İstanbul sokakları, şu sıralarda açılan iki sergi üzerinden sanatın gündelik hayatla kurduğu ilişki ve ürettiği yapıcı çelişkileri yeniden sorguluyor. Alp Esin'in Muaf Beyoğlu ve Aslı Çavuşoğlu'nun Galeri Nev sergileri, buna iki örnek niteliğinde...
İstanbul Beyoğlu'nda, İstiklal Caddesi başlangıcında yer alan Akbank Sanat yapısının arka sokağına (Kurabiye Sk.) düşen Muaf Beyoğlu isimli yeme ve içme mekânı, ilk katının bir duvarını sanata ayırmaya karar verdi. Bir zamanların Paris kahveleri ve bir çok batılı emsali gibi, sanatı gündelik yaşamın aktif bir parçası haline tekrar nasıl getirebiliriz gibi, karın ağrısı yüksek bir soru üzerine şekillenen proje, fikir ve eylem öncüsü Alp Esin'in tabiri ile 'görece dar alan içerisindeki ifade olanaklarını araştırıyor.
''Olmayan Geçmiş İmkânsız Gelecek' projesiyle adını duyuran Esin'in deyişi ile 'küçülerek artmayı öneren girişim, denemek için alan açarken, bütün disiplinlere de açık bir anlayışı yansıtıyor. Projenin ilk sergisi, 27 Şubat'a değin 10 edisyonluk 'Ve'l Bâ su Ba'del Mevt', 'Vegan Mangal' ve 'Neyse!' isimli mürekkep baskı 'kiç' (kitsch) / ucuz manzara resimleri üzerine yapılmış figüratif ve sürprizli müdahalelerden oluşurken, bunlara yine beş adet, 'plastik çiçek' görseli refakat ediyor. Resimler, bir kuşağın 'resim sevdası'na karşılık veren merhum TV sanat atölye hocamız Bob Ross'un hepimize bulaştırdığı 'klişe' güzel manzaraları çağrıştırması adına da garip bir nostalji saçıyor. Esin, sergi üzerine kaleme aldığı metinde, şuna parmak basıyor:
"Ben bu işlerde kullandığım resimleri, bir hurdacının arabasında buldum ve gerçekten çok ucuza satın alabildim. Peki, ortak hayaldeki pastoral fantazma geleceğe nasıl taşındı ? Kırsalla ilişkisi kesilen ve bütün hayatını şehirde yaşayan üçüncü kuşağımız için şehir, kendi hayatına müdahale olanaklarını kaybetmesinin ve mutsuzluğunun ana kaynağı haline dönüştü. Böylece, pastoral fantasma geleceğe taşındı. Kırsalda alınan arazi üstüne dikilen bir ev ya da doğrudan satın alınan köy evi, belki kendi tavuklarını ve elmasını yetiştirerek oluşacak kendine yeten bir ekonomi, ekolojik ve organik bir hayat..."
Alp Esin'in altını çizdiği bu 'ucuz'luğun samimiyetinde, bunu bize yeniden teşhir ederken epey çıplak gözle bakmamızı öneren figüratif, hınzır çıplaklığında eleştirel bir gereksinim yatıyor. Resimlere kurguladığı hikâyeleri canlandırmak için kendini adeta Hieronymus Bosch'un ürpertici devasa klasiklerindeki gibi, canlı ve pervasız bir model olarak kullanmaktan ve yansıtmaktan kaçınmayan Esin, bunun için her hikâyenin çatısını oluşturan gökyüzünü de, şehirde çektiği gökyüzü fotoğraflarıyla değiş tokuş ediyor. Çünkü sanatçı, artık şehirde doğayla ilişki kurmak için tek olanağımızın, göğe bakmak olacağını düşünüyor. Bunun gibi, çok sevindirici ve merak uyandırıcı biçimde sezon sonuna kadar en az altı farklı disiplinden sanatçıya mesken olacak Muaf Beyoğlu duvar sergileri girişimi de, sanatla gündelik ve samimi bir ilişki kurabilmemiz adına bize alternatif bir bakış açısı vaat ediyor. Tıpkı benim de burada gündeme getirdiğim ve geçenlerde yine Beyoğlu'nda ressam Oğulcan Yiğit Özdemir'in tuvallerini sahiplenen bir diğer Beyoğlu mekânı, Qırıx gibi.
Bunun dışında, sanatın kendine 'asılacağı bir duvar gereksinimi' içinde olduğunu sezen bir diğer sanatçı da, Aslı Çavuşoğlu. Yakın zaman önce bir eseri ABD New York'daki MoMA sanat müzesi koleksiyonuna alınan ve eserleri Arter, Palais de Tokyo Paris ve yine New Museum gibi mekânların kapısını aşındıran Çavuşoğlu, önceki gün Galeri Nev İstanbul'da açtığı 'İlginç Şeyler Karanlıkta Olur' sergisi ile, Özer Yalçınkaya'nın tasarımı olan ve sanatçının 'Annex' ismini verdiği özel bir yazı karakterini kullanarak ürettiği, iki tonlu kırmızı neon yerleştirmeyi galerinin bir duvarına misafir ediyor. Bu girişim, aslen sanatçının daha önce ürettiği 'Devrim' temalı, Stockholm Moderna Museet’de izlenmiş neon eserine de bir gönderme niteliğini taşıyor. Öte yandan sergiye, İstanbul'un bir çok yerine asılan özel bir poster de refakat ederek, sanatın asılması gerekli duvarlar ve burada teşhir edilmesi lüzumlu mesajlar meselesini bir daha kaşıyor. Çavuşoğlu bunu yaparak, 'Tek yol Devrim' veya 'Başka bir Dünya mümkün' gibi mesajların, İstanbul'da bilinçli biçimde ve özellikle belli gruplarca, geceleri böylesine nasıl tahrif edildiğine işaret ediyor ve çemberler, üçgenler, kareler ve çarpı formları ile bu mesajları hazmedemeyen belli bilinçteki bazı gizemli kişiliklerin de varlığına göndermede bulunuyor. 10 yıldır bu mesajları kayıt altına alan sanatçı, bu sergisiyle 'topu alarak', adeta kontra atak yapıyor ve büyük bir farkındalık hızıyla bizleri olup biten ve unutturulan hakkında yeniden güncelliyor.
Sanatçı bunu yaparken, felsefedeki 'Sous Rature' tabirine de gönderme yaparak, aynı an içinde hem orada olan, hem de bulunmayan oluş halinin altını (belki de üstünü) çiziyor. Üstelik, bu sergiye refakat edecek biçimde ilgili yazı karakterinin de sosyal medya aracılığı ile kamuoyuna yeniden ve ücretsiz servisi gündemde. Bu konuyla ilgili bilgi, sanatçıdan ve Galeri Nev İstanbul'dan edinilebiliyor.
Bu iki girişim-örnekten yola çıkarak dillendireceğimiz gibi, sanata (İstanbul ve elbette Türkiye'de) hakkıyla asılacağı, derdini doğrudan aktarabileceği nice duvar gerekiyor. Önemli olan, büyük ölçüde yaşamdan beslenen ve kendini yine yaşama iade sevdası ile yanıp tutuşan bu sanat eserlerine sahip çıkabilecek, bu çeşitliliğin rekabetini sağlayabilecek uzak görüşlülüğe sahip olabilmek olsa gerek.