Saraçhane nefret buluşması

Her fırsatta Cumhurbaşkanına ve iktidar koalisyonuna haklı olarak anayasa hatırlatması yapan, onlara anayasa referansıyla itiraz eden muhalefet; konu LGBTİ+’lar olunca sessiz kalmayı tercih ediyor.

Abone ol

Kerem DİKMEN*

Öncelikle belirtmeliyim, bu yazı bilgiye değil, değerlendirme ve bir ölçüde spekülasyona dayalı bir yazıdır. Ve sonunda siyasal muhalefetin ana bileşeni altılı masaya da bir sözü vardır.

Saraçhane nefret mitingine giden süreç birçok ilki barındırdı içinde. Ama çektiği ilgiye ivme kazandıran, zaten tanığı olduğumuz nefret söylemini yaygınlaştırması değil, statüsü Anayasanın 133. Maddesinde tarif edilen Radyo Televizyon Üst Kurulunun, bu nefret buluşmasını organize eden Yesevi Alperenler Ocağı’nın çağrısını, yayımı tavsiye edilen bir kamu spotu olarak internet sitesine koyması oldu. RTÜK’ün CHP kontenjanından seçilmiş üyesi İlhan Taşçı kamu spotu olarak yaygınlaştırma kararı verme yetkisinin kurula ait olması nedeniyle durumun yetki gaspı olduğunu öne sürdü. Buna itirazsa bizzat RTÜK başkanı Ebubekir Şahin’den geldi. Bütün bu itiş kakış içerisinde ilginç bir biçimde, LGBTİ+ nefretinin üst düzey temsilcileri İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve temsil ettiği kurum itibariyle önemi yadsınamaz Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’dan tek bir kelime duymadık. Bakanlar Kurulunun diğer üyeleri, AKP yöneticileri veya iktidarın milliyetçi ortağı MHP’den de bir ses çıkmadı. Üst düzey seçilmiş ve atanmışlar adeta sessizliğe büründü. Gene de Valilik tarafından sunulan imkân, RTÜK eliyle bütün Türkiye’de yaygınlaştırılması; muhafazakâr bir ilçenin muhafazakâr bir semtinde yapılması olgularıyla karşılaştırdığımızda mitingde toplanan kalabalığın nicelik bakımından neye tekabül ettiği de ortada.  

Bu yazıyı kaleme aldığım sırada RTÜK’ün listelediği kamu spotlarına tekrar bir göz attım, ne var ki aralarında miting çağrısına ilişkin olan yoktu. Birkaç gün önce sorunsuzca erişilebiliyor olmasına rağmen kurulun Youtube hesabından, diğerlerinin aksine bu kamu spotuna ulaşmak da mümkün değil. RTÜK internet sitesinde “yesevi” veya “alperenler” anahtar kelimeleriyle yaptığınız arama da sizi bir sonuca götürmüyor. Mitingin asıl çağrıcısı olan Yesevi Alperenler Ocağı Kültür ve Yardımlaşma Derneğinin başkanlığını yapan Kürşat Mican’ın 2020 Ekim’inde yapılan Büyük Birlik Partisi kurultayında Mustafa Destici’ye karşı aday olduğunu ve nihayetinde ihraç edildiğini düşündüğümüzde iktidar kanadından destek gelmemesi anlamlı bir yere oturabilir. Aydınlık ekolünün (Vatan Partisi) de mitinde verdiği desteğini not düşelim. Bu tabloda Ebubekir Şahin’in koltuğunun garanti olmadığını söylemek fazla iddialı olabilir ama resmi internet sitelerinden kaldırılan linkler bir özrün gerekleri olabilir mi? Pekâlâ bu da olabilir.

Bu esasında şunu gösteriyor. LGBTİ+ nefreti iktidar çevresi açısından yapısal bir duruş. Heteronormativizmin politik bayraktarlığını milliyetçilerin ve muhafazakârların yapması yeni ve yabancısı olduğumuz bir durum değil. Ama bu yapısal duruştan ayrı olarak LGBTİ+ nefretinin seçimler yaklaştıkça politik bir silah olarak da kullanıldığını biliyoruz. Çok klasik bir tabir ama iktidar koalisyonu sık kullandığı bu silahla toplumun belirli bir kesimini bir ölçüde tahkim ediyor, moda deyimle konsolide ediyor. Anlaşılan o ki artık bu silahı kullanmak isteyen başka özneler de var. İktidar, silahın başka ellere geçmesinden de rahatsız olabilir çok kullanılmasından ötürü etkisinin azalmasından da.

Peki toplumda, entelektüel çevrelerde, kültür sanat camiasında bu nefret eylemine karşı tepkiler yükselirken, muhalefetin büyük ortağı ve onun bayraktarı CHP ne yaptı? Bu nefret örgütlenmesi yokmuş gibi davrandı. Oysa İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçim sürecinde iktidar tarafından sürdürülen LGBTİ+ karşıtlığının ve İmamoğlu’nun bu konudaki tutumunun, seçilmesi önünde bir engel olmadığını hep birlikte izledik. Mart'tan Haziran’a oy verdiği adaydan vazgeçenler İmamoğlu değil Binali Yıldırım seçmeniydi. Yani bu silah seçim dönemi kullanıldığında her zaman veya istenildiği kadar işe yaramıyor. LGBTİ+ toplumu ve örgütleri, CHP veya altılı masanın kendi taleplerini olduğu gibi sahiplenmeyeceğinin gayet farkında, aksi durum saflık olurdu. Masanın tamamının milliyetçi, bir kısmının milliyetçi/muhafazakâr olduğunun da farkında.

Her fırsatta Cumhurbaşkanına ve iktidar koalisyonuna haklı olarak anayasa hatırlatması yapan, onlara anayasa referansıyla itiraz eden muhalefet; konu LGBTİ+’lar olunca sessiz kalmayı tercih ediyor. Oysa o anayasanın 10. Maddesi kanun önünde herkesin eşit olduğunu yazıyor, 17. Maddesi kişinin manevi varlığını; 20. Maddesi ise özel hayatını güvence altına alıyor. İktidar koalisyonu anayasaya aykırılığı alışkanlık haline getirdi, doğru. Artık Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin gerekleri bile yerine getirilmiyor, olağan rejim standartlarının çok uzağındayız ve muhalefet de haklı olarak bu durumu eleştiriyor.

Aynı siyasal muhalefet veya onun hâkim unsuru, pekâlâ diğer konularda olduğu gibi anayasa hatırlatması ile bu konuda da tutum alabilirdi. Bunun kendini düşürdüğü konum nedeniyle CHP açısından zor olduğunu -haklı bulmasak da- anlamak mümkün ama nasıl ki anayasa, muhalefet için iktidara karşı çıkmanın meşru bir dayanak noktasını teşkil ediyorsa; toplumsal bir kesim olan LGBTİ+’lara dönük nefret söylemine karşı çıkmak için de dayanak olabilir.

Avukat – Kaos GL Hukuk Koordinatörü*