Sanki Dali sizi yanına çağırıyor...

Barselona’ya trenle 1 saat mesafede bulunan Figueres adlı kasaba, dünyanın en büyük sürrealist objesine ev sahipliği yapıyor: Bütün detaylarını Dali’nin tasarladığı bu çok özel müzenin Katalanca ismi Teatre-Museu Dalí.

Abone ol

Barselona’da biraz vakit geçirince bir süre sonra kulağınız Katalancaya iyice alışıyor çünkü kamusal alanlardaki tüm anonslar İngilizce, İspanyolca ve Katalanca olarak peş peşe 3 dilde yapılıyor. Bir kelimenin İngilizcesinin ardından İspanyolcasını duyunca kelimenin Latince kökünün benzer olduğu fark ediyorsunuz. Hemen ardından Katalancasını duyduğunuzda ise fiil çekimlerinin İspanyolcadan çok az farklı olduğunu fark ederek İspanyolca ile Katalanca’nın çok da uzak diller olmadığını anlıyorsunuz. Zaten herkesin söylediği gibi, büyük ölçüde yazıldığı gibi okunduğundan Katalanca İtalyancaya, yani Latinceye çok daha yakın bir dil. Katalan bölgesinde dil serbestisi var, kendi devlet kurumlarının tabelaları Katalanca ama bunun hiçbir önemi yok. Barselonalılar turistlere o kadar alışmış ki en sade restoranlarda bile menülerde 7 dilde açıklama bulunuyor ve herkes rahatlıkla İngilizce konuşuyor. Yazları çok sıcak olduğu için sabahları parmak arası terlikle işe gidenleri görebilirsiniz. Bu anlamda Katalanlar tam bir Akdenizli rahatlığına sahipler ve sokaklardaki herkesin yüzü gülüyor.

Katalanların kendilerini İspanyollardan farklı görmelerinin muhtemelen birden fazla sebebi var. En önemli sebep, yaratıcılıklarıyla bütün dünyayı kendilerine hayran bırakan Joan Miró, Gaudi ve Dali gibi isimlerin Katalan kökenli olması ve Katalanların bu isimlerle gurur duyması. Bugün Barselona Havalimanı’nda sizi Miró’nun bir duvar paneli karşılıyor; Gaudi’nin tasarladığı Park Güell’e çıkıp Barselona’ya yukarıdan baktığınızda, kent merkezinde, yüksekliği Gaudi’nin yaptığı binaların yüksekliğini geçen bir tek bina göremiyorsunuz. Katalanların, dil konusunda özgür olmalarına rağmen sürekli bağımsızlık talebinde bulunmalarının sebebi katı bir milliyetçilikten ziyade ekonomik ağırlıklı bir talep gibi görünüyor çünkü Barselona’nın turizm geliri çok yüksek ve kültürü de daha farklı.

Çocukluğunu Barselona’da geçiren Picasso’nun İspanyol köklerini hiçbir zaman unutmamış olması gibi, Dali de Katalan olmakla gurur duyan bir sanatçıydı. Bugün “Dali’nin ürettiği dünyanın en büyük Sürrealist objesi” kabul edilen teatral müzesini, doğduğu Figueres kasabasına yaparak, küçücük bir kasabanın bir turizm merkezine dönüşmesini sağlamış olması bunun kanıtı. 2016 yılı verilerine göre 1.368.755 kişi sadece bu müzeyi ziyaret etmek için Figueres’e kadar gitmeye hiç üşenmedi.

KASABA TİYATROSUNDAN MÜZEYE

Dali, bir müze olarak dünyanın en büyük sürrealist objesini yapmaya karar verdiğinde, Figueres’te eskiden tiyatro olarak kullanılan bir binayı 1960’ta satın aldı ve belediye başkanıyla birlikte burayı müzeye çevirmeye karar verdi. Tiyatro binası iç savaş sırasında harabeye dönmüş durumda olduğundan, Dali bu binayı çatısından duvarlarına kadar her detayıyla istediği gibi tasarladı. Duvarların tepesinde devasa yumurtalar ve cephelerde ekmek formlu süslemeler! Binanın cephesinin kırmızı rengi ve yumurtaların arasında veya nişlerde bulunan altın sarısı figürler, Katalan bayrağının sarı kırmızı rengini sembolize ediyor. Figueres Belediyesi’nin 1968’de Dali’nin planını onaylamasının ardından inşaat başladı. 28 Eylül 1974’te açılışı yapılan müze, eski tiyatro binasının yan bahçelerini de kapsıyor ve bitişik bir binada Dali’nin tasarımlarından üretilen mücevherlerin satıldığı bir mağaza bulunuyor. Mağazaya girip çıkanların kendi arabalarıyla sadece bu mağazadan alışveriş yapmaya gelenler olduğu dikkate alınırsa, müzenin ve bu mücevher mağazasının kasabayı ‘lüks bir destinasyon’ haline getirdiği anlaşılıyor.

Katalanca ismiyle Teatre-Museu Dalí’nin içi ise gerçekten bir Dali resminin içinde dolaştığınız hissini vermeyi başarıyor. Bu anlamda, son dönemde dijital olanaklarla simülasyonlar kullanılarak üretilen ve ‘immersive environment’ (üç boyutlu etkileşimli çevre) adı verilen türden sergilerin fikir babasının Dali olduğunu söylemek rahatlıkla mümkün.

Müzede Dali’nin kendi koleksiyonundan eserleri duvarlarda çerçeveler içinde görmeniz mümkün ama iç mekan tasarımı bundan çok daha fazlasını içeriyor. Üst kata çıkan bir merdivenin başında durup yukarıya doğru baktığınızda ayrı bir grup eseri, yukarı çıkıp aşağı baktığınızdaysa bambaşka bir sahneyi keşfedebiliyorsunuz. Dali’nin optik illüzyonları kullandığı bu ilginç tasarımı, mekanın iki boyutlu fotoğraf tekniğiyle fotoğraflanarak anlatılabilmesini imkansız hale getiriyor. Katalan sanatçılar arasında ‘deli’ unvanını en çok hak eden isim olan Dali, daha bilgisayar teknolojisinin üç boyutlu tasarıma ulaşamadığı bir dönemde, tümüyle üç boyutlu bir ‘yapıt mekan’ yaratmayı gerçekten başarmış.

Dali’nin tuval üzerine yaptığı resimleri haricinde müze için tasarladığı mekanik heykeller, hologramlar, üç boyutlu kolajlar, Lincoln’ün portresinin içine gizlediği nü Gaia resmi gibi ‘resim içinde resim’ kavramını içeren eserler, çağdaş sanatın hangi yöne gideceğini Dali’nin ta 1960’larda belirlediğini hissetmenize neden oluyor.

KITSCH DALİ’NİN ESPRİ ANLAYIŞI

Dali’nin Mae West’in yüzüne benzeyen ama aslında bir oturma odası olan üç boyutlu yerleştirmesinin fotoğrafını mutlaka görmüşsünüzdür. Bu oturma odası, ancak belli bir açıdan baktığınız zaman Mae West’in yüzünü görmenizi sağlıyor. Bu görüntüyü yakalamak için önce sıraya girip kuyruk beklemeniz, sıranız geldiğinde dar bir merdivenden birkaç metre yukarı çıkmanız ve sizi bekleyen dürbünle mekanın içine baktıktan sonra arkanızda bekleyenleri düşünerek hemen aşağı inmeniz gerekiyor. Dali’nin sizi yönlendirdiği açıdan bakınca, kırmızı rujlu dudak şeklindeki ünlü koltuğu haricinde odadaki diğer detayları fark ediyorsunuz. Mesela bu odaya ilk girdiğinizde hiç algılamadığınız ve şömine zannettiğiniz bölüm, aslında Mae West’in burun delikleri! Odaya özel dürbünüyle ve Dali’nin istediği açıdan bakınca gördüğünüz bu detay, Dali’nin ‘kitsch’ kavramına bile son noktayı çoktan koyduğunu düşünmenize sebep oluyor.

.

MEZARI SAHNENİN ALTINDA

Esasen müzenin ortaya çıkış hikayesi, Figueres Belediye Başkanı Ramon Guardiola’nın Dali’den bir devlet müzesine eser bağışlamasını istemesiyle başlıyor. Dali, bu talebe sadece bir yapıt değil, bir müze bağışlayacağını söyleyerek cevap veriyor ve bu müze için 14 yıl boyunca uğraşıyor. Şu anda müze binası olan tiyatronun, Dali’nin hayatında ayrı bir yeri var. Bu bina onun vaftiz edildiği kilisenin karşısında bulunuyor ve ilk kişisel sergisini de bu tiyatronun koridorlarında açmış. 1989’da öldüğünde, bu müzenin sahnesinin altına gömülüyor. Bir sanatçının kendisini bu kadar iyi anlatan bir ‘türbe’ tasarlamış olmasının, dünyada başka bir örneği olmadığı söylenebilir.

Bu müzede, klasik müzecilik anlayışından farklı olan bir şey daha var: Müzenin rehberlik hizmeti yok! Çünkü Dali, bir izleyicinin merakını nasıl çekeceğini çok iyi bildiğinden, objeler ve resimler sizi müzenin içinde dolaştırmayı başarıyor. İçeride çok az yönlendirme tabelası var ve bu tarz tabelalar dikkatinizi hiç dağıtmıyor. Hatta turu bitirip müzenin çıkışına vardığınızda, “Bitti mi?” diye düşünerek kendinizi kapı dışarı edilmiş gibi hissediyorsunuz ve bir tur daha dolaşmak için tekrar sahne olan bölüme dönmek istiyorsunuz. Sanki Dali sizi yanına geri çağırıyormuş gibi bir hisle…

Bu müzeyi web sitesindeki sanal tur ile gezmek isterseniz: https://www.salvador-dali.org/en/museums/dali-theatre-museum-in-figueres/visita-virtual/