5 yaşında çocuğu olan bekar bir annenin genç bir erkekle öpüşmesini, evlilik öncesi hamileliği göze sokan bu berbat tarzla faili değil kurbanı suçlayan, “onun da orada ne işi varmış” diyen anlayışın tamamen aynı damardan beslendiğini de unutmamak gerekiyor.
Son zamanlarda, haber konusu yaptıkları kadın ünlülere yaklaşımlarını çok asap bozucu bulduğum bir magazin sitesi var. Daha doğrusu site değil de çok takipçili bir Twitter- Instagram hesabı ama aynı kapıya çıkıyor. İsmi lazım mı değil mi, yazıya adıyla konu etmek hayli hesap meraklısı bu tür hesapların işine mi gelir emin olamadığımdan, yazmıyorum. Bildik kim kiminle aynı arabadan çıkmış, yemiş içmiş, eğlenmiş, evlenmiş, kapı aralığında öpüşmüş tarzı magazin şeyciliğine dört işlem ekleme gibi bir cinlikle hareket ediyorlar. Aralarında yaş farkı olan ünlü kadın ve erkek çiftler favorileri. 10-11 yaştan başlıyor, Allah ne verdiyse artık. Kadın ne kadar büyük, o kadar iyi. 46 yaşındaki Hande Ataizi’nin 25 yaşındaki Dinç Aydoğdu ile birlikte olduğunu duyurmaları yetmiyor mesela, üstüne mutlaka “aralarında 21 yaş fark olan çift” diye ekleyerek kanırtıyorlar. Bade İşçil’in 24 yaşındaki Kubilay Aka ile bir mekânın terasında görüntülendiği haberine hevesle atlamakla kalmıyorlar. “Bir ara dudaktan öpüştüler,” deyip ardına da “36 yaşındaki Bade İşçil’in 5 yaşında bir oğlu var”ı yapıştırma sakilliğinden kaçınmıyorlar. Böyle mütemadiyen bir yaş farkından başlayarak toplum gözünde kadın açısından “ayıplı” olma ihtimali yüksek durumları evire çevire kaşıma, çamurdan beslenme, insanların cinsel hayatından nemalanma hâli. Son olarak da “4 aylık evli olan Eser Yenenler ile Berfu Yıldız çifti, oğulları Kuzey’e kavuştu” yollu arsızlık çarptı gözüme.
Memlekette asap bozucu konu kıtlığı varmış gibi insan bunlara sinirlenmek istemiyor tabii. Aklı ve vicdanı yerinde pek kimsenin istemeyeceği bir savaşa deprem çantalarımızla sürüklenirken… Her geçen gün katlanarak artan zamlarla büyük kentlerde ayı çıkarmak çoğu insan için bir Sudoku problemine dönmüşken… Kadınlar her gün hayatlarındaki erkekler tarafından katledilir, adalet kazara bile pek yerini bulamaz, acı, haksızlık, dağarcığımıza her gün yenileri eklenirken… İnsan bu saçmalıklarla uğraşmak istemiyor. Öte yandan 5 yaşında çocuğu olan bekar bir annenin genç bir erkekle öpüşmesini, evlilik öncesi hamileliği göze sokan bu berbat tarzla faili değil kurbanı suçlayan, “onun da orada ne işi varmış” diyen anlayışın tamamen aynı damardan beslendiğini de unutmamak gerekiyor.
Magazin hesaplarından havuz medyasına her gün yeni imkânlar geliştirerek varlığını sürdüren bu cinsiyetçi dil, konuya dair donanım eksikliği nedeniyle yer yer muhalif basına da sıçrıyor. Bu dilden ve anlayıştan mümkün olabildiğince kurtulmak gerekiyor. Belli yaşa gelmiş pek çok erkek sanatçının, son olarak Kıraç’ın kentli kadınların kahvaltı hazırlama “görev”lerini aksatmaları ya da Orhan Pamuk’a dair abuklamalarıyla günlerce gündemi meşgul edebilmesinin de önüne geçmek gerek. Yapım süreçlerinden dizi sürelerine bir dizi etkenle ilişkili olsa da, TV dizilerine hakim eril dili kırmak için daha çok çabalamak, kadın karakterleri derinleştirip kadın hikayelerini, sesini yükseltmek de… Bu konulardaki bin yıllık ezberleri mümkün her alanda ve düzeyde biraz olsun bozmaya çalışmak, giderek yükselen erkek şiddetinin önüne geçmek açısından da hayati önem taşıyor.
Tüm iktidar örüntüleri gibi hegemonik erkeklik de basit görünen, önemsiz, gündelik alanda sürekli olarak yeniden üretiliyor. Yine bir sosyal medya paylaşımından örnek vereyim. Marion Cotillard’ın doğum gününü “Fransız güzel 44 yaşına girdi” diye haber etmiş bir sinema hesabı. Birkaç gün sonra da “Cotillard’ın Fransızca röportajı” diye gizli ağız sulanma emojili paylaşım yapmış. Dünya kadar ödülü olan iyi bir oyuncu, şarkıcı, söz yazarı olması teferruat yani, “Fransız güzel” yeterli. Fransızca röportajı ise anlamak gerekmiyor, güzel kadının Fransızca konuşması kendiliğinden afrodizyak farzediliyor. Dil o sebepten vurgulanıyor.
Yıl 2020 olmak üzere, kadınlar bir miktar ihtimamla artık 40’ları 50’leri çok güzel sürebiliyor genellikle. Ama hâlâ “şu yaşa şöyle girdi” şaşkınlığı atlatılamıyor. (Hangi gezegenden geldiği meçhul Brad Pitt harici pek bir erkek ünlü için aynı şaşkınlık yaşanmıyor.) Erkeklerin yarı yaşlarında kadınlarla olmaları son derece doğal karşılanırken yaşlarını göstermemekle övülen ünlü kadınların dahi partnerleriyle aralarındaki belirgin yaş farkının altı kanırta kanırta çiziliyor. Anneyse hele bir de oradan giydiriliyor. Tüm bunların altında, olanın olduğu gibi sürmesine dair pis ve muhafazakar bir direngenlik var. Şarap gibi kadınlara alışmak, şarabı ve rakıyı da cinsel açıdan rahat bırakıp içki olarak tüketmeyi öğrenmek gerekiyor.
2-3 hafta önce bir grup kadın gazeteciyle beraber, Necla Zarakol’un çağrısıyla Kayra’nın Elazığ’daki bağ bozumu şenliklerine katıldım. Mey-Diageo CEO'su Levent Kömür ve ekibinin “wine maker”ları Ayça Budak, Murat Üner’in ve hem lezzet işleri hem de müzik sorumlusu Burhan Özdemir’in rehberliğinde çok güzel bir buçuk gün geçirdik. Kayra’nın tarihi şarap üretim tesislerini gezdik, çayda çıralı akşam yemeğinden bağ bozumunda kahvaltıya, üzümden şaraba ve şarap- yemek uyumuna dek dünya kadar bilgi edindik. Gündem takibinden sürdürdüğü sıkı edebiyat okurluğuna değin, gerçekten örnek alınacak bir iletişimci olan Necla Hanım’la ve tanımadan önce de sempati duyduğum özel ruh Sevim Gözay’la muhabbet de bu gezinin başka bir ödülü oldu.
Gezide dikkatimi çeken bir başka şey de, şaraba dair onca anektodun, hikâyenin içine neredeyse bir tane bile cinsiyetçi benzetmenin sıkışmamasıydı. Konu da nasıl elverişli halbuki. Sözgelimi bazı yıllanmış şarapların vaktinden önce açıldıklarında aynı lezzeti vermeyeceklerinden bahsediliyor. Değme erkek köşe yazarımız o bahse on tane 40’lı yaşlar kadını övgüsü iliştirir. Her düzeyde kadın istihdamına da önem verilen, işini gerçek bir adanmışlıkla yapan bu ekipte bu açıdan tesadüfi olmayan bir bilinçlilik var. Şarap üretiyorlar, kadın-erkek beraber üretip pazarlıyor ve gözleyebildiğim kadarıyla bunu cinsiyet ezberlerinden olabildiğince uzak, mutlulukla yapıyorlar. Vallahi imrendim.
Geziden kısa süre önce çocukluğumuzdan bugüne yıldızı hiç sönmeyen, canım Juliette Binoche’un her anına damgasını vurduğu “Hangi Kadın” (Celle Que Vous Croyez, Saffy Nebbou) filmini izlemiştim. Yukarıda bahsettiğim nedenlerle karışık duygular içinde bıraktı beni film. Film, karşılaştırmalı edebiyat profesörü, 50’li yaşlardaki iki çocuklu Claire’in, kocasını çok genç bir kadına “kaptırdıktan” sonra yarı yaşındaki bir erkeğe tutulmasının, bu tutku uğruna giriştiği hayli öz yıkıcı oyunun hikâyesini anlatıyor. Deneyimini anlattığı terapi seansları eşliğinde Claire’in, kendini 20’li yaşlardaki Alex’e sevdirebilmek için sosyal medyada 24 yaşında güzel bir kadın profili yaratarak, kurmaca bir kimliğe bürünmesini adım adım izliyoruz.
Cesur yanları olan, genel olarak etkileyici bir film “Hangi Kadın” ama trajedisine fazlasıyla aşık ve tüm twistlerine rağmen de tahmin edilebilir buldum. 50’li yaşlarına tüm güzelliği, sadeliğiyle girmiş, hayatta pek çok şeye sahip, donanımlı, zeki bir kadının büyük bir travma etkisiyle bile olsa toplumun gençlik fetişine kendini o denli kaptırmasını, yarı yaşında bir kıza dramatik açıdan kurban edilmelere doyulamama hallerini sevemedim filmin. Bu konudaki çelişkileri, toplumsal ikiyüzlüğü tüm çarpıcılığıyla anlatıyor, ona diyecek söz yok. Öte yandan tutkuyla öz yıkım arasındaki sınır “kader” gibi çizildiğinde hikâye eleştirdiği noktaya da istemeden düşmüş oluyor.
Her fırsatta aşkı savunsam da, galiba çağımızın hissizlik virüsüne katlanamadığım kadar seri aşk acısı çeken, hayatı aşktan ibaret kalmış, aşk mağduresi kadın karakter görmeye de katlanamıyorum bir noktadan itibaren. Bu tür bir hikâyenin Joanna Hogg’un müthiş “The Souvenir”inin inceliğinde, o bilinçli mesafede kurulması, söylenecek sözü çok daha güçlü kılıyor bana göre. Yeri gelmişken göz tamamen açıkken uçurumdan ağır ağır yuvarlanmayı andıran, yıkıcı/toksik aşk ve bağımlılığa dair bu yarı otobiyografik filmi izlemenizi hararetle öneririm.
Bu ciğer söken aşk hikâyesinden hemen sonra izlediğim, kurban olmaya direnerek gerçek birer karaktere dönüşen kadınlarıyla Emin Alper’in “Kız Kardeşler”ini çok sevdim. Sonraki yazının konusu olsun.
Kadınlar her şeye rağmen, kendilerine biçilen rollere şiddetle itiraz ediyorlar. Aşktan vazgeçmezken cinselliklerini de hasır altı etmiyorlar. Ezildikleri, şiddet gördükleri ilişkilerden kurtulma yönünde çaba harcadıkları gibi, toplumun bu konudaki kalın çuvalını da yırtıyorlar. Şarabı da imkân varsa üstüne içmek en iyisi, hemen hemen her şeyle güzel gidiyor.