Geçtiğimiz günlerde bir vesileyle Safiye Ayla şarkıları dinledim. “Atatürk’ün sevdiği şarkılar” olarak bize öğretilenlerden ağır alaturka musiki örneklerine, “hoppa” türkülerden pop şarkılarına uzanan külliyat içerisinde bir şarkı var ki, bugünü düşünerek dinlediğinizde çok mânidar: “Aksaray’dan geçerken çevirdiler yolumu / Beş on polis bağladılar kolumu…” Dügâh makamında bir İstanbul türküsü bu. Safiye Ayla, “zaptiyeler”i “beş on polis” yapmış, öyle söylemiş. Ben de küçük bir değişiklik yapayım, Aksaray’ı “Ak Saray” yaparak türküyü Ankara’ya aldırayım. “Milletin evi” olarak tabir edilen bu “şatafatlı” yapının çevresinde iki tur atsanız başınıza gelebilecekleri düşünebiliyor musunuz?
“Saray”ın bulunduğu Beştepe’den geçerken polislere hayvanat bahçesi yolunu soran sürücünün –ki Atatürk Orman Çiftliği bünyesinde kurulmuş hayvanat bahçesi sahiden de o taraftadır– “cumhurbaşkanına hakaret”ten gözaltına alındığı bir ülkede yaşıyoruz. Gazeteciler tutuklanıyor, şarkıcılar ve gruplar konser veremiyor, insanlar sokakta yan yana gelemiyor. 12 Eylül sonrasında da böyleydi bu: Üç kişiden kalabalık gruplara polis müdahale ederdi. “Saray” henüz yoktu ama Kenan Evren’in yerleştiği Çankaya Köşkü ve çevresi çok sıkı korunurdu. Evren ve arkadaşları büyük şamatayla çıkarlardı dışarı: Polis, onların geçeceği güzergâhı tutardı, trafik kesilirdi, büyük bir konvoy eşliğinde ve hızla ilerlerdi arabalar. Bir yerlerden tanıdık geliyor olmalı size bu.
Kenan Evren’in geçiş merasimi böyleydi. Daha şatafatlısı, Tansu Çiller’inki: Aşağıdan ambulans, yukarıdan helikopter eşlik ederdi ve önünde sıra sıra motorsikletli polisler giderdi. Konvoyun, Evren’inkinden farkı, yavaş olmasıydı: Tansu Çiller, vatandaşa el sallardı çünkü. Turgut Özal da öyle. Arabasını kendi kullanan, yakın koruma istemeyen, eskort sevmeyen ve kırmızı ışıklarda duran Ahmet Necdet Sezer’den ve şatafatsız araba konusunda ısrarcı olan Bülent Ecevit’ten hiç söz etmeyeyim isterseniz…
Ankara’da yaşadığım yıllarda, üstelik başbakanlığı sırasında, Süleyman Demirel’i eşi Nazmiye ile el ele, Tunalı Hilmi Caddesi üzerinde yürürken çok gördüm. Bir yandan yürür, diğer yandan vatandaşlarla sohbet ederdi. Semra - Turgut Özal çifti gibi. Tuhaf ama, bugünkü “şatafat”ı görünce, o günlerde kıyasıya eleştirdiğimiz bu isimleri şimdi gülümseyerek hatırlıyoruz. Kötü, “daha kötü”nün altında “iyi”leşiyor ve “ehven-i şer”e dönüyor. Hâlâ eleştiriyoruz onları, ayrı. Yine de halkının arasına korumasız ve korkusuzca karışan başbakanları ve cumhurbaşkanlarını özlüyoruz. Şimdikiler, bakanlar bile, etraflarına korumalarla etten duvar ördürüyorlar. Böylesi bir ortamda, “saray”ın çevresinde dolanırken “beş on polis” tarafından durdurulmak şaşırtıcı değil.
Cuma günü, güzelim Boğaziçi’nin ve onu saran ormanların canına okuyan üçüncü köprü açıldı. Yine şatafatla. Bombaların patladığı günün ertesinde davul zurnayla köprü açanlar açtı onu. Marmaray’ı cumhuriyetin kuruluşunun 90. yılına denk gelen gün, o günkü törenleri iptal ederek açanlar, yine başrolde. Aslında 30 Ağustos’ta açılması bekleniyordu köprünün ama erkene alındı. Resmî tören derseniz, yine iptal.
Boğaziçi Köprüsü, 30 Ekim 1973’te açıldı. Cumhuriyetin 50. yılının kutlandığı günün ertesinde. Bir günlük gecikenin gerekçesi şuydu: 50. yıl törenlerine gölge düşmesin. Bu küçük örnek bile, nereden nereye geldiğimizi gösteriyor.
Köprünün açılışı sonrasında bir sürü plak yayımlandı; pek çok insan, heyecanla şarkılar söyledi. Emel Sayın, “Cumhuriyetin ellinci yılında / Bağlandı Rumeli Anadolu’ya / Hayaller hakikat oldu sonunda..." derken köprüyü şöyle tarif ediyor: "Cennet İstanbul’umun en güzel süsü / Başımda taç sanki Boğaz Köprüsü…" Özdemir Erdoğan, 1978 tarihli "Ölü Gözüyle İzlenimler"de yer alan "Köprü"de, her zamanki romantik ve biraz da "farklı" tavrını ortaya koyuyor ve köprüyü âşıkların kavuşmasına yarayan “kurtarıcı” bir araç olarak görüyor: "İki ayrı kıtada iki sevgili vardı / Özlem dolu gözlerle öylece bakışırlardı / Kader utandı halinden / Sabır taşları çatladı / Boğaziçi’nde hasret yıllar yılı bitmedi /…/ Onun için bu köprü bizim simgemiz / Güneş yine doğar, biz Boğaziçi’ndeyiz…" Bora Ayanoğlu ise, şiir gibi anlatıyor olayı: "İşte Bebek, Emirgan / İşte Göksu, Salacak // Nedimeler bu kadar güzel olurdu ancak / Baştanbaşa serilmiş işli bahar örtüsü / Bir gelinlik kız gibi sanki Boğaz Köprüsü…"
Sahi, üçüncü köprü için bir şarkı yapılacak mı dersiniz?