Sarı sıcak bir geometri: Dona Flor ve İki Kocası
İletişim Yayınları tarafından dilimize kazandırılan Dona Flor ve İki Kocası, aslında tamamen aşina olduğumuz ama eksiksiz tahayyül edemeyeceğimiz bir hikâyeyi anlatıyor. Bunu yaparken de okurun bütün duyularına hitap eden, büyülü bir atmosfer haline geliyor: Bir atmosfer yaratmaktan bahsetmiyoruz, o atmosferin ta kendisi haline gelmekten bahsediyoruz, sanki sarı sıcak bir simülasyon gibi...
Büşra Uyar
İlk insanın, dolayısıyla edebiyatın var oluşundan bu yana aşina olduğumuz birtakım konular var; insanlar ve ilişkiler, hayat ve ölüm. Aynı zamanda bu uğurda yaratılan geleneksel ya da sıradışı, uysal ya da dikkafalı karakterlere, “bu dünyanın gerçekliği” etrafında dönen ya da kendine efsunlu bir gerçeklik yaratan anlatılara da aşinayız. Yine de insan olmamız bazı şeyleri öngörmemizi ve onlara şaşırmamamızı sağlarken bir yandan da daima hayret halindeyiz; insani yanımızın bir şekilde eksik tahayyül edeceği şeyler de var.
İletişim Yayınları tarafından dilimize kazandırılan Dona Flor ve İki Kocası, aslında tamamen aşina olduğumuz ama eksiksiz tahayyül edemeyeceğimiz bir hikâyeyi anlatıyor. Bunu yaparken de okurun bütün duyularına hitap eden, büyülü bir atmosfer haline geliyor: Bir atmosfer yaratmaktan bahsetmiyoruz, o atmosferin ta kendisi haline gelmekten bahsediyoruz, sanki sarı sıcak bir simülasyon gibi...
Bu simülasyon edebiyatın ve hayatın o büyülü geometrisinden yararlanıyor ve birtakım üçgenler oluşturuyor. Bu üçgenleri ele almak gerekirse... Şüphesiz ki ilk “bariz” üçgenimiz Dona Flor ve onun iki kocası: Yani Dona Flor, Vadinho ve Teodoro. Bu üç karakterin oluşturduğu üçgen aslında tamamiyle zıt iki erkeğin ve çok boyutlu bir kadının eseri. Üçgenin en tepesinde ise şüphesiz ki Dona Flor var.
Peki Dona Flor nasıl bir üçgen köşesi, bunu düşünelim. Ana kadın karakterimiz, ilk eşi Vadinho’yla büyük bir aşkla, arzuyla evleniyor. Onunla tanışmasından evliliğe uzanan bu yolda asla yolunda gitmeyen ancak her şeye rağmen kanı kaynatan bir şeyler var. Bu kaynayan kan yedi yıl boyunca bazen yavaşlıyor, bazen bir ritme kavuşuyor ama bir şekilde kaynamaya devam ediyor. Vadinho’yu tanıdığından bu yana Dona Flor’un kanını “donduran” tek an; Vadinho’nun karnavallarda, gencecik bedeni ve muzip kıyafetlerine rağmen bir kalp krizi geçirip öldüğü an. Dona Flor gencecik yaşında, gencecik eşini kaybederek, gencecik ve “arzusuz bir dul” haline geliyor. “Artık arzusuz” dulumuz bir matem dönemine giriyor. Aslında kendine dayattığı birtakım şeyler var: Şehvetli ve karanlığıyla gözleri yakan geceler yok; bu gecelere zaten artık gerek yok. Oysa öyle değil: Dona Flor için için “kaynamaya” devam ederek aynı zamanda herkesin gıpta edeceği o ideal dul olmaya devam ediyor. Ve herkesin Vadinho’yu küçümseyen “teskinlerini” bir kenara iterek hatırlıyor, daima hatırlıyor. Her zaman iyi yanlarını değil tabii ki -zaten sorumsuz rahmetlinin ne kadar iyi yanı olabilir ki?- ama Dona Flor, kötü anlardaki o kudretli şehveti bile bir şekilde, incecik bir şekilde çekip çıkarıyor. Arzu tam da böyle bir şey değil midir zaten?
Bu ikizkenar üçgenin “ikiz” ve “zıt” köşesinde Vadinho var, ya o nasıl bir köşe? Vadinho son derece sorumsuz, yalancı, kumarbaz ve şehvet düşkünü. Bu şehvet sadece ve maalesef eşine yönelik değil: O, kumarhanelerin ve “arka sokaklar”ın bütün fahişeleriyle, “şıllık”larıyla birlikte olan bir eş. Lakin bir yandan da Dona Flor’u şehvetiyle bir bütün haline getiren, onu arzu dolu günahlarla “arındıran” bir erkek. Tüm bunlarla Vadinho aslında Dona Flor’un yanındayken bile özlediği bir arzu nesnesi. Dona Flor onu özlerken biz de ölümüyle tanıdığımız -dolayısıyla birebir tanıyamadığımız- bu karakteri özlemeden edemiyoruz. Tam bu noktada Jorge Amado’nun akıl almaz anlatıcı dehası devreye giriyor. Zira tüm çizdiği olumsuz eş profiline rağmen ne Dona Flor, ne okur ne de yazar Vadinho’ya cephe alamıyor. Artık anılarda yaşamak zorunda kalan muzip bir ölünün arkasından cephe almak zaten nerede görülmüş?
Dona Flor bir dul için “ideal” sayılan süreyi atlattıktan sonra Teodoro ile evleniyor. Ya Vadinho’nun tam karşısındaki Teodoro? Onu eleştirmek, onun dedikodusunu yapmak, onu beğenmemek mümkün mü? Okura apaçık ortada bir “sır” verelim, hiç de değil! Teodoro tam bir centilmen: Disiplinli, ağır başlı, saygılı ve sadık. Düzenin hayattaki her şey olduğuna inanıyor. Öyle ki, günün bilinmeyen saatlerinde gelip bir anda “biricik fesleğeni” Dona Flor’u şehvetli bir yolculuğa sürükleyen sorumsuz Vadinho’nun aksine Teodoro, sadece çarşamba ve cumartesi günleri güzel eşine dokunuyor. Aksi takdirde Dona Flor incinebilir; netice olarak o bir “fahişe” değil, saygılı duyulması gereken, zarif bir eş o.
JORGE AMADO'NUN ÇİZDİĞİ İKİZKENAR ÜÇGEN
Bu ikizkenar üçgende Jorge Amado, ilginç ve büyüleyici bir şekilde kimseden taraf tutulmamasını sağlıyor. Onun büyüleyici anlatısında kimseyi diğerinden daha çok sevmeye izin yok. Daha doğrusu, onları öyle bir boyutla anlamlandırıyor ki, karakterler bizim bir parçamız haline geliyor. Yapbozun bir parçasını diğerinden daha çok sevmek, işlevsel bulmak mümkün olabilir mi? Okur olarak romanın içinde daima diğerinin de sesini duymak, onu görmek istiyoruz, neticede yapbozun parçalarını kaybetmek kadar rahatsız ve oyun bozucu bir şey olamaz. Jorge Amado karakterini okura sunarken şöyle bir yol izlemiyor: “Bakın, bunlar karakterler, bu da doğrusal bir zaman çizgisi. Gerisi size kalmış.” Hayır, Jorge Amado bu noktada son derece güç ve muzip bir iş için kolları sıvıyor: “Zaman”ı karakterlerinin mizaçlarını ortaya koyan bir “uşak” anlatıcı formuna sokuyor. Postmodernlerin zamanı “çocuk oyuncağı” haline getirmesine aşinayız tabii, özellikle bu yüzyılda... Peki Amado zamanı nasıl bir karakter anlatıcısı haline getiriyor?
Bunu şöyle anlatabiliriz: Örneğin okur Vadinho’yu bir karnavalın ortasında öldüğü zaman, yani artık kendisi için var olmayan bir gerçeklikte tanınmaya başlayacak ve sonrasında da yalnızca istediği kişiler için var olabilen bir gerçeklikte tanımaya devam edecek. Bu noktada Vadinho’nun anlatımı daima flashbacklerle, Dona Flor’un ya da çevredekilerin hatıralarıyla donatılıyor. Yani aslında Vadinho’nun elde evuçta tutulamıyor olması koca bir zaman çizgisine yansıyor; zira bu çizgide şeytan tüylü Vadinho, hınzırca zıplayıp duruyor. Eserin teknik dehası bize bu karakterin şarlatanlığını unutulmaz bir şekilde empoze ederken, Teodoro için zaman nasıl işliyor? Şüphesiz ki Vadinho’dan çok farklı ve “tıkır tıkır”. Teodoro anılarda yaşamak zorunda değil, ona ait bir belleklerin taraflı kaydettiği bir geçmiş de yok. Dolayısıyla Teodoro’nun anlatımı son derece düzgün, neden-sonuç ilişkileriyle sağlamlaştırılmış bir uzantı. Teodoro’yu Teodoro yapan her şey okurun önüne vakur bir edayla konuluyor. Böylece mahalleli ve okur rahat bir nefes alıyor: Dona Flor bu sefer mutlu olacak, artık şarlatanlarla uğraşmasına gerek yok!
Dona Flor ise kimi zaman karmaşık, kimi zaman fazla düzgün bu zaman çizgisinin her noktasına sinmiş durumda. Anıları ve arzuları, geçmişi ve yeterince hak etmediğini düşündüğü geleceği, bir şeylerin sürekli değiştiği o anların içerisinde bizden biri Dona Flor. Ve aslında büsbütün zamanın içerisinde tek ve biricik değil: İki kadın o; karmaşık zamanın da, tıkır tıkır işleyen günlerin, ayların da ana unsuru. Bu da aslında onun karakterine dair en büyük, en bariz ve en büyüleyici ipucu. Güzel dulumuzun çizimi belki de tam bu noktada en büyüleyici, en unutulmaz formuna bürünüyor. Evet, iki Dona Flor o, iki kocası için. Becerikli, on parmağında on marifet denemez belki ama on parmağında on lezzet. Sağduyulu, kendi ayakları üzerinde durabilen bir kadın; Vadinho’dan önce de, onunla güç bela geçindiği evliliğinde de ve Teodoro’nun maddi imkânlarına rağmen elinin lezzetiyle ayakta kalıyor. Aynı zamanda Dona Flor, “ideal” bir dul. İçin için ne kadar burnunun ve şehvetinin dikine gitmek istese de kontrol ediyor kendini. Toplum tarafından idealize ediliyor, yalnız toplum değil tabii, o da kendisini durmadan idealize ediyor. Bir yandan da ideal haline başkaldırıyor. Tam bu noktada o kusursuz üçgen bir anda saydam bir dikdörtgenle kuşatılıyor. Zira Dona Flor üst köşenin opak kadını değil; maviye çalan siyah saçları, güzel kalçalarıyla saydam bir dikdörtgenin rahatlatıcı, eşitleyici iki köşesi o.
BREZİLYA PANORAMASI
Jorge Amado bu sarı sıcak üçgeni ve saydam dikdörtgenleri tabii ki fonsuz bırakmıyor; anlatısını muazzam bir Brezilya panoramasına yediriyor. Baş yardımcıları beş duyumuz: Zira hiçbir okur Dona Flor ve İki Kocası’ndan iştah açıcı kokuların, tatların, kıvrak Latin müziği ezgilerinin yayılmadığını iddia edemez. Aynı şekilde hiçbir okur Dona Flor’un evinde “sıkışıp kaldığını” da iddia edemez. Amado bunu tercih etmiyor; okurun elinden tutup onu bir yolculuğa çıkarıyor: Mahallelerde, yüksek kültürün “amatör ama klas” ezgilerinin yayıldığı seçkin etkinliklerde, kumarhanelerde ve fahişelerin yeni doğum yaptığı arka sokakların dağınık evlerinde... Her yerdeyiz ve aslında bu iklimin tanıyabileceği her karakteri de tanıyoruz. Evet, hepsinin bir şahsiyeti, hepsinin bir hikâyesi var; figüran değil onlar. Komşular -iyi ya da kötü, vakur ya da şıllık- hepsi komşumuz; tüm gerçekliği karman çorman eden Afrika Tanrıları bile komşumuz.
Bu rengârenk fon Dona Flor ve İki Kocası’nı başka okumalara da açık hale getiriyor. Muazzam çevirisiyle Muhittin Karkın, eser için yazdığı önsözle meraklı ve “doyumsuz” okurlar için harika yola çıkışlar bahşediyor. Yani Dona Flor ve İki Kocası asla tek anlamda kalmıyor, hınzır bir şekilde birçok anlam kapısını açıp gözden kaybolabiliyor. Onun hınzırlıkları peşinden sürüklenmek okura kalmış.
Dona Flor ve İki Kocası aslında hayatın ta kendisi. Aynı zamanda bir farkındalık hali de. Kitabın son sayfasıyla birlikte “Evet,” diyor okur; “benim de bir geometrim var. Köşelerimi kapmak bana ve ‘onlar’a kalmış.”