Meclis Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaşan “Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”nin en önemli maddelerinden olan 29. madde Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmemesi halinde önümüzdeki dönemin toplum mühendisliği projesinin temel araçlarından olacak. Bu maddenin, öngörülebilir tek bir ifade içermemesiyle savcılıklar ve mahkemelerin en fazla tartışacağı, uygulamada çok ciddi soru ve sorunlar doğuracak kanunlardan biri olacağı açık. Bu yönüyle de uygulamasının ne şekilde olacağı üzerinde durmak gerekecek.
Madde, Türk Ceza Kanunu’nun “Kamu Barışına Karşı Suçlar” başlıklı beşinci bölümünde yer alan ve “Kanunlara uymamaya tahrik” başlıklı 217’inci maddesine eklendi. Tam hali şöyle:
“Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratma saikiyle ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Failin, suçu gerçek kimliğini gizlemek suretiyle veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi halinde, yukarıdaki fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır.”
ANLAŞILIR, UYGULANABİLİR VE NESNEL Mİ?
62 kelimelik bu kanunun hemen her kelimesi ceza hukukunun en temel ilkelerinden biri olan belirlilik ilkesiyle çelişiyor. Anayasa Mahkemesi, hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olan belirlilik ilkesini, “yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına imkân tanımaması” şeklinde açıklıyor. Devamla, belirlilik ilkesi, “kişinin hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını bilmesini zorunlu kılmaktadır.”
Dolayısıyla kanundaki “sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratma saiki”, “ülkenin iç ve dış güvenliği”, “kamu düzeni ve genel sağlığı”, “gerçeğe aykırı bilgi”, “kamu barışını bozmaya elverişlilik” ifadelerinin hiçbiri duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel değil. Bu haliyle de yoruma fazlasıyla açık, belirlilikten uzak ifadeler. Aynı şekilde kanun, vatandaşa gerçekte hangi fiilinin bu kanun kapsamında değerlendirileceğini öngörme imkânı tanımamakta. Kişinin bu suçu işlemediğini varsayması için paylaşmak istediği haber veya bilginin “gerçek” olduğundan, ancak bundan da önemlisi bu gerçeğin mevcut siyasi iktidarın da gerçeği olduğundan emin olması gerekecek.
Türk Ceza Kanunu’nun “Suçta ve cezada kanunilik ilkesi” başlıklı 2. maddesi yönünden bakıldığında da belirsizlik kendini göstermektedir. Maddeye göre “Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz.” Dolayısıyla bir kişiye ceza verilebilmesi için kanunda açıkça suç sayılan bir fiilin söz konusu olması gerekir. Ancak tartışmaya konu kanun maddesinden hangi fiilin açıkça suç sayıldığı anlaşılamamaktadır. Nitekim bu suçu işlediği iddia edilen bir kişinin paylaştığı bilginin gerçek olmadığını bilmediğini beyan etmesi durumunda yargı makamlarının konuyu ileriye taşımaları mümkün olmayacaktır.
Resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan (TCK 206), yalan tanıklık (TCK 272), hukuk davalarında yalan yere yemin (TCK 275) gibi haller dışında tek başına yalan söyleme fiili Türk ceza hukukunda suç veya kabahat olarak düzenlenmiş değil. Ancak bu son düzenleme her ne kadar belli bazı şartlar sıralasa da “yalanı” veya kanundaki haliyle gerçeğe aykırı bilgiyi suç olarak düzenlemektedir. Esasen kanun, TCK’nın 323. maddesinde düzenlenen “Savaşta yalan haber yayma” suçunu andırmakta, tek farklılık birinin “yalan”ı sadece savaş halinde, diğerininse her durumda suç sayması. Bu arada belirtmek gerekir ki; “savaşta yalan haber yayma” suçunu düzenleyen madde de “kamunun endişe ve heyecan duyması”, “halkın maneviyatı”, “asılsız”, “abartılmış”, “özel maksada dayalı”, “temel milli yararlar” gibi son derece subjektif ifadeler etrafında düzenlenmiş bir suç türü.
BELİRSİZ ÖLÇÜTLER
Yeni kanun suçun işlendiğinin kabulü için 5 temel ölçüt belirliyor. Buna göre; 1-) Bilgi gerçeğe aykırı olacak, 2-) Bilgi “sırf halk arasında endişe korku veya panik yaratma saikiyle” paylaşılmış olacak, 3-) Bilgi ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili olacak, 4-) Bilgi kamu barışını bozmaya elverişli olacak, 5-) Bilgi alenen yayılmış olacak. Suçun işlendiğinin kabulü için bu 5 kriterin aynı anda gerçekleşmiş olması şartı aranacak. Bu kriterlerin bir arada bulunması şartı suçun her türlü bilgiyi hedef almadığı yönünde bir yoruma yol açsa da, “ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı” gibi çok genel ve yoruma açık kavramlar aslında neredeyse her türlü bilginin veya bir hayli fazla bilginin bu suçun kapsamına girebileceğini gösteriyor. Yine de fiilin suç olup olmadığı konusunda değerlendirme yapacak yargı makamları açısından yukarıdaki farklı değerlendirmelerin her bir ölçüt yönünden ayrı ayrı gerekçelendirilmesi gerekecek.
Kanunların yoruma açık olduğu veya uygulayıcısına net bir fikir vermediği hallerde başvurulan metinlerin başında gerekçeleri gelir. Ancak 29. maddenin gerekçesinde de “yalan”, “yanlış”, “manipülatif”, “dezenformasyon”, “uydurma” gibi yoruma fazlasıyla açık, subjektif kavramların kullanılmasıyla yetinildiği görülüyor. Bu haliyle de gerekçe, kanunu daha da belirsiz ve öngörülemez bir noktaya taşımaktan başka bir işlev görmüyor.
SAİK NASIL BELİRLENECEK?
Bu suç şüphesiyle soruşturma yürütecek savcılığın bir “şüphelinin” “gerçeğe aykırı bilgiyi” “sırf” halk arasında endişe korku veya panik yaratma saikiyle yaydığını anlayabilmesi için bir tür psikolojik değerlendirme yapması gerekecek. Böyle bir durumda “gerçeğe aykırı bilgiyi” sırf panik yaratmak için değil de sırf eğlenmek için, ya da sırf öyle bildiği ya da inandığı için yaptığını beyan eden kişinin bu beyanının aksinin ispatlanması imkânsız olacak. “Sırf” halk arasında endişe, korku veya panik yaratma saikiyle gerçeğe aykırı bilgi yayan kişinin yaydığı bilginin halk arasında herhangi bir etki yaratmaması, endişe, panik doğurmaması durumunda ne olacağı da belirsiz. Daha doğrusu suça konu bilginin halk arasında panik ve endişe yaratıp yaratmadığı konusunda nasıl bir muhakeme yapılacağı da belirli değil.
Psikolojik değerlendirme sürecini geçen savcılık veya mahkemelerin bir de sosyolojik bir değerlendirme sürecini aşmaları gerekecek. Kanundaki “kamu barışını bozmaya elverişlilik” kriterinin ne şekilde gerçekleştiği, bu elverişliliğin neye tekabül ettiği de belirsiz bırakılmış durumda. Birinin kamu barışını bozmaya elverişli gördüğü haber veya bilgiyi bir başkasının kamu barışını tamir etmeye dönük bulabileceği bir ülkede bu ifade de keyfi soruşturma ve kovuşturmaları beraberinde getirecek.
GERÇEĞİ KİM TEYİT EDECEK?
Üzerinde en çok durulan ifadelerden olan “gerçeğe aykırı bilgi” kriterinin ne şekilde sağlandığı konusunda da savcılıklar ve mahkemeler istese de ilerleme sağlayamayacaktır. Savcılıklar veya mahkemeler soruşturma konusu edilen bilginin gerçeğe aykırı olduğunu hangi haber kaynaklarından teyit edecek veya hangi ansiklopedi veya raporlardan anlayacak? Ya da kimlerden uzman desteği alacak? Sıklıkla gündeme geldiği gibi döviz kurlarındaki dalgalanmalar veya başka bir konuda öngörüsünü paylaşan birinin bu öngörüsünün gerçeğe aykırı bilgi olduğu nasıl öne sürülebilecek? Ya da herhangi bir bilginin gerçeğe aykırı olduğu konusunda tereddüte düşen savcılık veya mahkemeler kimden uzman desteği alacak? Bu uzmanların tarafsızlığı ve bağımsızlığı nasıl belirlenecek? Ya da bu uzmanların kendisinin aslında gerçeğe aykırı bilgiyi vermediğinden kim, nasıl emin olacak? Bu ve benzeri soruların her biri uygulamada bir şekilde ortaya çıkacağından savcılık ve mahkemelerin buna cevap bulması da kolay kolay mümkün olamayacaktır.
Bu sorular ve sorunları ortaya çıkarmasıyla esasen kanunun kendisinin halk arasında endişe, korku veya panik yaratma potansiyeli taşıdığı söylenebilir. Belirlilik, öngörülebilirlik ilke ve ölçütlerini her defasında hatırlatan Anayasa Mahkemesi’nin her kelimesinden belirsizlik ve öngörülemezlik akan bu kanunla ilgili vereceği karar da mahkemenin evrensel hukuk ilkelerine verdiği ehemmiyete dair ciddi bir belirlilik ve öngörülebilirlik sağlayacak.