Sarsılan zeminden sarsılan zihne: Deprem bize ne yapıyor?

Travmatik yaşantılara organizmamızın verdiği yanıt evrimsel tarihimizde gizlidir. Diğer memelilerle ortak olarak, tehlike içeren durumlarla karşılaştığımızda içgüdüsel olarak beynimizin en ilkel tarafı olan “hayatta kalma modu” aktive olur. Bu modda organizmamız tehlike karşısında yapabileceği üç şeyden birini seçer: Kaçmak, savaşmak veya donmak.

Abone ol

Özge Yüksel*

İzmir depreminin üzerinden daha birkaç hafta geçmesine rağmen, şehirden depremin izleri hızlıca silinmeye başladı. Trafik her zamanki gibi akmaya, insanlar işe, alışverişe, gezmeye gitmeye devam ediyorlar. Bir zamanlar kocaman bir apartmanın durduğu yerde, şimdi kocaman bir boşluk var. Sanki öncesinde orada hiçbir şey yokmuş gibi duran bir boşluk. Depremi yaşayanlar için ise devam etmek ve yaşananları silmek, bir enkazı kaldırmak kadar kolay değil. Çünkü depremi yaşayanlar için alt üst olan ve kaybedilen, yakınlarından, evlerinden, eşyalarından fazlası. Bütün bu kayıplarla beraber, hayatın anlamına dair inançları, dünyanın güvenilir ve kontrol edilebilir olduğuna dair algıları, başkalarına güvenme, bağ kurma ve umut etme kapasiteleri de alt üst olanlar arasında.

Travmatik olaylar bize tam da bunu yaparlar. Yunanca bir kelime olan travma, aslen “fiziksel yara” anlamına gelse de, biz bugün bu terimi, hem fiziksel bütünlüğümüze bir tehdit oluşturarak bizi ölümle yüz yüze getiren olaylar (deprem, çatışma, kaza, patlama gibi), hem de psikolojik varlığımızı tehdit eden deneyimler (başarısızlık, aşağılanma, dışlanma, ayrımcılık, ihmal, terkedilme, istismar gibi) için kullanıyoruz. Psikolojik tehditlerin etkisi, bu eylemlere maruz kalmanın sürekliliği oranında içimize işlerken, bizi veya sevdiklerimizi ölümle yüz yüze getiren türde dehşet verici olayların bir kere yaşanması, travmatik stres adını verdiğimiz deneyimi yaşamak için genelde yeterli olur. Bu tür olaylar, aynı depremin kendisi gibi, hayatın tam ortasına düşerek, geçmişteki deneyimlerimiz ve gelecekteki hedeflerimiz arasındaki bağlantıyı koparırlar. Böylece yaşamın sürekliliğini ihlal eder, eski ve yeni hayat arasında bir milat oluştururlar.

DEPREMDEN SONRA BİZE NE OLUR?

Depremden sadece evleri hasar alanlar ve yıkılanlar etkilenmez. Olanlara tanık olanlar, televizyondan izleyenler, kıl payı kurtulanlar ve bu kişilerin yakınları da depremin travmatik etkilerini deneyimlerler. Bunun yanı sıra depremden etkilenenlere destek olan mesleki ekipler, kendisini depremi yaşayanlarla özdeşleştirenler ve toplumun geneli de bu etki çemberinin içerisindedir.

Her felaket sonrasında, İzmir depremi sonrasında da gözlemlediğimiz üzere, depremi takip eden ilk günlerde bireysel ve toplumsal bir çöküş ve şok dönemi yaşanır. Hepimizin öncelikle başımıza gelenin ne olduğunu anlayabilmesi için bu süreye ihtiyacı vardır. Ardından, hemen sonra, olayla baş edebilmek için bireysel ve toplumsal bir kahramanlık dönemi başlar. “Balayı Dönemi” olarak adlandırdığımız bu dönemde tüm toplum, yardımlaşma ve dayanışmaya dair yoğun bir refleks gösterir. Tipik olarak, afet bölgesinde çalışanlar, gönüllüler, destek ekipleri bu dönemde yorulmak bilmeden çalışırlar ve sınırlarını zorlarlar. İlk bir-iki haftanın sonunda ise bu yükselen ivme yavaşça azalmaya başlar. Toplumsal hareketlilik yavaşlar ve afet çalışanları tükenmeye başlarken, depremi yaşayanlar için de bir farkındalık dönemine girilir. Bu dönemde kişiler yavaşça kaybettiklerinin ve başlarına gelenin farkına varmaya başlarlar. Özellikle kayıpları olan kişiler için yas süreci derinleşir. Üç temel duygu ise oldukça tanıdıklaşır: Kaybedilenler için duyulan yoğun bir üzüntü, sorumlulara yöneltilen keskin bir öfke ve yeniden yaşanabileceklere dair korku.

TRAVMANIN EVRENSEL ÖYKÜSÜ

Travmatik yaşantılara organizmamızın verdiği yanıt evrimsel tarihimizde gizlidir. Diğer memelilerle ortak olarak, tehlike içeren durumlarla karşılaştığımızda içgüdüsel olarak beynimizin en ilkel tarafı olan “hayatta kalma modu” aktive olur. Bu modda organizmamız tehlike karşısında yapabileceği üç şeyden birini seçer: Kaçmak, savaşmak veya donmak. Deprem anında birçok kişinin daha önceden tasarladığı deprem planlarını yapamadığını, ne yapacağını bilemeden öylece kaldığını sık duymamız, bu donma reaksiyonun bir sonucudur. Akılcı düşünceler üretmek, analizler yapmak evrimsel sıra bakımından en son gelişen, insana ait neokorteksin bir işlevidir ve tehdit anında neokorteks devrede değildir. Travmatik olay geçtikten günler hatta aylar sonra bile “akılcı” düşünmek depremi yakından yaşayanlar için çoğu zaman mümkün olmayabilir. Çünkü geçip giden olay, beynimizin her gün işleyip, dosyalayıp, rafa kaldırdığı bilgiden çok daha yoğun bir duygusal yük barındırır. Bu aşırı yük nedeniyle beynimizdeki bilgi işleme zincirinde aksaklıklar meydana gelir ve yaşanan olay bir süre, zihinsel olarak işlenemeden kalır. Bu işlenemeyen ve gerektiği gibi dosyalanamayan bilgi nedeniyle, olayı hatırlatan herhangi bir uyarıcıyla karşılaştığımızda olayın olduğu ana geri döner, aynı o andaki gibi korkar ve dehşete kapılabiliriz. Tüm bu yaşananlar organizmamızın yaşanan anormal bir duruma verdiği, normal tepkilerdir. Bu mekanizma nedeniyle depremden sonra kolayca irkilme ve diken üstünde olma, depremle ilgili görüntülerin sıkça zihne gelmesi, yeniden aynı anı yaşıyor gibi olma, depremi hatırlatan yerlerden kaçma ve uzak durma, yaşananların bir kısmını hatırlayamama, dalgınlık, uykusuzluk, kabuslar görme, olayı hatırladıkça ağlama gibi deneyimlerin yaşanması oldukça doğal ve evrenseldir. Bu belirtilerin seyri ve çeşitliliği değişmekle birlikte depremi takip eden ilk 1 ay içerisinde çoğunlukla azalır veya ortadan kalkarlar. Bu deneyimlerin 1 aydan daha fazla sürmesi ve kişinin günlük hayatının işleyişini bozması durumunda ise, Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) adı verilen bir klinik tablodan bahsetmeye başlarız.

TRAVMANIN KİŞİSEL ÖYKÜSÜ

Her olumsuz yaşam olayı travmatik olay olmadığı gibi, her travmatik olay da herkes için travmatize edici olmak zorunda değildir. Gözlemlediğimiz kadarıyla, travmatik olaylardan sonra toplulukların yüzde 10-15 gibi bir bölümü kendisini daha hızlı toparlar ve lider rolünü alarak diğerlerine yardımcı olmaya başlayabilirler. Diğer yandan yine yüzde 10-15'lik bir bölümü ise olaydan en üst düzeyde etkilenip ve TSSB geliştirmeye yatkın bir risk grubu haline gelebilirler. Geriye kalan yüzde 70 civarındaki büyük çoğunluk ise olaydan sonra ilk şoku ve ilk dönem tepkilerini deneyimler ve çevrelerinden aldıkları destek yardımıyla zamanla olaydan önceki psikolojik dengelerine geri dönerler.

Bu bakımdan travma, bir yanıyla oldukça kişiseldir. Öyle ki bazen, deprem sonrası enkazdan çıkan bir kişinin yaşadığı zorluklar, depremi evinde hissetmiş ve kayıp yaşamamış birinden daha az olabilir. Bu noktada, kişinin travmatize olup olmayacağını belirleyen en temel denklem, yaşanan olayın stres yükünün, kişinin sahip olduğu koruyucu faktörlere ve kaynaklarına oranıdır. Bizi travmatik strese karşı koruyan kaynaklarımızın arasında sosyal destek ağları, ailenin ve içinde bulunulan topluluğun sunduğu iyileştirici ilişkiler, geleceğe dair yaşam olanaklarının varlığı, ideolojik/dini/manevi anlayış ve bireysel baş etme becerileri vardır. Yoksulluk, göçmenlik, ağır hastalıklar, deprem öncesindeki travmatik yaşantıların ve psikolojik zorlukların varlığı ise yaşanan olumsuz olayın daha zor deneyimlenmesine neden olur. Var olan kaynakların güçlülüğü oranında kişiler travmanın etkilerinden o düzeyde korunurken, mevcut risk faktörlerinin varlığı oranında kişi için yaşantı zorlaşır.

TÜRK PSİKOLOGLAR DERNEĞİ (TPD) NELER YAPIYOR?

Yüzyıllardır sürgünden katliamlara, depremlerden patlamalara her türlü acının coğrafyasında yaşayan ve yetişen psikologlar olarak travmayı iyi tanıyoruz. Öyle ki, travmanın psikolojisi zamanla Türkiyeli psikologların ve Türk Psikologlar Derneği’nin en donanımlı olduğu alanlardan biri haline geldi. Bu donanımla, depremin hemen ardından, TPD İzmir Şubesi Afet, Kriz ve Travma birimi hızlı bir şekilde öncelikle çadır alanlarında deprem sonrası psikososyal destek ve psikolojik ilk yardım çalışmalarına başladı. Ayrıca depremzedelerle doğrudan çalışan ve travmatik stres yaşama riski bulunan farklı meslek grupları ve gönüllülere destek olmak amacıyla bir dizi toplantı ve eğitim gerçekleştirildi. Ayrıca şehrin iki farklı noktasında, bu süreçte çocuklara ve ailelerine gönüllü olarak psikolojik destek hizmeti sunan sabit konteynır ofisler kurulmuş durumda.

Deneyimlerimizden biliyoruz ki, erken dönemdeki bilgilendirmeler ve psikososyal destek çalışmaları ne kadar iyi olursa, kişilerin gelecekte Travma Sonrası Stres Bozukluğu yaşama ihtimalleri o oranda azalmakta. Bu nedenle depremi takip eden ilk haftalarda, psikologlar olarak, depremi yaşayan kişilere eşlik ederek onları güçlendirmek üzere çalışıyoruz. Çünkü bizler için, travmatik olaylardan sonra karşılaştığımız kişiler olayın “mağduru” veya “kurbanı” değil, bu korkunç olaydan sonra hayatta ve ayakta kalmış, içlerinde müthiş bir adaptasyon, esneklik ve iyileşme kuvveti barındıran varlıklardır. Bu bakış açısıyla, psikologlar olarak bize düşen, kişilerin içlerinde barındırdığı bu iyileştirici mekanizmaların harekete geçmesini sağlamak veya hızlandırmaktır. İyileşme ise izolasyonla değil, ancak bağ içeren ilişkiler içerisinde ortaya çıkar. “İnsanın acısını insan alır” gerçeğinin farkında olarak, bireysel olarak psikolojik destek hizmeti almak isteyen kişiler için de TPD İzmir Şubesi tarafından bir çağrı hattı da oluşturulmuş durumda. Bu hattı arayan kişiler online veya yüz yüze olarak, TPD’ye bağlı, travma alanında uzman psikologlarla, gizliliğin korunduğu, ücretsiz görüşmeler yapabiliyorlar.

TRAVMA DERSLERİ

İnsanlık tarihi sadece yıkımların, savaşların, zulmün ve felaketlerin değil, aynı zamanda devrimlerin, ve kuruluşların da öyküsüdür. Var olan dengeyi bozan her şey, dengeyi yeniden kuracak bir süreci de başlatır. Bu bakımdan, travmatik deneyimler, beraberlerinde ızdırapla birlikte, yeni ve daha farklı biri olmaya dair varoluşsal dersler de sunarlar. Bu dersleri alabilmenin tek yolu ise travmayı dönüştürebilmektir. Böylece insan kendi acısını işleyebilecek, işleyebildikçe söze dökecek, söze dökebildiği yerden hatırlayacak ve kendisinin ve toplumun yaralarını saracak adaleti arayabilecektir.

Türk Psikologlar Derneği Deprem Sonrası Psikososyal Destek hattını 0850 307 03 35 nolu telefondan arayarak, haftaiçi her gün ve cumartesi günü saat 10.00-18.00 arasında arayarak randevu alabilirsiniz.

*Klinik Psikolog, TPD İzmir Şube Yönetim Kurulu Üyesi