2017 referandumundan bu yana seçim güvenliği ve adil seçim
yarışına yönelik eskiden beri var olan kısmi endişenin toplum
geneline yayıldığı ve giderek kesinleşmiş kanaate dönüştüğü seçmen
ruh haliyle ilerliyoruz seçim sürecinde. Seçim yarışının adil
olmayacağına yönelik kesinleşmiş kanaatin yaygınlığı elbette
yaşananlara, iktidarın yaptıklarına, başta son seçim kanunu olmak
üzere olgulara dayanıyor. Diğer yandan sandık güvenliği de son
referandumda su götürmez biçimde YSK’nin emanında değil artık. Oysa
61 Anayasasından bu yana en kritik, en kaotik siyasal ortamda
gidilen seçimler sırasında bile seçmen genelinin Yüksek Seçim
Kuruluna duyduğu güven yüksekti. Arada mükerrer oy kullanımı
gerçekleştiğinden de kimsenin şüphesi olmazdı ama seçim sonucunu
değiştirecek boyuta çıkmayacağına güvenilirdi. YSK, sandık
demokrasisinin en güvenli kurumuydu. Eh, bizde demokrasi hiçbir
zaman sandıktan öteye gitmediği içindir ki demokrasinin varlığı ve
gücü YSK’nin güvenilirliğiyle ölçülürdü. Şimdi YSK’ye, il, ilçe
seçim kurullarına duyulan güvensizlik nedeniyle sandığa giren oyun
listelere aynıyla geçeceğine dair inancı yüksek seçmen bulmak
zor.
Sandık güvenliğinden ibaret olmayan seçim güvenliği konusu,
Rusya’nın müdahalesi ihtimalini bile hatırda tutmayı gerektiren pek
çok iç dış etkene bağlı. Şüphesiz etkenlerin en başında gelen
sistemin ta kendisi. Ucube sistemin tasarlandığı, anayasa
taslağının ortaya çıktığı ilk andan itibaren aklı başından herkesin
dikkat çektiği konuların başında seçim güvenliği ve adil demokratik
seçim şansımızı yok edeceğine dair endişeler hatırdadır. Nitekim
sistemin ilk sınavı olan 2019 yerel seçimlerinde endişelerin
haklılık payı ortaya çıkmıştı. Muhalefet adaylarının
düşmanlaştırıldığı kampanya süreci bir yana oy verme ve sayım
aşamasında YSK’nin verdiği, iktidarın bir dediğini ikiletmeyip
anında yerine getiren kararları, ülkede hukukun değil Erdoğan’ın
üstünlüğüne dayalı sistemi iyice görünür kılmıştı. Peki ya sonuç:
Erdoğan ilk siyasi yenilgisini son yerel seçimlerde aldı. 13 bin oy
farkını yetersiz gören Erdoğan’ın baskısına direnemeyip seçimlerin
tekrarlanmasına karar veren YSK ve iktidar, oyuna sahip çıkmanın
ötesine geçen bir seçmen iradesiyle tanıştı. 13 bini “kuşkulu”
bulanlara 800 bin oy farkını veren bir seçmen iradesi var bu
ülkede. Ve siyasi tarihimizde, yerel seçim sonuçlarının bir sonraki
genel seçim sonuçlarındaki belirleyici rolü de hemen hemen hiç
şaşmadı. Seçmen eğilimi değişimden yana buna kuşku yok. Başlığa
taşıdığım üzere sandık, YSK’den çok seçmen iradesine emanet. Ancak
hem tercihte hem oyları korumada uyanık olmak şartıyla. Çünkü
seçmenin bir oyu iktidarın binbir oyunu var.
Oyunlardan birisi ve belki birincisi sistemin ucubeliğiyle
ilişkili. Ucube sistemin iktidara yönetimde ve seçim süreçlerinde
tanıdığı akıl almaz yetkilerin, bir kez daha seçim kazanmaya azimli
Erdoğan’ın pervasızlığıyla birleşmesi, bu cumhurbaşkanlığı ve
milletvekili genel seçimleri için ortaya korkunç bir karışım
çıkardı. Berbat bir ekonomi politikasında ısrarın yol açtığı,
tarihimizin en yüksek enflasyonist sürecine rağmen seçim sonucunu
bıçak sırtı gösteren anketlere maruz kalıyoruz. Yine tarihimizin en
büyük depremlerinden birini yaşadıktan sonra açığa çıkan iktidar
acziyetinin, yetersizliğinin, beceriksizlikten ziyade kötü
niyetten, kamu kaynaklarının yağmalanmasından kaynaklandığı da
görünür oldu. Her zamanki gibi gerçeklerin görünürlüğünü
bulanıklaştırmak için öfke nöbetlerini andıran hakaret, itham,
sözlü ve bazen de fiili saldırılarla muhalefet hedef gösterildi,
kampanyada. İktidarın seçim yenilgisinden kurtuluş reçetesi bununla
da sınırlı değil maalesef. Yine tarihte görülmemiş ölçüde kamu
kaynağı, iktidarın seçim kampanyasına aktarılıyor. Bakanların
istifa etmeden milletvekili adayı yapılması, kamu gücü gibi
bakanlık bütçelerinin de seçim kampanyasında kullanılması anlamına
geliyor elbet. Ucube sistemin kaçınılmaz sonucu olarak mülki
amirlerin, kolluk ve yargının seçim kampanyasının “doğal neferi”
haline geldiğini de ekleyelim bunlara. Gerçi iktidar, attığı her
adımla, aldığı her kararla eksik olmasın unutmamıza fırsat vermiyor
zaten.
Seçime yaklaşık iki hafta kalmışken bile hala korkunç hınç ve
intikam politikası uyguluyor Kürt siyasetine. Tabii burada
iktidarın genel politikasını açıkça ortaya koyan o genel ayırımı da
yapmak lazım. Artık kutuplaştırma kavramının yetersiz kaldığı o
düşmanlaştırma politikasındaki ben ve öteki mantığı biat esası
üzerine kurulu. Kendisine biat eden sol-solumsu; biat eden
ulusalcı-milliyetçi; biat eden dindar; biat eden seküler; biat eden
Kürt; biat eden Alevi dost kuvvetler olarak ayrıcalıklı bir yere
sahip. Biat etmeyenlerin yeri belli Erdoğan’ın gözünde. Ve sözünde
ileri sürülecek itham ve suçlamalar belli. Seçim kampanyasını da
etkileyecek gözaltıların sebebi ise belli-belirsiz. Hukuken
açıkça bilinmesi gereken suçlamaların neler olduğu kimsenin malumu
değil. Somut delile dayanmayan ezber ithamlarla ve sırf seçim
kampanyasını etkilemek için yapıldığını düşünmemize neden olan da
artık otomatikleşmiş gizlilik kararları. Gözaltına alınan kişilerin
avukatları dahi atılı suçun ne olduğunu bilmediğine göre… Gizlilik
kararlarının düşündürdüğü, ortada bilinecek bir somut delil
bulunmadığı oluyor haliyle. 21 ilde neredeyse 150 kişiye
varan yüksek sayıda ev baskınlı gözaltı operasyonu, Kürt siyasetine
yönelik siyasi operasyondan başka bir ihtimali düşünmeye izin
vermez. Gazeteciler, avukatlar, politikacılar, sivil toplum
gönüllüleri sabaha karşı ev baskınlarıyla gözaltına alınınca
zihinlerde başka bir ihtimale de yer yok. Seçim kampanyasında aktif
ve etkili rol oynayan insanların gözaltına alındığı bilgisine de
yerelden tanıdıklarla ulaşınca durum aynen şöyle: Biat etmeyen Kürt
siyasetçiler ve partiler seçim kampanyası yürütmekte zorlansın,
onları savunacak hukukçular da engellensin, olanları yazacak
haberciler ve gazete yöneticileri de susturulsun ki meydan
Hizbullah’a kalsın. Ki, haftalar önce Hüda-Par bölgede sandıkların
kendilerine emanet olduğunu iddia eden açıklamalar yapmış olunca,
düşmanlaştırılan Kürtlerin yerine biat eden “dost Kürtlerin” ikame
edilme operasyonu demekten başka yol kalmıyor. O dost kuvvetler ki
ülke tarihinin gördüğü en vahşi cinayetleri işleyen Hizbullah’ın
uzantısı olsa da tek ölçü biat esası olunca iktidar nezdinde sorun
kalmıyor. Hakkında kapatma davası açılmış HDP için terörle bağlantı
iddiası yapılırken, Hizbullah’ı terör örgütü saymayan Hüda-Par ile
can ciğer müttefik iktidar. Siyasi baskıyla durduramadığı Kürt
siyasetini, yargı sopasıyla engelleyerek Hizbullahçı ortaklarına
sandıkları ve seçim meydanlarını emanet ettiğinde kazanacağını
hesaplıyor gibi. Kendisine biat eden minicik partiyi Kürt
siyasetinin tek temsilcisi gibi görüp gösterme eğilimi seçmen
iradesini ipotek altına almaya yeter mi, göreceğiz. Kürt seçmenin
yüksek politize olmuş halini pek tanımadığını gösteriyor. HDP
kapatma davasının getirdiği yüksek risk nedeniyle seçime girmeyip
Yeşil Sol Partiyi desteklediği için bu yeni partiyi tanımayan veya
sevmeyen seçmen olacağı varsayımıyla yargı maskeli siyasi
operasyondan medet umuyor iktidar. Hüda-Par ile HDP’yi
karıştırmayacak, Yeşil Sol Partiyi reddetmeyecek güçlü politik
bilince sahip Kürt seçmen. Yani bölgede seçim güvenliği de sandık
güvenliği de yine seçmen ferasetine ve iradesine emanet.
Kürt siyasetiyle taban tabana zıt görüntü veren ve bu görüntüyü
ısrarla vurgulamayı kendisine temel politik ilke edinen İYİ Parti
de iktidarın bu defa örtük gerçekleştirdiği operasyonların bir
diğer hedefi. “Muhalefeti parçalamak” üzerine kurulu iktidarın
seçim politikası. Kendisini büyütemediği için muhalefeti küçük ve
ayrıksı parçalara bölme işini yıllardır yürütüyor. Yıpratmayı en
çok başardığı parti de İYİ Parti. Parti içi kaynamanın topluma
yansıması ve hepten açığa çıkması, gecikmiş de olsa bir nevi safra
atmak misali partiyi hafifletip yükseltecek bir etki yapar kanımca.
Yandaş medyanın aralıksız saatler boyu deşmekten yorulmayışı, bu iç
tartışmalarda iktidar parmağı olduğuna şüphe bırakmıyor. Ne olursa
olsun muhalefet bu seçimde rüzgarı arkasına almış gibi görünüyor.
Dolayısıyla bu örtük operasyon da tıpkı açık operasyon gibi
muhalefetin arkasına aldığı seçim rüzgarını kesmeye değil
güçlendirmeye hizmet eder gibi görünüyor bana.
Bir de Sinan Oğan ve Muharrem İnce faktörü var elbette seçim
sonuçlarını düşünürken akıldan çıkmayan. Bu iki adayın da ikinci
tura kalmadan ilk turda seçimin tamamlanması ihtimalini
zayıflatması sahip oldukları tek güç(!) gibi. Ve yol ayrımındaki
seçimi, demokrasi ihtimaline açılan yola dönüştürecek olan da yine
seçmenlere düşüyor. İki adayın varlığıyla seçimin kaderi arasındaki
ilişkiyi kurmak bu ülkenin seçmeni için hiç de imkansız görünmeyen
bir basiret ve ferasetin açığa vurulmasını gerektiriyor. “Vakit o
vakit değil, bu seçim o seçim değil” kararını vermek için iktidarın
terör ithamına kanmak yerine iktidarın tercih ettiği, yanına
aldığı, ittifakına katıp açıkça müttefik olduğu terör bağlantısını
dikkate alacak eminim bu iki adayın seçmeni. Başta ve ortalarda
söylediğimi bitirirken de tekrar edeyim. Açık, örtük
operasyonların gölgesindeki sandık, YSK’den çok seçmen ferasetine,
basiretine, iradesine emanet.