Sarı belediyecilik
Eğer kültür merkezi, parklar ve mekanlara verilen isimler bir ideolojik hatırlatma içermiyor olsaydı (Yani, Türkan Saylan Kültür Merkezi, Deniz Gezmiş Parkı vb.) o kentin, o ilçenin, o yörenin sosyal demokrat bir belediye tarafından yönetildiğini nasıl anlardınız? Ortada bir model var mı? Ne yazık ki, ortada bir model yok ama bir tarz var. Sarı belediyecilik tarzı bu.
Özcan Baripoğlu*
CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, CHP'nin 2019 yerel seçimlerinde kullanacağı sloganın "Halk için, halkla beraber, hep birlikte halkın İstanbul'unu kuracağız" olacağını açıkladı.
Acaba, aslan sosyal demokratlar, İstanbul halkına adayınızı siz belirleyeceksiniz, İstanbul’da Gezi Parkı'nda önseçim yapıyoruz, isteyen herkes aday olabilir, hodri meydan der mi?
Genel Merkez otoritesini egemen kılmadan ya da örgüt fetişizmi yaratmadan, cesaretle, korkmadan, gücünü parti içi dengelerden değil, halkın sağduyusundan alan bir deneme yapmak mümkün mü?
Dudaklarınıza müstehzi bir gülümseme yayıldığını görür gibiyim.
Aslında, Belediyeler olmasaydı CHP’yi yönetmek çok daha kolay olurdu, eminim.
Yerel iktidarın mali ve idari yönden görece özerk hali (artık bunun da içi boşalmış görünüyor ) siyasetin kendi meşrebince yapılabilmesine olanak veriyor. Belediyelerin, doğal olarak da “Belediye reislerinin” elindeki imkân ve kabiliyetin parti içi siyaseti dizayn etmek için kullanılması, CHP içindeki “kanlı savaşların” belediyeler üzerinden seyretmesine neden oluyor. Belediye başkan adaylıklarının tabandan ve örgütsel denetim mekanizmalarından uzak bir şekilde genel merkez marifetiyle belirlenmesi ise belediyeler ve genel merkez arasındaki simbiyotik ilişkiyi biçimlendiriyor. Bu anlamda Baykal zamanında yerleşen bu gelenek bozulmadan devam ediyor.
Özetle “sen beni seç ben de seni”…
Önümüzde yerel seçimler var ve CHP cephesi bu sürece çok iyi hazırlanıyor, yani yöneticilerin iddiası bu yönde.
Şimdi bir soru soralım !
Eğer kültür merkezi, parklar ve mekanlara verilen isimler bir ideolojik hatırlatma içermiyor olsaydı (Yani, Türkan Saylan Kültür Merkezi, Deniz Gezmiş Parkı vb.) o kentin, o ilçenin, o yörenin sosyal demokrat bir belediye tarafından yönetildiğini nasıl anlardınız?
Ortada bir model var mı? Ne yazık ki, ortada bir model yok ama bir tarz var.
Sarı belediyecilik tarzı bu.
Bu tarzın birkaç temel özelliği var. Bu belediyecilik anlayışı vitrin görünümü itibarıyla “sol” bir görünüm ihtiva eder.
Solcu yazarların ve kahramanların isimleri binalara, parklara, bahçelere verilip, sol seçmenlerin gönülleri hoş tutulurken, arka planda, kentsel rant paylaşımının bir parçası olmak mümkündür. Bu paylaşım partiler ve ideolojiler üstü bir mahiyet arz der.
Bu tarzın siyasal kompozisyonu, sol ideolojinin tarihsel, sosyal birikimini oluşturan referanslardan uzaktır, siyasi tavırdan arındırılmış bir yönetim kültürü hakimdir. Aktörler, taraf olmayı sevmezler, iyi hesap yaparlar, değerlerin tutsağı olmazlar.
Çünkü değerler iş yapmaz. Çünkü değerler "menkul" değildir, "rantabl" hiç değildir.
Belediyeye, kamuya ait kaynakları, imkânları dağıtarak veya kullandırarak, gücü bölüştüren böylece kendi iktidarını tahkim eden organize bir tasarımdır söz konusu olan.
Siyasetçilik bir iş, siyaset ve parti ise organize işlerin aracı kurumudur.
Belediye başkanları ve yakınlarının mal varlıkları, belediye kaynaklı, inşaat ve rant ilişkisi üzerinden oburlaşan işadamı tayfası iktidar olma ve kamusal kaynakların kullanılması hakkında yeterince ipucu sunar.
Bu çerçevede, vitrini sol sarı belediyecilik anlayışı, “halka yardım” temelinde yürütülürken, sistemli, yapısal bir sosyal belediyecilikten uzak bir tarz izlenir. Zaten kısıtlı imkanlarla sürdürülen sosyal destek çalışmalarının büyük reklamlarla halka tanıtılması ise sadece belediye başkanının kahramanlaştırılmasına hizmet eder.
Belediyelerle iş yapan şirketlerin gizli-açık paydaşları arasında her partiden birilerinin bulunması bir tesadüf değildir ve genel siyaset düzleminde, iktidar ve muhalefet arasında seyreden sert kapışmanın yerel yönetimlerde neden olmadığını da izah eder.
Başkan, belediye bürokrasisi ve bu ilişki ağına birinci dereceden katılan iş çevrelerinin oluşturduğu oligarşik yapı belediyeyi sarıp sarmalar. Tüm bu siyasal – ekonomik ağ aynı zamanda belediyelerdeki taşeron sistemiyle de ilişkilidir ve siyasetin finansmanını sağlayan önemli bir mekanizma olarak not edilmelidir.
Öte yandan sistem klientalisttir. Belediye kaynaklarının ve imkânlarının kullanımında “müşterilik” ilişkisi inşa ederek, bu ilişkiden beslenen partili bir kitle yaratarak devamlılığını garanti altına alır. Bu ilişki ilçe-il kongreleri ve giderek kurultay delegeliği sistemini vesayet altına alan hegemonik bir ilişkiye evrilir.
Bu itibarla tüm bu tablodan ortaya çıkan şey, sembolik olarak “sol” bir belediye gibi görünen bu anlayışın bir yanılgıdan ibaret olduğu, esasen bu tarzın icraat ve yönetim anlayışı bakımından kategorik olarak “sağ” bir belediyecilik olduğu gerçeğidir.
Önümüzdeki yerel seçimlerde İstanbul önemli bir sınav verecek gibi görünüyor.
Hiç şüphesiz belediye başkanı adayı, öyle tesadüflerle, saf ve samimi beklentilerle belirlenmez. Lobiler, çıkar grupları hatta mafyöz gruplar bile devreye girebilir, pazarlıklar yapılır, finansman sağlanır ve karşılığı beklenmeye başlanır. Eğer farklı bir belediyecilik projesi modellemeye kalkarsanız, bundan ilk rahatsızlık duyacak olanlar sizi aday yapanlar olacaktır.
“Halkın İstanbul’u” bu kraterleşmiş, çok katmanlı yapıyı parçalamadan nasıl kurulacak? Bakalım, İstanbul İl Başkanlığı bu denkleme nasıl müdahale edecek? Edebilecek mi, gücü yetecek mi, elinde yeni bir model var mı, bilmiyoruz.
Ama mevcut modellere bakılırsa işi pek kolay değil gibi.
Sarı belediyeciliğin mimarı olan eski başkanlar, İstanbul sermayesi ve CHP arasında köprü vazifesi gören “itibarlı siyasetçiler” meydanı pek boş bırakacak gibi görünmüyor.
Bütün krizlerini aşarak, ülkedeki tüm kurum ve kuralları sadece kendi tasarrufu altında tutan AKP iktidarı karşısında, siyaset üretemeyen, yorgun, kırılgan bir muhalefet partisinin yerel seçimlerde toplumsal bir motivasyon yaratması zor görünüyor.
Yerel seçim yanılsamasına kapılmadan, yeni bir siyaseti örmek ise ideolojik ve tarihsel bir sorumluluğu gerektirir ki, bu da bugünkü CHP yönetimini aşan bir mesele olarak ortada duruyor.