Uzakgörüşlülüğümüz konusunda her sınavda çakıyoruz ama şimdi uzak görüşümüz de yeni bir sınava tabi tutuluyor. Dünyanın her tarafında miyopluk artıyor. Bu insanlığa yeni bir eşitsizlik getirecek. Eğitim süresinin uzaması, ekran süresinin artması, çocukların gitgide daha çok içeride yaşaması bu fenomenin sebepleri olarak gösteriliyor. Çözüm kısmen bizde. Hazır yaz tatili başlamışken bir iki müdahalede bulunmalıyız.
Portekizli yazar José Saramago,
“Körlük”te bir toplumun başına birdenbire musallat olan bir belayı
anlatır. O ana dek gözlerinden hiç şikâyeti olmayan insanlar
birbiri ardına görme yetilerini kaybetmeye başlar. Kitap esasen bir
toplumun ahlaki körlüğüyle ilgili nefis bir alegoridir ve gücünü de
zayıflıklarımızdan, korkularımızdan alır… Ya toplum çözülürse? İlk
körlük vakasının, bir toplumun kendini birbirini en çok kollaması
gereken yerde, trafikte başlaması bundandır. Saramago, korkuları
tetikleyen müthiş bir seçim yaparak girer romanına.
Jose Saramago
Sahiden, ya görmeseydik, ne
olurdu? Toplumun başına neler gelirdi?
Saramago, benzersiz kurgusunda
bu soruyu detaylarıyla cevaplamış ama ben gerçek hayatı soruyorum.
Kurgunun dışını. İleride bir gün, toplum olarak görme yetimizi
kaybedersek ne olur? Portekizli yazarın anlattığı gibi bir günde
değil belki ama adım adım kaybedersek?
Bu sorunun cevabına ilişkin ilk
işaretler belirmeye başladı.
Körlük, Fernando Meirelles, 2008
2.
Bir sır değil, son yıllarda
Türkiye dahil, dünyanın her tarafında miyopluk oranı artıyor. Uzağı
görememe kusuru ya da miyopluk, göz merceğinin odaklanamayıp
uzaktaki nesneleri bulanık görmesi anlamına geliyor ve genellikle
de çocukluk çağında kendini belli ediyor.
İşte şimdi dünyanın dört
tarafından, çocuklarda bu oranın yükseldiğine dair haberler
geliyor. Hatta bazı ülkeler için bu neredeyse bir salgına
dönüştü.
Listenin en başında Uzak Asya
ülkeleri var. Son elli yıl içinde, bu coğrafyadaki miyopluk oranı
toplumun dörtte biriyken, şu an yüzde seksenlerin üzerinde. O kadar
ki, Çin devleti, onca geniş nüfusunun içinde dahi, keskin gözlere
sahip yeni pilotlar istihdam etmek konusunda endişeli. Singapur’da
doktorlar nüfusun neredeyse tamamının miyop olduğunu raporluyor.
Güney Kore’nin başkenti Seul’de yirmi yaşındaki erkeklerin yüzde
97’si gözlük kullanıyor. Japonya, Tayvan, herkesin derdi benzer…
Doğu ve Güneydoğu Asya’nın neredeyse her ülkesi özellikle de iki
binli yılların başından beri çocuklarda giderek artış gösteren
miyopluğa çareler üretmeye, buna yol açan sebepleri saptayıp
sorunları gidermeye çalışıyor.
Asya ülkeleri artık bu konuda
yalnız değil.
Uzmanlar, son yıllara dek,
Asya’daki miyopluk oranlarına bir tür anomali olarak bakılmış
olduğunu anlatıyor. Asyalıların miyopluğa genetik olarak yatkın
olduğu da söyleniyor; bu ülkelerdeki uzun saatlere ve yıllara
yayılan yoğun eğitim modelinin çocukları olumsuz etkilediği
de…
Bunların hepsi bir ölçüde
geçerli olabilir ancak meselenin Asya’yla sınırlı kalmayacağı
yönünde istatistikler var. Bu istatistiklerin başında da 2050
itibariyle, dünya nüfusunun yarısının miyopluktan muzdarip
olacağını gösteren çalışmageliyor. ABD’de, Birleşik Krallık’ta, Almanya’da bu
oranın neredeyse şimdiden yakalandığını gösteren istatistikler
demevcut. ABD’de 1970’lerde yapılan bir çalışmada oran
yüzde 25’lerdeyken, 2000’lerin başındaki son araştırmada, miyopluk
yüzde 42 olarak saptanmış mesela. Türkiye’de böyle bir çalışma yok
ama uzmanlar, sahadan benzer sonuçların geldiğinianlatıyor.
Miyoplukta küresel ortalama an
itibariyle yüzde 35 civarında. Şehirli ve kırsal nüfus arasında bu
konudaki dengesizlik, yani miyopluğun büyük ölçüde bir şehirli
problemi olduğu göz önüne alınırsa, dünyanın her yerindeki büyük
şehirlerde durumun gitgide vahimleştiği de rahatlıkla tahmin
edilebilir. Uzmanlar miyop gözlerin glokoma, retina yırtılması gibi
rahatsızlıklara daha yatkın olduğunu; bunların da kalıcı körlüğe
yol açabileceğini anlatıyor. Onlara göre, küresel bir sağlık
meselesiyle karşı karşıyayız.
3.
Peki neden dünyanın her
tarafında miyopluk aynı anda artıyor?
Bunun birkaç sebebe bağlı
olabileceği tahmin ediliyor ve bunların içinde de insanın doğasına
ilişkin bir değişim yok. Mesele yeni
yaşamlarımızda.
Birinci sebebi tahmin edersiniz:
Çocukların gitgide ekranlarla yaşar hale gelmesi... Önceki
kuşakların hayatlarında olmayan akıllı telefonlar ve tabletlerle
bunca yakın mesafeden haşır neşir olmak küçüklerin ve gençlerin
gözlerine iyi gelmiyor. Atlantic Magazine’deki bir makale, Çin’de
yetkililerin bu konuda ciddi kaygılar taşıdığını ve yeni önlemler
aldığını anlatıyor. Üçüncü sınıftan önce yazılı sınav yasak, video
oyunlar yasak. İş şuraya kadar varmış: Çin’de bir ilkokul, çocuklar
defter kitaplarının üzerine fazla eğilmesin diye sıraların üzerine
metal parmaklık koymuş.
İkinci sebep, eğitimin
uzamasıyla birlikte, okuma yazma, ödev yapma sürelerinin de uzaması
ve sürecin giderek daha erken yaşlarda başlaması.
Üçüncü sebep ise hayat
tarzlarımızdaki büyük değişimi ele veren sebep. Çocukların giderek
“içeride” yaşaması. Özellikle büyük şehirlerde artık sokak yok.
Açık hava yok. Dışarısı yok. Çocukların hayatı hep iç mekânlarda
geçiyor. Okullar, kurslar, ekranlar… Bunların hepsi iç mekân
senaryoları…
Bu sebep kendi içinde ikiye
ayrılıyor. Birincisi “ışık”la ilgili. Bazı uzmanlar, sağlıklı
gelişim için gözlerin parlak güneş ışığına ihtiyaç duyduğunu
savunurken; bir diğer kısım ise esas konunun açık alan olduğunu
söylüyor. “Açıklara, ufka bakabilmeliyiz” diyorlar. Bu görüşe göre,
çocuklar şehirlerde dışarı çıkabilseler bile “ufuksuzluktan”
muzdarip olmaya devam edecekler.
Atlantic’in görüşlerine yer
verdiği Amerikalı optometrist Liandra Jung bu son mesele için geniş
bir açıklama getiriyor. “Çok uzun zaman önce, insanlar avcı ve
toplayıcıydı” diyor. “Avımızı izlemek ve olgun meyvelerin yerini
saptamak için görüşümüzdeki keskinliğe güveniyorduk. Şimdi içeride
yaşıyoruz. Yakın yaşıyoruz. Yemek aplikasyonlarıyla
besleniyoruz.”
4.
Böyle yaşamaya da devam
edeceğiz, bu belli. Şehirlere doluşacağız, ekranla geçen zamanı,
eğitimin süresini gittikçe uzatacağız ve ufku bulmakta hep
zorlanacağız.
Sonra ne
olacak?
Sonra şu olacak: Miyopluğun
artması, bununla ilgili sağlık hizmetleri pazarını giderek
büyütecek. Düşünün, her iki kişiden birinin ihtiyaç duyduğu bir
sağlık probleminden bahsediyoruz. Özellikle şehirlerde bu oran daha
da artacak. Buna bağlı daha ciddi rahatsızlıklar da belli ki
artacak.
Nihayet buna bağlı eşitsizlik de
artacak.
The Atlantic’teki makale, çokuluslu
göz sağlığı şirketlerinin müthiş bir beklentiyle ellerini
oğuşturduğunuanlatıyor. Ortada hemen herkesin etkileneceği müthiş bir
pazar var ve şimdiden yeni tedaviler başlamış. Örneğin, Asya
ülkelerinde yaygın olarak kullanılan ve miyopluğu geri çevirmese de
(çevrilemiyor zaten) yavaşlattığı düşünülen bazı lenslerle ilgili
çalışmalara artık Batı ülkelerinde de rastlanıyor. Örneğin OrthoK
diye bilinen ve geceleri kullanılan bu lensleri takanların,
miyopluk kontrolünde avantajlı oldukları
düşünülüyor.
Miyopluk kontrolü… İşte pazarın
adı bu. Pahalı da bir pazar. Bahsi geçen lensler ve bir kısmı henüz
deneme aşamasındaki başka uygulamalar an itibariyle sadece belli
bir gelir seviyesine sahip insanlara hitap ediyor. Ama hitap
ediyor… Yeni yaşam tarzları miyopluğa yol açıyor ve bu süreç geri
çevrilemese de belli ölçülerde kontrol altına alınabiliyor. Parası
olanlar için… Dergi, şimdiye dek ancak kulaktan kulağa yayılan bu
miyopluk kontrolü pazarında artık kitlesel reklamlara geçildiğini
de yazmış.
Geleceğin büyük
eşitsizliklerinden biri işte burada yatıyor. İyi görenler ve
görmeyenler diye ikiye ayrılacağımızı düşünün. Saramago’nun
Körlük’üne yeni bir boyut. Bambaşka bir ahlaki boyut…
5.
Bu para pul işlerine daha sıra
gelmeden, yapılabilecek şeyler de var elbette. Hem de çok var.
Çocukların yaz tatili başlamışken hele…
Yaşam tarzlarımızda ayarlamalara
gitmek var evvela.
Çocukların ekranlarla ve yakın
okumayla ilişkisini bir daha düşünmek var. Bir şeye yakından
bakmaya ara verip devam etmelerini öğretebilmek
var…
Bir de çocukları dışarı
çıkarmak. Daha çok çıkarmak. Onları ışıkla yıkamak. Onlara ufku
göstermek… Uzaklara bakmayı öğretmek.
Enginlere bakmanın, ufku
seyretmenin bizim genetik kodlarımızda yazılı olduğunu, biz
yaptığını hatırlamak ve hatırlatmak…
Bir işimiz de
bu.
2 KİTAP ÖNERİSİ
Körlük, Jose Saramago, Çev.Işık Ergüden, 336 syf.,
Kırmızı Kedi Yayınevi, 2017
Türkiye’de esrarengiz bir
şekilde çok satan bir kitap... O yüzden belki okuma tavsiyesinde
bulunmaya bile gerek yok. “Esrarengiz” dedim, çünkü bu popülerlik
beni şaşırtıyor; konusu her ne kadar ilginç olsa da, kendisi kolay
lokma olmayan bir roman bu. Saramago, uzun cümleleri ve izleri
birbirine karışan anlatıcılarıyla tanınan bir yazar. Bu popüler
roman, Saramago’nun en zor kitaplarından biri değil ama yine de bu
üslubun temsilcisi. Bütün bunlarla beraber, hayatın bir döneminde
okumak da şart.
Görmek, Jose Saramago, Çev.Işık Ergüden, Kırmızı
Kedi Yayınevi, 2017
Bizde esas satmasını beklediğim
Saramago romanı, tam olarak değilse de, “Körlük”ün bir tür devamı
sayılabilecek (bazı karakterler her iki kitapta da var ve özellikle
sonlarda devreye giriyorlar ama her halükârda ayrı ayrı da
okunabilir) bir roman: “Görmek”. Konusuna gelince: Meclis
seçimlerinde toplumun yüzde 83’ü boş oy kullanıyor ve siyasetçiler
allak bullak oluyor… Saramago “what if - ya şöyle olursa” sorusunu
müthiş yollara çıkartabilen bir romancı. “Görmek” de seçim
bağımlısı Türkiye’nin başucu romanı (Bir uyarı: Bu da “rahat” bir
roman değil).