Şamil Tayyar'ın açıklamaları ve yargı borsası
1980 ve 15 Temmuz davalarının hep gözardı edilen sonuçlarından birisi ekonomik gücün yargıyı belirleme ve etkileme kapasitesidir. Fakat avukatlar ve yargı mensupları arasında ne tür “endüstriyel” ağların oluştuğuna dair hiçbir ciddi araştırma ve soruşturma yapılmamıştır. Bu sorgulamanın yapılması en acil demokratik görevlerden birisidir.
Dr. Orhan Gazi Ertekin*
G.Antep Milletvekili Şamil Tayyar “FETÖ borsası var. Milyon dolarlar dönüyor… İtirafçı adı altında iş adamlarını serbest bırakıyorlar. Türkiye’nin bir çok yerinde var bu…” minvalinde bir açıklama yapmış ve açıklamalarının hem HSK hem de C.Başsavcılıkları nezdinde suç duyurusu olduğunu eklemiş. Açıklama birkaç yönden çok önemli. Birincisi Şamil Tayyar gibi bir AKP milletvekili dışında böyle bir sorunu ifşa edecek bir demokratik denetim alanı maalesef yok. Avukatların birkaç kişilik ortamlarda dile getirdiği, şayianın arzı aştığı bu iddia ve şikayetler ancak ve ancak Erdoğan lehine ve AKP’nin içinden ve tabii ki "FETÖ'cüler korunuyor şikayetleri" ile yapılabilirdi. Açıklamanın ikinci önemli noktası ise 15 Temmuz 2016 ile başlayan yeni yargı sürecinin en ciddi meselelerinden birisi olan “mali boyutu”na parmak basmış olması. Ve üçüncüsü Türkiye’de “yargı endüstrisi”nin nasıl çabucak bir “yargı borsası” haline gelebildiğini içerden ifşa etmiş olması. Şimdi birer birer bakalım…
YARGIDA YOLSUZLUK DENETİMİNİN YOKLUĞU
Türkiye’nin yargısı 15 Temmuz sonrası Olağanüstü Hal sürecinde bir ön cephe aygıtına dönüşmüştür ve bu durum onu hukuksal temellerden kopardığı gibi siyasal sorgulama ve denetimin dışına doğru taşımıştır. Bunun sonucu pek açıktır: Yargının sorunları, hataları ve asıl olarak yargısızlığının tartışılamadığı bir ortamda her tür yolsuzluk, rüşvet ve irtikap kendisini kolaylıkla saklayabilir hale gelir. Büyük siyasal davalar ile sahadaki küçük çıkarlar daima iç içe geçer ve örgütlü bir yolsuzluk süreci başlayıverir. Çünkü küçük çıkarlar daima kendilerini büyük davaların gölgesine saklamaya meyillidir. Akın Atalay’ın, Osman Kavala’nın, Selçuk Kozağaçlı’nın tutukluluğunun tartışılamamasının, iddianame ve tutuklama gerekçelerinin sorgulanamamasının sadece “siyasi-hukuki yolsuzluk” veya “adaletsizlik” vasfında kalması tarihin bize öğrettiklerinin gözardı edilmesi anlamına gelir. Siyasi sahada gücü artan her kurum, kendi kurumsal sınırlarını aşarak ekonomik ve toplumsal mevkii kazanmanın peşine düşer. Çünkü siyasi tutumundaki dokunulmazlık onu kendi ekonomik çıkarlarını takip etmekte de dokunulmaz kılmaya başlar. Şamil Tayyar’ın ifşaatlarının ilk önemli noktası budur ve çaresi yargı mensuplarını kendi hukuki sınırlarına riayet etmeye zorlanmalarıdır.
15 TEMMUZ DAVALARI VE EKONOMİK BOYUTU
İkinci boyut yargının ekonomik güç ve nüfuz alanları ile ilişkisine dairdir. 15 Temmuz sonrası açılan davalar, Türkiye “yargı endüstrisi”nin en büyük ekonomik sıçramalarından birisini de beraberinde getirmiştir. Türkiye, maalesef, henüz “yargı endüstrisi” kavramından yoksundur ve bu nedenle hukuk ve yargı alanındaki ekonomik gelişmeleri ve yolsuzlukları tam olarak belirleyebilecek durumda değildir. 15 Temmuz sonrası açılan davaların ekonomik büyüklüğünün doğrudan el konulan 40 milyar dolarlık mal varlığından başlayarak genel toplamda tahminen 500 milyar dolara kadar uzanması, özellikle avukatlık piyasasında en aşağı tahminle 10 milyar dolara kadar varan bir paylaşım sahası yaratmıştır. Asla göz ardı edilemeyecek, mutlaka sorgulanması, takip edilmesi gereken bir ekonomik büyüklükten söz ediyoruz. Bu ekonomik büyüklüğün avukatlar kadar hakim ve savcılar alanındaki karşılıklarının ne olduğu konusunda neredeyse hiç bilgimiz bulunmuyor. Fakat, bu çaptaki ekonomik büyüklüğün Türkiye yargı endüstrisinin en büyük patlaması olduğu konusunda şüphe yoktur. 1940-60 arası ekonomik-ticari ilişkilerin artması avukatlık ve yargı piyasasının ilk büyük patlamasını yaratmış, hemen ardından 1960-80 sürecinde toprak meselesinin hukukileştirilmesi, tapu ve kadastro davaları sayesinde ikinci büyük ekonomik yükseliş yaşanmıştı. 1980 darbesi sonrası siyasi davalar ise tıpkı 15 Temmuz sonrasındaki davalara benzer sonuçlar yarattı ve yargı endüstrisindeki sonuçları maalesef tartışılamadı. 1980 ve 15 Temmuz davalarının hep gözardı edilen sonuçlarından birisi ekonomik gücün yargıyı belirleme ve etkileme kapasitesidir. Fakat avukatlar ve yargı mensupları arasında ne tür “endüstriyel” ağların oluştuğuna dair hiçbir ciddi araştırma ve soruşturma yapılmamıştır. Bu sorgulamanın yapılması en acil demokratik görevlerden birisidir. Çünkü aynı zamanda hak ve özgürlüklerimizle de doğrudan alakalıdır.
YARGI BORSASI
Ve Tayyar’ın açıklamalarının üçüncü boyutu ise Türkiye yargısının hiçbir dayanıklılık ve direnç belirtisi göstermeden hızla bir “yargı borsası” haline gelebilme kapasitesidir. Türkiye’de yargı iktidarına bağlı olarak şekil alan bir “yargı endüstrisi” vardır. 1926 İstanbul Barosu baskınından sonra avukatlık piyasası geleneksel Osmanlı elitlerinden alınıp Ankara elitlerine bağlanmış, yüksek mahkemeler ile avukatlar arasındaki ideolojik yakınlık Türkiye’de “Cumhuriyetçi elitlere” bağlı yargı mensupları ve avukatların ekonomik faaliyetlerini takip etmeyi men etmişti. Uzun yıllar boyunca Cumhuriyetin yargı endüstrisinin oluşturduğu irtikap süreçleri sorgulanamamıştır. 2010 sonrası yargının bu kez Gülenist örgütün eline geçmesi ise Gülen mensuplarından oluşan yeni “yargı elitleri”nin yargı piyasasını da ele geçirmesi ile sonuçlandı. Yüksek mahkemeler ile avukatlar arasındaki ideolojik ve politik dayanışma ve işbirliği bu kez Gülenist örgütün ağları üzerinden kuruluyordu. Yargı endüstrisinin bir “yargı borsası”na dönüşmesi de bu süreçte gerçekleşti. Şimdi ise Şamil Tayyar’ın dediklerine bakılırsa 15 Temmuz davaları yeni bir “yargı borsası” yaratmış görünüyor. Bu iddianın süratle araştırılması şarttır. Bu süreçlerin ekonomik karşılığını ve bireysel sonuçlarını görebilmek için demokratik bir biçimde tesis edilmiş gerçek bir hukuk ve yargı alanına ihtiyacımız var.
Bu olmadığı sürece, “siyasal davalar”, “siyasi imanlar”, her türlü ekonomik yolsuzluğu içinde saklayacak ve herkesin bildiği ama kimsenin konuşmadığı bir şehir fısıltısı olarak içimizi oymaya devam edecektir.
*Hakim, Demokrat Yargı Eşbaşkanı