Sarı Yelekliler: Unutulanların öfkesi
İtirazı sadece alım güçlerinin düşmesine ve gelir dağılımındaki adaletsizliğe değil, onlar aynı zamanda “bizim seçtiklerimiz bizi ne kadar temsil ediyor” diye soruyorlar. Hem de çok yüksek sesle. Bu açıdan bakılınca da Sarı Yeleklilerin mücadelesi aynı zamanda siyasal sistemlerin yeniden inşa edilmesi mücadelesi…
Ayşen Uysal*
Bu yazının şöyle bir notla başlaması benim açımdan oldukça önemli: Şayet pasaportum iptal edilip yeni pasaport almam engellenmeseydi yerinden gözlemlerle bu yazıyı yazma olanağı bulacaktım. Sosyolog ve siyaset bilimciler için saha çalışmaları elzem. Hele de konu toplumsal hareketler olunca. Gidebilseydim bir süre sonra benimle görüşenler “yurtdışından uzman getirdiler” denilerek Macron hükümeti tarafından hedef gösterilip bir sabah ev baskını ile gözaltına alınabilirdi. Neyse ki gidemiyorum da meslektaşlarım, arkadaşlarım şimdilik güvende… Kısacası bu durumda size, Sarı Yelekliler konusunda uzaktan gazel okumuş olacağım.
Sarı Yelekliler üç haftadır alım gücünün düşmesi ve başta akaryakıt olmak üzere çeşitli ürünlere yapılan zamlar karşısında sokaktalar. Gelir dağılımı adaleti en temel talepleri. Temsili demokraside temsil görevini üstlenenlerin zevk ve sefalarının son bulması (maaşlarının düşürülmesi, seyahat ve ulaşım harcamalarının denetlenmesi ve sadece zorunlu olanlarının karşılanması, eski cumhurbaşkanlarına ömür boyu ödenek uygulamasına son verilmesi, vs.) da bir o ölçüde talepleri arasında yerini alıyor. Temsilcileri aradan çıkarıp siyasete doğrudan müdahil olma talepleri bile var: Bireysel yasa teklifinde bulunmak istiyorlar. Köşelerinden çıkıp kendilerini unutmuş olan siyasilere seslerini yükselten kişiler bu protestocular. Kısacası "Biz de varız" diyenler.
Tıpkı Gezi eylemlerinde olduğu gibi, Sarı Yelekliler’in eylemleri vesilesiyle en çok dillendirilen mevzu, siyasetle olan mesafeleri ve örgütsüz olmaları. Protestocuların önemli bir bölümü eylemler öncesinde siyasetle ya çok zayıf ilişki içindeler ya da apolitikler. Hatta içlerinde hiç oy kullanmamış olanlar var. “Sadece kendi çıkarları için hareket eden bu küçük siyasal toplulukla (siyasileri kastediyor) işi bitirmek lazım” diyorlar (Le Monde, 5 Aralık 2018). Zira, siyasilerin sadece kendi yerlerini korumak için mücadele ettiğini düşünüyorlar. Bu sözler bize meselenin önemli boyutlarından birinin “temsili demokrasiye duyulan güvensizlik ve siyasilere ilişkin bıkkınlık hali” olduğunu gösteriyor. Seçimlik demokrasiye yönelik bir “yetti artık” hali bu. Mevcut haliyle siyaseti yeterince anlamadığı, sıradan insan olarak hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini düşündüğü için siyasetten uzak durduğunu, ancak “siyasetin gündelik yaşamı üzerindeki etkisini anlamasıyla” bu eylemlere dahil olduğunu söylüyor birçoğu. Sokak siyaseti tam da bu noktada, daha az görünür, o zamana kadar sesi çıkmamış veya sesini duyuramamış olanlarda “yapabilirim, değiştirebilirim” düşüncesinin oluşması ve pekişmesi için olanak sunuyor. Oy sandığında tek başına iken, sokakta, meselelerin ne kadar da ortak olduğunu görüp nicel gücünün farkına varıyor. Yapmak ve değiştirmek için araçlardan yoksun olmadığını görüyor. Sahip oldukları “dayanıklılık kayıtlarının”, yani insanların başlarına geleni anlamlandırmak, onunla mücadele etmek ve meselelerin üstesinden gelmek için bireysel ve kolektif bir pratik dağarcığına sahip olduklarının farkına varma hali bu. İnsanların, aynı meselelerden mağduriyet yaşarken ve kendi köşelerinde tek başına çaresizce ve sessizce durma halinden, köşelerini terk ettikleri, bir araya geldikleri ve kolektif pratik dağarcıklarını kullandıkları bir konuma geçme hali.
Sokakta öğreniyorlar. Siyasetin kendi gündelik yaşamlarının içinde ve hatta yaşamlarının bizzat kendisi olduğunu öğreniyorlar. Sokak siyaseti dayanışmayı ve yoldaşlığı öğretiyor, siyasallaştırıyor. “Blokaj eylemlerinde, barikatlarda, dinliyoruz, tartışıyoruz ve fikir alışverişi yapıyoruz” diyor bir Sarı Yelekli. Maruz kalınan devlet şiddeti çoğu durumda bu dayanışmayı güçlendirir, safların sıklaşmasına neden olur. Ortak bir mesele, amaç etrafında seferber olan çok farklı görüşlerden insanlar birlikte hareket etmeyi öğrenir. Gruplar taleplerini dış dünyaya anlatmak için anlamları ve araçlar setini kullanmayı öğrenir, ki zaten sokak siyaseti bu açıdan oldukça zengin bir alet kutusuna sahip.
Sarı Yelekliler talep etmeyi ve seslerini duyurmanın yollarını öğrenirken, hükümet kanadından talepler karşısında gelen ilk yanıtlar cop, gaz bombası, şiddet ve hor görme oldu. “Seslerini duymamak mümkün değil” açıklaması ve bir dizi geçici çözüm sonradan geldi. Salt bu tavrından dolayı Macron’u “demokrat” olarak niteleyecek değiliz elbet. Böyle olmadığını, hükümet sözcüsü Benjamin Griveaux’nun 5 Aralık tarihinde eylemlerin son bulması için açık çağrı yapmayanları da suçlu kabul etmesi ve “bu bir politik karşıtlık değildir, bu cumhuriyete bir saldırıdır” açıklamaları açıkça göstermiş oldu. Zira sadece protestocuları değil, protestoları açıkça eleştirmeyenleri de kriminalize etti.
Macron hükümetinin zamları askıya alarak geri adım atması göstericilerde o kadar da heyecan uyandırmışa benzemiyor. En azından büyük bir kısmında. “Sanki maymunların önüne fıstık atıyorlar” diyerek tepki göstermeleri de bundan olsa gerek. “Hiçbir şeyi yarıda bırakmıyoruz” sözleri adeta başbakan Edouard Philippe’in sözlerine yanıt oluyor. Eylemcilerin büyük çoğunluğu Noel’e kadar eylemleri sürdürme eğiliminde. Yılın bu dönemi Paris’in en fazla turisti çektiği dönem. Zamanlama bu açıdan önemli. Hem seslerini daha fazla duyurma hem de hükümeti köşeye sıkıştırma bakımından stratejik önemde bir zaman dilimi. Bununla birlikte, göstericilerden bir kısmı altı ay sonra yeniden sarı yelekleri giymeye hazır olduklarını belirterek hükümeti uyarıyor. Bu aynı zamanda şimdi devam etmek isteyenlere de bir mesaj. Önümüzdeki günler hareketin nasıl bir yol alacağını gösterecek. Hareketin yayılıp başka coğrafyalarda da seferber edici bir kıvılcım olup olmayacağı da şimdilik net değil. Şimdilik ortalık sisli. Bu kadar yoğun sisin içinde açık olan şu ki, “unutulmuşlar” olarak tanımlanan Sarı Yelekliler toplumsal memnuniyetsizliklerini seslerini çıkararak giderme yolunu seçti. Üstelik de şiddetin muhatap alınmalarında önemli bir araç olduğunu, kendilerini görünür kıldığını düşünüyorlar. İtirazı sadece alım güçlerinin düşmesine ve gelir dağılımındaki adaletsizliğe değil, onlar aynı zamanda “bizim seçtiklerimiz bizi ne kadar temsil ediyor” diye soruyorlar. Hem de çok yüksek sesle. Bu açıdan bakılınca da Sarı Yeleklilerin mücadelesi aynı zamanda siyasal sistemlerin yeniden inşa edilmesi mücadelesi…
*Prof. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden KHK ile ihraç edilen barış akademisyeni