Hep beraber New York’taki davayı izliyoruz. Öğrenmediğimiz bir ABD hukuk sistemi kalmıştı, şimdi onu öğreniyoruz. Ne konuşulursa konuşulsun Rıza Sarraf’ın söyledikleri meselenin sadece konuşulan yüzü. Mahkemeye yansıyan kısmında kara para aklama, rüşvet var. Diğer yüzünde ise aslında tam da enerji politikaları var.
Her şey İran’ın nükleer programına karşı ABD’nin adımları ile başladı. 2010 yılında önce ABD ambargo uygulamaya başladı. Ardından BM’den karar çıkmasını sağladı. Mart 2012’de ise İran uluslararası döviz sisteminden çıkartıldı. Getirilen kurallar ile İran’ın BOTAŞ’a verdiği doğalgaz ve TÜPRAŞ’a verdiği petrolün karşılığı artık eskisi gibi transfer edilemiyordu. Böyle olunca konu bizim açımızdan petrole, doğalgaza hatta doğalgazdan elde edilen elektriğe verdiğimiz paranın karşıya ödenmesi. Bu durumda konuşulan rüşvet bizden çıkmış oluyor.
Asıl önemlisi, bu ülkede halk petrolü ödediği gibi doğalgazı da ödesin diye siyaset çok çalıştı. Daha çok doğalgaz kullanalım diye ülkeyi doğalgaza bağımlı hale getirdiler. İşinin kara para transferi olduğu iddia edilen Sarraf bu kadar petrol ve doğalgaza bağımlı hale gelen ülkede İran ambargosunda kendine yer buldu.
İşte bu enerji politikasının kökleri 1990’lara dayanır. 90’larda “hava kirliliğini azaltmak” ve “enerjide kaynak çeşitliliğini arttırmak” söylemi ile doğalgaz anlaşmaları yapıldı. Bu söylem 2000’li yıllarda daha fazla fosil yakıt, daha fazla vergi politikasına dönüştü.
O günlerden bugüne bizlere anlatılan “hava kirliliğini azaltma” söylemi bugün koca bir yalan. Çünkü havamız 90’lardan daha kirli. Kaynak çeşitliliği ise diğer bir yalan.
İlk doğalgaz anlaşması Rusya ile yapıldı. Yıllık 6 milyar metreküp alım sözleşmesi ile teslimat 1987’de başladı. Daha o kadar gaz kullanılamadan Cezayir ile yıllık 4,4 milyar m3 sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) anlaşması yapıldı. 1994 yılında sadece 5,4 milyar m3 ithal edilirken 10,4 milyar m3’lük doğalgaz alımı sözleşmesi yapılmış oldu.
Sonrasında Rusya ile 1998’den itibaren teslim edilmek üzere 8 milyar m3 gaz anlaşması ve Nijerya ile 1999 yılından itibaren teslim edilmek üzere 1,3 milyar m3 LNG anlaşması yapıldı.1999 yılında ise 12,4 milyar m3 ithal edilirken alım sözleşmelerinin kapasitesi 19,7 milyar m3’e çıkartıldı.
Alım anlaşması kadar gaz tüketemiyorduk. 1999 yılında tüketilen gazın sadece 5’te biri konutlarda, beşte biri sanayide kullanıldı. Kalanı ise elektrik üretiminde kullanılıyordu. 1999 yılında 7 bin MW doğalgazlı termik santralimiz oldu.
Kimse buna itiraz etmiyordu. Çünkü belediye başkanları halktan toplanan gaz parasını gecelik yüksek faizlerde işletip BOTAŞ’a geç ödeme yaparak ciddi para kazanıyorlardı. Hatta bundan vazgeçemeyen Ankara Belediye Başkanı bunu yıllarca sürdürdü ve BOTAŞ batma noktasına bile geldi. Zamanın başbakanı o borçları ödemesini istedi ve sonucunda Başkent Doğalgaz satılarak borcunun bir kısmı kapandı. O günlere dair haberleri hepimiz hatırlarız.
Ve 2001 yılında sahneye İran çıktı. Yıllık 9,5 milyar m3 alım sözleşmesinin teslimatı 2001 yılında başladı. 2001 yılında ise 16,4 milyar m3 gaz ithal edilirken alım sözleşmelerinin kapasitesi şimdi 29,2 milyar m3’e çıkmıştı.
2010 yılına geldiğimizde Mavi Akım ve Azerbaycan anlaşmaları da eklendi. 2010 yılına gelindiğinde ise ortada 38 milyar m3’e çıkartılmış yıllık tüketim vardı. Alım sözleşmelerindeki toplam kapasite artık 51,8 milyar m3 olmuştu.
Artık bağımlı olmuştuk. Alım sözleşmesi yapıyor, o sözleşmeye ulaşmak için her türlü tüketimin önü açılıyordu. Tüketim daha alım sözleşmesine yaklaşmadan yeni sözleşmeler yapılıyordu.
Artık “hava kirliliğini önlemek için doğalgaz bahanesi” geçmişte kalmıştı. Devlet, sistemi özelleştirmiş, güneş ile övünen Çukurova’da bile doğalgazı kullandırmayı başarmıştı. Sadece geçen ocak ayında Adana’da binalarda doğalgaz tüketimi sanayi tüketimi kadar gerçekleşti. Devlet Adana’ya verimliliği değil doğalgazı getirmişti çünkü.
Doğrudan doğalgazı satıyor, satamadığını ise elektrik üretiminde kullanarak satıyordu.
2016’da 46,4 milyar m3 doğalgaz, 25 milyon ton petrol ithal ettik. Bu kadar doğalgaz ve petrol için ithal ettiğimiz ülkelere 44 milyar dolar ödendi. O para bizden çıktı. Petrol ve doğalgazdan devlet 56,3 milyar TL ÖTV topladı. O para da bizden çıktı.
İran, Türkiye’nin en çok petrol ve doğalgaz ithal ettiği ikinci ülke. İran’dan aldığımız petrol ve doğalgazın parasını, ÖTV’sini biz ödedik. Bu durumda iddia edilen rüşvet de bizden çıkmış oluyor.
Yani Sarraf meselesi bir halk meselesi. Halkın enerjiye bağımlı hale getirilmesi, bu bağımlılığının oluşturulması için “enerjiye ihtiyacımız var” söyleminin halka yutturulması meselesi. Daha çok ithalat anlaşması yapıp halktan daha çok para toplama meselesi.
Sarraf meselesi bizim meselemiz. İddialara göre bizim paramızı Halkbank’a yatırmışlar, Sarraf İran’a taşımış, işini görmek için bizim o toplanan paradan rüşvet dağıtılmış.
ABD kendi açısından bu davaya bakıyor. Ama dava konusu, verildiği iddia edilen o rüşveti de, devlete ödenen ÖTV’yi de, ithalatı da biz ödedik.
Sarraf Davası bir enerji meselesi, o faturayı ve vergiyi de biz ödediğimize göre asıl halkın meselesi.