Büyük sergileri göreceğimiz yeni sezon öncesinde soralım: Sanatçıların kendilerini özgürce ifade edebileceği bağımsız ve informel alanlar yaratılabilir mi?
İçinde yaşadığımız çağın onlarca sorunu arasında bu sıralar en çok ilgimi çekeni, insanların kendilerini ifade etme konusunda yaşadıkları sıkışmışlık. Özellikle uluslararası medya raporlarında görüyoruz. Türkiye, Ortadoğu ve Balkan ülkeleriyle beraber sosyal medyayı en çok kullanan ülkelerden biri. Bu, sosyal medya dışında derdimizi açıklayacak çok fazla alan bulamadığımızın göstergesi. Bir yandan da sosyal medya üzerinden yapılan gözaltılar ve tutuklamalar sonucunda, bize özgü bir fenomen de Whatsapp'ın bir medya aracına dönüşmesi, insanların kapalı devrede kendilerini ifade edecek alanlar yaratmaya çalışması. Bu yazıda da ölçeği daraltıp sanat üreticilerine bakalım...
2010 yılında doruk noktasına çıkan sanat atılımları artık bir bir geri çekiliyor. Neoliberalizmin üstüne gelen otoriterleşme kurumları ve kurumsallaşmayı dolaylı sansür aracına çevirmiş durumda. Peki, böyle bir ortamda bir mekân ne anlama gelir, diye soralım.
Tarlabaşı'nda görkemli bir bina... 1843-1982 yılları arasında Beyoğlu Anarad Hığutyun Okulu olarak hizmet veren "Manastır" 1988'de tekrar keşfedilip film çekimleri için plato olarak kullanılmaya başlanmış. Bir yandan da binayı peyderpey kiraya veren Adnan Vurdemir'in de çabalarıyla sanatçılar atölye olarak burayı kullanmaya başlamışlar. Bedri Baykam, Hüseyin Bahri Alptekin, İnci Eviner gibi sanatçılardan tiyatro topluluklarına kadar 90'lı yıllar sanatının üretim merkezlerinden birine dönüşmüş bu Manastır.
80'li yıllarda herkes bir yerlere savrulmuşken Manastır'ı keşfediyor İnci Eviner. "Hem kendimi gerçekleştireceğim umudunu veriyordu, hem de benim gibi düşünen ve çalışan insanlarla karşılaşma olanağı sağlıyordu," diye tanımlıyor Eviner mekanı. Ve atölyesini de yalnızlıktan kurtulmanın bir yolu olarak gördüğünü ekliyor. Neoliberalizmin henüz her yere işlemediği, bağımsız ve informel alanların halen nefes alabildiği bir dönemden bahsediyoruz. Manastır bu dönemin simgelerinden birine dönüşmüştü.
İKSV'nin Kültür-Sanatta Katılımcı Yaklaşımlar raporunu araştırmacı Ayça İnce'yle konuşmuştuk. Röportajımızda İnce, Paris'teki Centre Pompidou kütüphanesi örneğini vermişti. "Oraya gittiğinde paten kayan, kitap okuyan, sandviç yiyen insanları görürsün. Mekânın nasıl kamusallaştığını görürsün. Sanatla ilgili bir şey değil belki bunlar ama insanların buluştukları, kendilerini özgür hissettikleri yer orası, bu kadar basit. Bir kültür sanat mekânı illa ki meşhur mimarlara yaptırılan bir bina olmak zorunda da değil. Kimi zaman mekânın kullanımı mimarın tahayyülünü bile aşabilir… Köprü altında break dance yapan gençler de orayı dönüştürüyor."
Bizim de şu anda en çok ihtiyacımız olan şeylerden biri bu belki de. Şu anki sanat kurumları buna olanak sağlıyor mu, başka bir yazının konusu. Benim asıl merak ettiğim yeni alanlar yaratabilir miyiz, sorusu. Küçük ve bağımsız mekânlar yaratabilir miyiz? Ya da büyük kurumlarla ortaklaşan ancak gerektiğinde kendi başına da hareket edebilen göçebe alanlar yaratabilir miyiz? Ana akım medyadan şikâyet edip durmak yerine hantallaşmamış yeni yayıncılık pratikleri geliştirebilir miyiz? Bu noktada küçük ölçekli fonlar nasıl bir görev üstleniyor?
Son dönemde buna dair en ilginç gelişmelerden biri sinema alanında oldu. Kapatılmak üzere olan Beyoğlu Sineması yeniden yapılandırılıyor ve sadece film gösterilen bir salon değil, sinemanın tartışıldığı bir alan olmak hedeflerinden biri. Bu amaç ne kadar gerçekleşir bilinmez, ancak bir niyet olarak bunun ortaya konması bile önemli. Aynı şekilde, profesyonelleşme fetişi tehlikesi barındırsa da yeni açılan yaratıcı "hub"lar ya da belediyelerin açıp bir türlü hareketlendiremediği kültür merkezleri bu işin parçası olabilir mi?
Evet, belki de yıllardır üzerinde durulan, ancak bir türlü cevabı bulunamayan sorular. Kesin cevaplar bulmak zorunda olduğumuzu düşünmüyorum. Ancak hazır büyük "event"leri göreceğimiz sezon açılırken, başka türlü neler yapabiliriz sorularını da devamlı hatırlatmakta fayda var.
SALT'ın Manastır (İstanbul Sanat Merkezi) sözlü tarih projesine ulaşmak için tıklayınız.
Ayça İnce'yle yaptığımız söyleşiye ulaşmak için tıklayınız.