durumu değerlendirmesinden sonra Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Eymen Sosan ertesi gün Tahran’daydı. İkili ilişkiler, bölgesel güvenlik ve öteki gelişmeler ele alındı. Abdullahiyan farklı dosyalarda iki ülke arasındaki koordinasyon ve danışmaların önemini vurguladı. Ekonomi faslında işbirliğinin artırılmasını istedi. Mikdad da Suriye’de siyasi çözüme yönelik bütün girişimlerde İran’ın rolünün kaçınılmaz olacağı güvencesi verdi. Reisi’nin de tarihi belli olmasa da daha fazla gecikmeden Şam ve Ankara’ya gelmesi bekleniyor.
Şam açısından savaş zamanında İran’ın desteği unutulamaz ve Tahran’dan kopuş bir seçenek olamaz. Ama savaşı geride bırakan ikinci aşamaya geçilirken Tahran’la gündemlerin daha fazla eşgüdüme sokulması ve mutlak kenetlenme normalleşme sürecini tıkayabilir. Suriye devletini yıkamayanlar, İran bağlantısını bahane edip bu ülkeyi enkazda kalmaya mahkum ediyor. Savaş boyunca Rusya’yı İran, İran’ı Rusya ile dengeleyen Şam, Ankara ile normalleşme sürecine girerse denge başka bir yerde kurulabilir. Ancak bu normalleşmeye Batılı müttefiklerden vize aranacaksa “İran’ı sınırlayan bir Türk rolü” için bahisler açılabilir. O yüzden İran için Şam-Ankara baharının Astana platformunda açması tercihe şayandır.
GERİLİMDE KALAN KAYBEDER...
Kuşkusuz her şey Türkiye-İran rekabetine indirgenemez. Bölgenin yeni dinamikleri gerilimleri azaltmayı dayatıyor. Körfez İşbirliği Konseyi üyeleri arasındaki husumetler rafa kaldırıldı. Ardından Türkiye’nin Suudi Arabistan ve BAE ile ilişkileri normale döndü. Kahire-Ankara ilişkileri test sürüşünde. İran, bu iklimin dışında kalması halinde bütün gerilimlerin kendisinde temerküz edeceğini görüyor. Yemen savaşının başladığı dönemdeki gibi İran ve vekil güçlerine karşı Sünni koalisyon fikrinin dirilmesinden korkuyor. Ayrıca Amerikan-İsrail ikilisinin Abraham Anlaşmaları ile İran’ı kuşatan girişimlerine karşı hamleler geliştirme gereği duyuyor. Gözdağının etkisi bir yere kadar. Bu yüzden Körfez’in lider gücü Suudi Arabistan’la yeni bir başlangıç yapmaya, BAE’yi hizaya sokmaya, Mısır’la ilişkileri geliştirmeye uğraşıyor. Tabii Türkiye’nin İsrail’le yeni sayfa açmasına misliyle yanıt veremeyeceği için burada endişeli bekleyişe geçiyor. Azerbaycan-İsrail, Kürdistan-İsrail veya Türkiye-İsrail ilişkilerini kendisine yöneltilmiş birer düşmanlık olarak görüyor. Irak’ın komşularını bir araya getiren “Bağdat İşbirliği ve Ortaklık Konferansı” İran için komşularla normalleşme fırsatı sunuyor. İkincisi geçen ay Amman’da düzenlenen konferansa Irak, Suudi Arabistan, Katar, BAE, Mısır, Bahreyn ve Umman’ın yanı sıra bölge dışından Fransa ve AB katıldı.
İran, ABD’nin Arap müttefikleri üzerindeki etkisi sendelerken atmosferi değerlendirmeye çalışıyor. Karşı tarafta ABD de İran düşmanlığını arka fona alarak Abraham Anlaşması’na taraf ülkelerle Negev Forumu’nu daha kapsamlı hale getirmek için bastırıyor. Forumun son toplantısı Abu Dabi’de İsrail’den 20 yetkilinin katılımıyla 9 Ocak’ta gerçekleştirildi. Netanyahu’nun radikal sağcı-dinci bir kabineyle iktidara dönüşü, İran’la diyalog yolunu deneyenleri baskı altına alabilir. Yine de İran’ı tehdit olarak görenler, Amerikan güvencesindeki aşınmayı göz ardı edemiyor ve Tahran’da diplomatik angajmanın olası getirilerine bakıyor.
Türkiye de rekabet ve işbirliğinin birbirini dürttüğü eski düzene doğru yol alıyor. Şam-Ankara barışına dönük adımlar Tahran’la ilişkilere de bir şeyler katacak; biraz rekabet biraz işbirliği. İlla ki denge bir yerde kurulacak.