Zor günlerden geçiyoruz. Bu, Gazete duvaR’da yayımlanan 169. yazım. Sayıya, sadece pazar günleri yayımlanan yazılar dahil; arada yazılmış kimi başka yazıları da sayarsak, 200’ü buluyor. Böylesi bir muhasebeye girme sebebim, kurduğum ilk cümle. Dikkatli okur farkındadır ya da dönüp bakarsanız görürsünüz, yazılarımın büyük bölümü böylesi umutsuz bir cümleyle açılıyor. Sonrası umutlu devam ediyor belki ama açık söyleyeyim, içinde bulunduğumuz günler, pek de güzel günler değil. Bunu benim söylememe de gerek yok elbette. Yaşananlar ortada.
Üç yılı aşkın bir süredir ya da başka bir deyişle Gazete duvaR yayına başladığından beri pazar günleri müzik yazmaya çalışıyorum. Kimi zaman bunu aksatıyorum, yazmadığım haftalar oluyor ama elimden geldiğince her hafta bu satırlar aracılığıyla sizlerle buluşmaya çalışıyorum. Ekseriyetle her şeyi müziğe bağlama konusunda başarılıyım ama zaman zaman gündeme kapılıp başka şeylerden de söz ediyorum. Bugün de öyle yapacağım ama müzik mevzuundan uzaklaşmadan…
Perşembeyi cumaya bağlayan gece yaşananları biliyorsunuz. Suriye’de (son açıklamalara göre) 36 asker hayatını kaybetti. 36 eve ateş düştü, yürekler dağlandı. Haberi, aralarında müzisyenlerin de olduğu bir dost meclisinde aldım. Güzel bir sohbetin son demlerinde, çok zamandır beklediğim Ekin Beril albümü “Dualite”nin yayımlanmasını beklerken… Albüm yayımlandı, o heyecanla Twitter’da paylaşırken bir şeylerin ters gittiğini fark ettim. Akış durmuş, ortalık gereğinden fazla sakin… O ara, yanımdaki arkadaşlarımdan biri, “Twitter’a girebilen var mı?” sorusunu sordu. VPN üzerinden bağlanmayı denedik ve haberler, kabus gibi ortama düştü. Sonrasında ne tat kaldı, ne sohbet. Başta 9 olarak açıklanan şehit sayısı, ilerleyen dakikalarda önce 22’ye çıktı, sabah ise 33’e. Reuters başta 34 olarak açıklamıştı –ki Twitter’ın yavaşlatılma sebebi buydu: Haber alma hakkını engellemek. Her zaman böyle oluyor: Twitter ve diğer sosyal medya platformlarında bir yavaşlama olduğunda, ardından hep kötü haber geliyor.
Bu yavaşlatma/engelleme bahsi üzerine (kimi öfkeli) çok cümle kurabilirim ama müzikten uzaklaşmayayım, işin bir başka boyutuna değineyim… Cuma akşam, Yapı Kredi Kültür Sanat bünyesinde hazırladığımız bir programımız vardı: Ferhat Livaneli yönetimindeki orkestra ile “Merhaba” başlığıyla Yaşar Kemal’i anacak, onun şiirlerinden bestelenen ya da eserlerinde geçen şarkıları, türküleri dinleyecektik. Ben de Yaşar Kemal’in eserlerinden ve hayatından yol çıkarak onda etkili olmuş ozanlardan bahis açacak, müziğe katkılarını anlatacak, eserlerindeki müzik kullanımından söz eden bir konuşma yapacaktım. Olmadı. Ertelendi. Ülkedeki pek çok müzik aktivitesi gibi, belirsiz bir zamana… Şunu söylememe gerek yok sanırım: Bir anma gecesinde, üstelik kaybı hâlâ taze bir büyük yazarı anarken eğlenmemiz pek mümkün değil. Hazırladığımız program, ona yaraşır bir anma programıydı ve bunu paylaşacağımız için heyecanlıydık. Yazık ki yapamadık. Elbet bir gün dinleyicisiyle, izleyicisiyle buluşacak bu program ama neden şimdi değil?
Kötü bir şey olduğunda susturulan müzik oluyor. Televizyonlar yayınına devam ediyor, diziler, yarışmalar ve “show” programları ara vermeden izleyicisiyle buluşuyor, maçlar oynanıyor, sinemaların kapısı açık, her alanda herkes işini yapmaya devam ediyor ama müzisyenlerden durmaları bekleniyor. Bunun sebebi, müziği bir eğlence aracı olarak görüyor oluşumuz. Oysa müzik sadece eğlendirmiyor. Her şeyden önce insanları yan yana getiriyor, “bir” kılıyor. Yanınızda tanımadığınız insanlarla söylediğiniz bir şarkı, sizi yalnızlıktan kurtarıyor. Hep söylerler ya: Birlik olma zamanı… Bunu, müzik dışında bir şeyle yapmak çok da mümkün değil esasen.
Şehit haberleri gündeme bomba gibi düşerken yeni albüm haberini paylaşan müzisyenlerden biri, çok sevdiğim Kamufle, kimi hayranları tarafından topa tutuldu. “19T”, Ekin Beril’in albümü gibi çok zamandır heyecanla beklediğim “iş”lerden. Nitekim ilk bölümünü üç gündür aralıksız dinliyorum. Bana iyi geliyor. Tıpkı “Dualite” gibi. Üstelik iki albümde de gündeme dair kırıntılar var ama elbette bunlarla ilgilenen yok. Müzik dinlediğinizi söylediğinizde bile bir anda insanlar alevleniyor, saldırmaya başlıyor. Bir sürü insan, hayatında hiç müzik yokmuş gibi davranıyor. Kamufle, albüm haberini paylaştığı için geri adım attı, hayranlarından özür diledi. Samimiyetine dair en ufak bir şüphem yok; tanıdığım, içini bildiğimi düşündüğüm isimlerden. İçi de dışı gibi aslında: Amiyane tabiriyle, harbi. Heyecanla albüm haberini paylaşmış, sonra da konsere çıkmış. Gündemden sonra haberdar olmuş ama o arada olan olmuş elbette… Ben de Ekin Beril albümünü paylaştım, hemen sonrasında olanlardan haberdar oldum ve “Bu ülkede mutlu olmak, azıcık sevinmek bile mümkün değil” cümlesini kurarak gündeme dair bir çift kelam ettim. Durum sahiden böyle: Azıcık sevinmeye kalktığımızda yeni bir kötü haberle tökezliyoruz. Sonrasında olan bize oluyor: “Vay, sen misin sevinen…” diyen bir güruh, insanın üzerine çullanıyor. Bir müzisyenin, aylarca üzerinde çalıştığı albümünü tanıtması kadar doğal bir şey olamaz. Kaldı ki bunu, haberlerden önce yapmışsa, üzerine gitmek niye? Başta söyledim, zor günlerden geçiyoruz ama bunu daimi bir yas törenine dönüştürmenin ne anlamı var?
Burada şunu söylemek durumundayım: Onca insan ölmüşken insanların eğlenmesini bekleyemezsiniz. En azından böyle bir durumda gülene, eğlenene insan sıfatını yakıştırmazsınız. Ben böyle yaparım. 36 eve ateş düşmüşken eğlenemem. Müzik dinlerim ama. Öfkemi yatıştıracak ya da duruma göre bileyleyecek, acımı dindirecek ya da bir nebze olsun unutturacak şarkılar var. Elim onlara gider. Kimi, benim gibi işin kolayına kaçmaz, yanındakine uzanmaz ve o gece gideceği Ezginin Günlüğü konserinde iyi olmayı umar ya da yıllardır beklediği Aynur’u dinlemek ona iyi gelir. Oysa konserler iptal edildiğinde ya da ertelendiğinde, acısı müzisyenlerden ve dinleyicilerden çıkar. Müzik insana iyi gelir. Savaşlarda cephedeki mehteranın çaldığı müzikle coşan bir ırkın ahfadıyız. Elbette savaş olmasın ama ona bile müzikle giderken şimdi müzikten bu kadar korkmak niye? Evinde müzik dinlemeyenin yazdıklarımı anlamasını bekleyemem. Yazık ki, iktidardakilerin müzik dinlemediğini düşünüyorum. Öyle olsa, böylesi durumlarda ilk yüklendikleri müzik olmaz.
Sadece müzik değil, tiyatro oyunları da erteleniyor böylesi günlerde ya da iptal ediliyor. Canlı olarak icra edilen her “iş”, iktidarı korkutuyor. Hele ki böylesi günlerde. Korkmasınlar oysa… Doğrudur, müzik ve tiyatro, etkili iki araç. Ama yaslı günlerde onları kışkırtmak için kullanmak kimsenin aklına gelmez. Yüreklerin kanadığı bir ortamda gülmek mümkün değil. Böylesi ortamlarda gülebilenler, müziğin sadece eğlence amaçlı olmadığını anlamayanlar –ki hepimiz, kim olduklarını biliyoruz.
Çok sevdiğim müzisyenlerden, takdir ettiğim isimlerden biri olan Ozbi, Twitter hesabında paylaştıklarıyla müziğin susturulması meselesine isyan etti. Haklıydı. Üstelik isyanında tek değil. Başka müzisyenler de ona katıldı. Ezginin Günlüğü, müziğin susturulduğu gün konser vermeyi tercih etti ve Antalya’da dinleyicilerinin karşısına çıktı. Konserde kimse göbek atmadı ama gelenler oradan iyi ayrıldı. Kaldı ki bu gözler, bombalı saldırıların ertesi gününde düğünlerini iptal etmeyenleri, şarkılı türkülü köprü açılışı yapanları da gördü. Bugün “müzik sussun” diyen de onlar. Acı kendilerinin olmadığı zaman, “karşıdan” birileri ölmüşse hayatlarına devam edenler, kutsadıkları “şehit” bahsinde aslan kesiliyor. Bilmiyorlar ki onlardan olmayanlar buna da üzülüyor. Ortada bir kirli savaş var ve orada ölenler, hepimizin canı. Gencecik insanların ölümünü sevinerek karşılayacak tek bir insan gösteremezsiniz bana. Seviniyorsa insan değildir. Bu kadar basit. Ölen her kim olursa olsun, üzer. Böylesi toplu ölümler üzmekle kalmaz, insanın yüreğine kaya gibi oturur. Ama bu, insanın işini yapmasına engel olmamalı. Müzisyen müziğini yaparak para kazanmalı, tiyatrocu ise oyununu oynayarak. Diğer iş dalları tatil olmuyorsa, bunlar hiç olmamalı.
Az önce, Ozbi’nin Twitter hesabında paylaştıklarından söz ettim. Yazının sonuna, onun (altına imzamı atacağım) cümleleriyle ereyim: “Sanatçı olduğumuz için duyarlı olup konser iptal etmemiz bekleniyor. Evet, duyarlıyız, ederiz ama faşist bir rejim için ölen gencecik insanların aileleri için duyarlıyız, kendini kurnaz sanan bir diktatörün gençlerimizi emperyalizme öldürttüğü bir dünyada yaşama utancına duyarlıyız! Yaşama hakkını IŞİD’e yakın bir ideoloji uğruna kaybeden halkımız için duyarlıyız. Lüks yaşamları, pahalı çantaları uğruna her şeyi yapan güç bağımlısı insanların tam karşısında olmak için duyarlıyız! Duyarlıyız, evet. Bu faşizmden bu ülkeyi kurtarmak için duyarlıyız!”
Ozbi’nin “savaşa hayır” notuyla paylaştığı bu cümlelere katılmamak elde değil. Baştaki cümleyi umuda dönüştürenlerden biri, bu çıkış. Üstelik Ozbi yalnız değil: Yanına (kimini yakından tanıdığım, yan yana olmaktan onur duyduğum) başka müzisyenlerin bunları tamamlayan cümlelerini ekleyebilirim ama tek örnekte kalayım. Duyarlı müzisyenler olduğu sürece müzik susturulsa da umut devam edecek. Varsın şarkılar yasaklansın, varsın müzisyenler hapse atılsın ya da ülke dışında yaşamak durumunda bırakılsın… Bugün susturulan şarkılar gün gelecek çağıl çağıl çağlayacak, dilden dile yayılarak yeniden canlanacak. O gün, şarkı söylemeyenleri uğurladığımız gün olarak tarihe geçecek. Ben buraya yazayım, günü geldiğinde yeniden bunu hatırlatırım.
Müziğin susmadığı, haber alma hakkının engellenmediği, savaşların olmadığı, insanların barış içinde bir arada yaşadığı bir dünyanın özlemini kuruyoruz. Çok şey istemiyoruz aslında…
Bir şey daha: Bugün benim doğum günüm. Hayranı olduğum Ekin Beril ve arkadaşlığıyla gurur duyduğum Kamufle, bana bilmeden iki şahane hediye verdi. Ama bunların sevincini katlayacak asıl hediye, yukarıdaki temennilerimin gerçekleşmesi. Uzak değil, yakındır. Bugüne kadar olmadı ama bu, bundan sonra olmayacağı anlamına gelmiyor. Yeni yaşıma mutlu, umutlu giriyorsam, biraz da bu sayede.