Son zamanlarda İstanbul'daki sanat etkinliklerine yönelik büyük bir ilgi var. İstanbul Bienali, Ömer Koç koleksiyonundan oluşan Kapı Çalana Açılır sergisi, Contemporary İstanbul Fuarı, Tüyap Kitap Fuarı başta olmak üzere birçok kültür sanat etkinliğinin önünde uzun kuyruklar, izdihamlar oluşuyor. Bazen PR çalışmalarının bir parçası olarak çarpıtılmış görünen ziyaretçi rakamları güven vermese de ilginin arttığı bir gerçek. Son bir yıldaki bu ilginin sosyolojik, kültürel ve ekonomik açıdan irdelenmesi gerektiğini ve yeni olanaklara kapı açabileceğini düşünüyorum.
Aslında bu ilgi son 10 yılın birikiminin sonucu. İçerik açısından geniş kapsamlı etkinliklere olan ilgi düzenli olarak artış gösteriyor. Ancak herkesin bildiği gibi geçen sene yaşanan terör saldırıları insanların evlerine kapandığı bir dönemi getirmişti. Şu an ise bu dönemin acısını çıkarırcasına insanlar sokaklarda. Kadıköy-Beyoğlu gibi merkezi semtlerden İstanbul'un uzak çeperlerine kadar birçok alan hafta sonları kalabalık içinde. Konserler "sold out", mekanlar "full", AVM'ler "tıklım tıklım." Tabi ki yanlış hesaplanmış soylulaştırma projeleri nedeniyle bazı hip mekanların boşaldığını görüyoruz. Bu ayrı bir yazının konusu. Ancak sergi gezmek için en az bir saat sıra beklemek bizim için yeni bir fenomen. Sadece büyük etkinlikler değil, küçük bir ekiple yaptığımız ve sadece konuya özgü konukların ilgisini çekebilecek konuşmacılardan oluşan Arşivden Sonra? konuşma serisinde dahi salonlar doluyor.
İşin kıymetli olan tarafı insanların sokakları terk etmemesi. İnsanlar sergi görmek, yeni kitaplara bakmak, başka insanlarla karşılaşmak, sosyalleşmek ve tartışmak istiyor. Bunlara kimsenin itirazı olamaz. Ancak bir eksiklik, olmamışlık, tamamlanmamışlık var ki o kadar da memnun değiliz. Contemporary İstanbul Instagramcıları, Tüyap postercileri, büyük event meraklıları sosyal medyanın en çok şikayet konularından.
Tam da bu gelişmeler üzerine düşünürken Mehmet Yalçın'ın T24'te çıkan "Festivallerin Suyu Çıktı..." yazısına denk geldim. Benim hiç bilmediğim bir alan olan yemek festivallerindeki kalitesizlikten şikayetçi Yalçın. Mehmet Said Aydın da bir yazar ve yayıncılık profesyoneli olduğu halde "İstanbul kitap fuarına neden gitmemeliyiz?" başlıklı bir yazı kaleme aldı burada. Bu iki yazı temelde organizasyonel bozukluklardan kaynaklanan sorunlara işaret ediyor. Ancak derinlere bakmaya çalıştığımızda bunlardan daha fazlasını bulabileceğimizi düşünüyorum.
"Sanat etkinliklerinin 'event'leşmesi" diye özetleyebileceğim düşüncemi de bu noktada bir anahtar olarak kullanmak istiyorum. Sanat etkinlikleri artık kültürel bir katılım, bir platform, tartışma alanı, buluşma mekanı ya da ortak paydada buluşacağımız bir yapıda değil, birer 'event'. Facebook'tan "Gidiyorum"u işaretlemenin kolaylığı kültürel etkinliklere katılıma da yansımış durumda. Saikleri ayrışsa da kahve festivaline gidiyoruz, Bienal'i bitmeden görüyoruz, hafta sonu muhakkak Contemporary'e uğruyoruz. Her yıl Tüyap'ı bir kez tavaf etmek zaten okuyan yazan biri olarak boynumuzun borcu. Ancak bunlar bir noktada hafta sonunda yapılacak bir 'event'e, boş boş oturmamanın çaresine ve politik kimliğimizin birer göstergesine dönüşüyor.
Yine de işin olumlu kısmına odaklanmakta fayda var. "Instagramcılar bastı" eleştirisi getirirken geçen sene Contemporary İstanbul fuarındaki Koleksiyonerler bölümünde en az iki saat süren kuyruk işin o kadar kolay anlaşılamayacağını gösteriyor. Bienal'in kamusal programındaki akademik konuşmaların harareti, yayıncıların öne çıkan kitaplarını Tüyap zamanı sunması ya da son örnekte göreceğimiz üzere Kapı Çalana Açılır sergisine olan ilgi yeni arayışlara olan ilginin de yeşerebileceğinin göstergesi.
Günümüz Türkiye'sinin sosyolojisini, politikasını, kent yaşamını, sanat dünyasını ve ekonomisini sanat etkinliklerine olan katılım üzerinden nasıl okuyabiliriz? Buna dair hazır cevaplar cebimizde zaten. Ancak derinlikli olarak incelemek ve sonuçlar çıkarmak için ayrıntılı olarak incelemekte fayda var.