Son bambuydu eklediğimiz. Sarmaşıkla bağladık yine. -Birbirinin
üstünden geçiriyorsun önce, sonra dolamaya başlıyorsun birbirine,
sarmal deniyor, ya ne güzel bir kelime, sarılarak gidiyor her şey
ve kimse seni koparamıyor artık- Zaten bambunun ucu bir diğerinin
karnına girdiğinden hiç kıpırdamıyordu. Bir de sarmaşıkla
bağlayınca yıkılmaz oluyordu, dedim ya sarmal, kopmaz hiç. Keskin
bir macheta ile oyuyorduk nereye denk geliyorsa duvarda bağlantı
yeri. Oyarken taze bambu kokuyordu etraf. Taze ceviz içi kokusu
gibiydi, bilirsiniz belki yeşil bir koku, eğer rengi varsa
kokuların.
-Devlet dairesi kokusu vardır bir de. Gri. İçeri girince üstüne
bulaşır. Müdür bakışı kokar, sabıka kaydı ve sicil numarası. Vergi
borcu, kravat bağı, fare ilacı, mesai saatlerine tıkıştırılmış
hayat, boş çay bardağı tabağında erimiş kesme şeker ve hepsi gri
kokar yani-
‘Az memur çok memur yoktur. Memur memurdur.’ diyordu Kafka…
Kalındı bambular. Bazen iki kolumuzla sarılsak kavuşmuyordu
birbirine. Sarılmamak gerekiyordu ama. Küçük, çok küçük dikenleri
oluyordu üstünde. Binlerce giriyordu ellerimize ne kadar dikkat de
etsek. Yağmur ormanlarında en çok neden çektin diye sorsan bunu
sayabilirdim, bambu dikenleri ve karıncalar. Jaguarlar ve piton
yılanları filan pek sorun olmuyorlardı. Brezilya’da aynı küçük
gölcüğü paylaşıyorduk bir piton yılanıyla mesela. O olduğunda biz
girmiyorduk, biz olduğumuzda o gelmiyordu. Bize dokunmayan piton
bin yaşasındı. Karıncalar ise öyle değillerdi. Kalın et parçaları
koparıyorlardı ayaklarımızdan. Neden olduğunu bilmiyordum. Bazen
yeşil bazen kırmızı yaprak parçaları taşıyorlardı. Aynı karıncalar
mı onu da bilmiyorduk. Bizi neden ısırdıklarını da. Herhalde bir
şey yapıyoruzdur. Mutlaka öyledir. Yoksa neden ısırsın? İnsan mı
bunlar nedensiz kötülükler yapsınlar?
Son bambuydu bu duvar için. Hava kararmıştı. Daha çabuk gece
oluyordu Yağmur Ormanları'nda. Ekvator Ormanları'ydı ama sık
ağaçlardan işte. Güneş dışarıda kalıyordu biraz tepemizde ağaçlar
olmasa da. Macheta ile Hindistan cevizini kırdı bana uzattı. Beyaz
kokuyordu Hindistan cevizinin eti ve biraz da yeşil vardı. Bambudan
kalmış olmalıydı bu, son karnı delinmiş bambunun macheta üzerindeki
parçacıklarından ama daha çok beyazdı tadı Hindistan cevizinin.
Dedim ya beyazdı onun da kokusu.
Sonra uyku tulumlarımızı çekip uzandık, kendi yaptığımız
kulübenin içine. Sıkı ve sağlam bağlanmıştı bambular. Köşeleri tam
oturmuştu. Küçük bir aralık bile yoktu. Birbirlerine
tutunuyorlardı, sarmal…
‘Umarım yağmur yağmaz’ dedi Rose Mary, yanımda uzanmış. ‘Olsun
güzel’ dedim. Yıldızlar parlıyordu tepemizde.
Yarın çatı yapmalıydı eve…