Sarıkeçililer Yardımlaşma Derneği Başkanı Pervin Çoban Savran: Yıllar sonra gelecek felaketleri görebiliyorum

Sosyal medyada orman yangınlarıyla ilgili konuşması gündem olan Yörük kadın Pervin Çoban Savran, ormanda kendilerine çıkarılan zorluklardan bahsetti. Savran, insan ve doğa ilişkine dair konuştu.

Abone ol

DUVAR - Türkiye'nin birçok noktası 28 Temmuz'da başlayan orman yangınlarıyla kül oldu. Yangınlardan sonra sosyal medyada daha önce yaptığı bir konuşma yeniden paylaşılan Sarıkeçililer Yardımlaşma Derneği Başkanı Pervin Çoban Savran, gündem oldu. Çoban, orman yangınlarının çıkmasının nedenlerinden birinin 'keçilerin artık ormanlarda dolaşmıyor oluşu' diye belirtmişti.

Birartıbir'de İrfan Aktan'a konuşan Savran, kendilerine ormanda yaşarken çıkarılan zorluklardan bahsetti. Doğayla olan ilişkilerden ve iklim değişikliğinin nedenlerinden konuşan Pervin Çoban Savran'ın söyleşisinden bir bölüm şöyle;

"Ormanda yaşamanızı engellemeye yönelik herhangi bir baskı oluyor mu?

Muhtar gelip “ya burayı terkedin ya da bir miktar para vereceğiniz” diyor. Yani hâlâ haraç-mezat alabilme çabasındalar. Bizi, Sarıkeçilileri, kadim halkımızı hem koruduğumuz hem geleceğe taşıdığımız bu güzelim ormanlardan uzaklaştırmaya çalışıyorlar.

Yaşam biçiminiz, göçerlik kültürü doğaya, toprağa, ormana bakışınızı nasıl etkiliyor?

İnsanın doğaya etmediği kötülük kalmadı. Toprağa basarken maalesef anlamlı değil, celâlli basıyoruz. Topraktan izin alıyor muyuz? O da candır. Toprak Ana’ya biraz daha nazlı, biraz daha anlayışlı basmış olsaydık, bu topraklar bugün bize kahır püskürtmez, bize karşı alev topu yaratmazdı. Bazen toplantılarla ilgili şehirlere, yerleşim alanlarına inerim. Şöyle bir bakarım, insanlar suyun kıymetini hiç bilmiyor. Sanki su sadece onlara aitmiş gibi davranıyorlar. Ama biz göçerler öyle değiliz. Elimizi ağacın dibinde yıkarız. Bir çocuğumuzu yıkasak, suyunu bir ağacın dibine dökeriz ki, o ağaç da yararlansın. Çünkü o ağaç da su istiyor. Ama binalardaki kullanım o kadar fazla ki, sanki herşey onların emrine verilmiş gibi düşünülüyor.

Az önce göçerlerin, Sarıkeçililerin yavaş yavaş yok edilmek istendiğini, yerleşik hayata zorlandığını söylediniz. Bu zorlamanın tarihsel arkaplanı nedir?

Son yıllarda, malûm, tüketim çok hızlandı ve buna dayalı olarak meralar kiralanıp tarım arazilerine dönüştürüldü. Tarım arazilerine dönen bölgelerin bir kısmında tarım yapılıyor. Bir kısmında ise tarımsal destek alınıyor, ama hiç tarım yapılmayıp bırakılıyor. Bu süreçte bizim Mersin’den çıkıp Toroslar’ın uçlarına, Konya’nın Afyon sınırına kadar yürüyerek katettiğimiz 650-700 kilometrelik mesafe 450-500 kilometreye kadar daraldı. Biz kışın Mersin’de, sahillerde yaşıyoruz. Kış Yurdu’muz oralar. Ormanlarda, kıl çadırda yaşadığımız yerlere yurt deriz. Şu anda orman yangınları nedeniyle bizim yurdumuz yandı, kül oldu, bitti. Çok büyük ihmalden dolayı. 15 Temmuz resmi tatildi, hafta sonuyla birleştirip herkes uzun bir tatile çıktı ve o bölgede tek bir nöbetçi kaldı. Yangın havuzlarında da su olmayınca bu yangın büyüdü. Önlenebilir miydi, evet, önlenebilirdi. Biz kışı Mersin, Silifke civarlarındaki sahillerde geçiriyoruz ve nisanın ortaları gibi yollara dökülüp bir buçuk ay boyunca yürüyerek Orta Toroslar’a geliyoruz. Konya’nın Çumra, Bozkır, Beyşehir, Seydişehir, Taşkent, Karaman-Ermenek dağlarında yazı geçiriyoruz. Eylül-ekim ortalarına kadar buralarda, Yaz Yurdu’nda yaşıyoruz. Fakat bu güzergâhımızda dikilen ağaçlar, bağlar, bahçeler, bostanlar, ekinler… Tabii insanlar üretmek istiyor, iyi niyetli olan da var. Ama üretmeyip tel çekerek destek alanlar bizim yollarımızı kapatıyor.

'DİRENEBİLENLER DİRENDİ, AMA SON YILLARDA KONAKLAYACAK YURT YERİ BULAMIYORUZ'

Yaşam alanlarınızın daraltılması, yollarınızın kesilmesi nedeniyle yerleşik hayata geçenler artıyor mu?

Büyüklerimiz “Yerleştirilip kontrol altına alınmamız için bizi tarih boyunca kılıçtan geçirdiler. Biz kılıçtan artanlarız” der. Ben yirmi yıldır Sarıkeçililer Yardımlaşma Derneği’nin başkanlığını yapıyorum. Resmiyet önemli değil, başkanlık sıfatını sevmiyorum. Analık yapmaya çalışıyorum. Dolayısıyla, o tarihten bu yana, yirmi yıllık süreci anlatmak istiyorum. Konakladığımız yerde en az on çadır, yüzlerce devemiz olurdu. Fakat son yirmi yıldır ormana girmek, keçi otlatmak büyük suç oldu. Çoklarımız yargılandı, ceza aldı. Çoklarımız ise iskâna zorlandı ve Karaman’da “Sarı Evler” diye bilinen yerlere, 1980’lerde yerleştirildiler. Çoğumuz baskılardan dolayı devlet eliyle yerleştirilmeye kalkıldık. Direnebilenler direndi, ama son yıllarda konaklayacak yurt yeri bulamıyoruz. Çaresizlikten yoldaşlarımız olan keçilerimizi peyderpey elden çıkararak yerleşmek zorunda kalıyoruz. Ama bu asla isteğe bağlı değil. Hiçbir bireyimiz yerleşik hayatı kabul etmiyor.

'HİÇBİR ŞEYE ERİŞEMEYECEĞİZ'

Zaman içinde insanların doğayla ilişkisi değişti ve bu doğayı tehdit eder hale geldi. Şu anda içinde bulunduğumuz iklim krizinin bunun sonucu olduğu açık. Sizce ne yapmalı?

İlk dersi kendimden çıkarayım. Dedemden, kocaanamdan, kocababamdan öğretileri uygularsam, kendimden sonraki nesle de uygulatabilirim. Tüketim alışkanlıklarımıza derhal yön vermeli, ayar geçmeliyiz. Alışkanlıklarımızı yarı yarıya indirmeliyiz. Her birey sorumludur. Hep derim, keşke teker icat edilmeseydi de bu yollar yapılmasaydı. Bu yollar olmasaydı da, ben her yere yoldaşlarımla, keçilerimle gidebilirdim. Teker icat edildi, yollar yapıldı. Teknoloji icat edildi ve tüm canlıların sonunu getiriyoruz. Ben de buna dahilim, çünkü şu anda sizinle cep telefonuyla konuşuyorum. Bu alışkanlıklarımızı yarıya düşürmemiz lâzım. Eğer bunu dikkate almazsak, felaketleri kendi elimizle getiriyoruz. Başka suçlu aramıyorum, önce kendimden yola çıkıyorum. Şayet ben insansam, tüm canlıların sesi olarak, tüm canlıların düşüncesini dile getirmek adına, yanan ateşin alevini bile anlamalıyım ki, insan olduğumu anlayabileyim. Bir derenin başına oturunca, o deredeki suyun ahengi bana neyi anlatıyor, hüznü mü anlatıyor? O deredeki su iniltisinde kalan zerrecikler eğer bana gelecekteki felaketi anlatıyor, ama ben anlayamıyorsam, insan değilim demektir. Eğer deredeki su akıp da “ben de gidiyorum, yolcuyum, seneye görüşemeyeceğiz” diyorsa şayet ve ben anlamadıysam, benim de insanlığımın sorgulanması lâzım. İnsan bunları anlamalı ve kendine bir yön çizmeli. Kullandığımız araçtan enerjiye varıncaya kadar gözden geçirmeliyiz. Belki insan olarak bir şeylerin karşısında duramayacağız, ama “yaptım” diyebilmeliyiz. 2011 yılında dedim ki, “keçilerimi, derelerimi vermeyeceğim”. Niye dedim? Bugünkü olayları yıllar öncesinden görebiliyordum. Şimdi de yıllar sonra gelecek felaketleri görebiliyorum. Bir gün bu fırınlar çalışmayacak, hiçbir şeye erişemeyeceğiz. O gün yaşamak için ne yapabiliriz sorusunu soruyorum. Buna hazırlıklı olmalıyız. Bunlar okullarda öğretilmiyor insanlara, doğa öğretiyor, yaşam alanları öğretiyor.

Türkiye’de egemen siyasi söylemi belirleyen temel ideoloji milliyetçilik. Dolayısıyla o cenahta “yerlilik, millilik” konuşuluyor, Türklerin tarihsel kökenlerine ve Türklerin göçerlik kültürüne de atıflar yapılıyor. Böylesi bir iktidar baştayken, size yönelik bunca baskıyı nasıl görüyorsunuz?

Biz milliyetçi değil, çıkarcı bir idarenin azabındayız, gazabındayız. Ayrıca din, dil, ırk, renk bizim için hiç önemli değildir. Bizim tek bir dilimiz, dinimiz, ırkımız vardır, o da doğadır. Doğanın dili benim dilim, doğanın dini benim dinim, doğanın rengi benim rengimdir. Bazen fırtına olur eserim, bazen aslan olur kükrerim, bazen de toprak olur, “basın üzerime, geçin” derim. Ama bugünlerde olduğu gibi, bir gün bu doğanın yok oluşuna göz yumanlar olursa, işte o zaman benim de tanımadığım bir celâllik doğar bende. “Niye” diyeceksin, benim değerlerimi değersiz gören, gözümde değersizdir. Emeğimi hiçe sayanlar, hiçimdir. Haksızlık yapanlar, sonradan icat olmuş diller, dinler, ırklar ayrımı yapanlar var ya, karşısında Toroslar’ı, dağları bulur.

Az önce “Bugünkü olayları yıllar öncesinden görebiliyordum. Şimdi de yıllar sonra gelecek felaketleri de görebiliyorum” dediniz. Geleceğe dair umudunuz yok mu?

Dünyaya gelen her yavru oğlak bize bir umut veriyor, anne sütünü emeyim, ayaklanayım, yürüyeyim diye. Dünyaya gelen her bebek bize gelecek vaat ediyor. Diyor ki, yetişeyim, bilinçleneyim, bu düzeni şekillendireceğim. Her tohum çatlıyor, bitki örtüsü olarak dünyaya geliyor, yaşam alanında bize moral veriyor. Akşam olup havanın kararmasını dünyanın sonu olarak düşünmemeliyiz. Sınırlı da olsa beynimizin bir köşesinde bu güzelliklerin yer bulmasını sağlamalıyız… Bu arada, söylemek istemedim, şarjım bitiyor. Yalnız bize borçlusunuz. Toroslar’a varırsanız burada bir çadırınız değil, bir yurdunuz var. Bu yurdun da kapısı yok ve tüm insanlığa açık."

SÖYLEŞİNİN TAMAMI