Şartla tahliye: Başka diyeceğim yok sayın yargıç
Katiller, ırz düşmanları, zimmetçiler, rüşvetçiler, vergi kaçakçıları ve benzerleri iyi halden serbest kalırken siyasi “suçluların” “iyi hal” göstermedikleri ve gösteremeyecekleri nasıl açıklanacaktır? Bu muhalifler biat etmezler, iflah olmazlar deniliyorsa, o zaman “başka diyeceğim yok sayın yargıç!”
Ali Güzel*
Şartla tahliye; şartla tahliye tarihi ile ceza süresinin tamamının bitim tarihi arasındaki deneme süresi içinde suç işlemesi veya herhangi bir şekilde şartla tahliye gereklerine uymaması durumunda geri kalan cezasının infaz kurumunda çektirilecek olması şartıyla, hapis cezasının belli bir kısmını infaz kurumunda “iyi halle” geçirmiş olan hükümlünün serbest bırakılmasıdır. Toplam ceza süresi bitince de infaz tamamlanmış olacaktır. (İyi halin neye göre, nasıl ve kim tarafından belirleneceği ve dahası iyi halden neyin kastedildiği, ayrı bir konudur.) Şartla tahliyenin hak mı, lütuf mu, belli bir infaz şekli mi olduğu konusunda teorik tartışmalara girmeyeceğim. Her halükârda, cezanın infazı aşamasındaki ferdileştirilmesidir; infaz kurumunda gözlenen ve ileride de devam edeceği izlenimi veren “iyi hal”in değerlendirilmesi ve teşvik edilmesidir. Mahkumun toplum hayatına tekrar katılma umudunu canlı tutarak onu iyiye ve doğruya yönlendirme enstrümanıdır. 765 sayılı eski TCK'nin şartla tahliyeyi düzenleyen 16. maddesinin 1926 yılında kabul edilen ilk şeklinde insan öldürme, yağma ve benzeri gibi çok az sayıdaki bir kısım adi suç türlerinden mahkum olanları şartla tahliyeden mahrum bırakılmış; 1936 tarihli 3038 sayılı kanunla değişik şeklinde ise o suç türlerine ilaveten devlete karşı suçlar ile 142., 163. maddelerdeki gibi siyasi suçları keza zimmet, rüşvet gibi suçları da içeren ve giderek artan bir grup suç türünün mahkumları şartla tahliyeden, diğer mahkumlara göre, daha az süre ile yararlandırılmışlardı. (Maddenin 1953, 1957, 1987 yıllarındaki değişiklikleri suç türleri ve yararlanma ve oranlarıyla ilgili değildi) Öte yandan 16. madde, şartla tahliye için mahkumun talebini gerekli kılıyordu.
16. maddeyi yürürlükten kaldıran 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun (RG: 16.7.1965) 19. ve sonradan eklenen Ek 2. maddeleriyle konuyu düzenliyordu. Buna göre, mahkumun talebi aranmaksızın şartla tahliye konusunda re’sen inceleme yapılıp karar verilmesi kuralı getiriliyor ve şartla tahliyeden yararlanmada suç türü açısından hiçbir ayrım yapılmıyordu.
12.4.1991 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe konulan 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu ise, şartla tahliyede suç türleri arasında ayrım yapıyordu; uçsuz bucaksız genişlikte ve belirsizlikte yorumlamaya müsait olan ve bu nedenle suçun kanuniliği ilkesine uygun olmayan “terör”, “terör suçu”, “terör suçlusu”, “terör amacıyla işlenen suç” gibi kavramları mevzuata sokarak terör suçu mahkumlarını, şartla tahliyede, adi suç mahkumlarına göre, daha az yararlandırıyordu. Aynı kanun düşünceyi ifade ve örgütlenme gibi bazı hak ve özgürlüklerin önünü açtığı görüntüsüyle; sosyal bir sınıfın tahakkümünü kurmak, bir sosyal sınıfı devirmek, ülkenin ekonomik, sosyal, siyasi ve hukuki düzenini değiştirmek amaçlarına yönelik dernek kurmak ve yönetmek ve propaganda yapmak eylemlerini cezalandıran eski TCK.'nin meşhur 141. ve 142. maddeleri ile devletin sosyal, siyasi, hukuki düzenini kısmen de olsa dini esas ve amaçlara uydurmak amacıyla dernek kurmak ve yönetmek ve propaganda yapmak eylemlerini cezalandıran 163. maddesini yürürlükten kaldırıyordu. Ama öte yandan, değişiklikleri ile Mussolini faşizminden esintiler taşıyan ve ülkemizde her daim sosyal, ekonomik müesses nizamı koruma amacıyla yorumlanıp uygulanmış olan 141. ve 142. maddelerde konu edilen eylemleri “terör” tanımı içine sokuyor ve böylece şartla tahliyede negatif ayrıma tabi tutuyordu.
4616 sayılı kanun da (RG: 22.12.2000) bir kısım affın yanında şartla tahliye kuralları içeriyor ve yine büyük kısmı adi suçlar olmak üzere bazı suç türlerini işleyenlere negatif ayrım yapıyordu.
Bilindiği üzere; 2005 yılında yürürlüğe giren (647 sayılı kanunu da yürürlükten kaldıran) 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun da bazı örgüt suçlarında şartla tahliyeden az yararlandırma, bazılarında ise hiç yararlandırmama kurallarını içermektedir.
Birçok konuda olduğu gibi ceza hukukunda da herhangi bir kanun yapılacak iken yeterli zaman içinde soğukkanlı ve çok yönlü bir toplumsal görüş alış verişi sonunda mümkün olan en geniş toplumsal mutabakatla, çağdaş hukuk ve çoğulcu demokrasi ilkeleri ışığında hangi eylemlerin suç sayılması ve suç sayılanlarının cezalarının ne ve ne kadar olması gerektiğinin, ölçülülük ilkesi çerçevesinde orantılı, akılcı, adil ve açık biçimde belirlenmesi; vicdanları rahatsız eden bazı haksız, adaletsiz, isabetsiz ve yararsız suç tanımlarını ve cezaları içeren kanun hükümlerine ve haksız, adaletsiz ve hatalı yorum ve uygulamalara meydan verilmemesi yönündeki görüş ve dileğimi bir kenarda muhafaza ediyorum.
Ancak tutuklulara erken tahliye, hükümlülere erken şartla tahliye getirecek bir kanunun bu günden yarına çıkarılacağı ve terör suçu şemsiyesi altında ya da başka nitelemelerle suçlama konusu yapılan ve aslında önemli bir kısmı düşünceyi ifade, haber verme, örgütlenme, siyasi faaliyet, meslek ve sanat icrası niteliğinde olan eylemlerin kapsam dışı bırakılacağı yönünde kamuoyundaki söylenti nedeniyle, şimdilik söylemek istediklerimi kısaca ifade etmek istiyorum. Eğri oturup doğru konuşalım. Ülkemizde çoğunluğun ve egemen gücün görüşlerinden farklı yönde yazı, söz, müzik, resim, herhangi bir şekilde görüntü, dernek, sendika, siyasi parti faaliyeti şeklinde ortaya konulan düşünce, eleştiri, meslek icrası, haber verme, hak talebi gibi faaliyetlerin tahammülle karşılanmasında hep sorunlar yaşanagelmiştir. Devletin yönetim siyasetinin en belirgin özelliklerinden biri genellikle, esenlik ve güvenlik içinde özgürlüklerin kullanılmasını sağlamak yerine, kolaya kaçıp yasaklamaya ve cezalandırmaya başvurmak olmuştur. Oysa farklılığın doğal kabul edilmesi ve farklılar da dahil toplumun tamamının yönetimce benimsenmesi, çoğulcu demokrasinin en önemli ölçütlerindendir. Bu durum karşısında başta kişi dokunulmazlığı, hürriyeti ve güvenliği, haberleşme özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, düşünce ve kanaat özgürlüğü, düşünceyi açıklama ve yayma ve basın özgürlüğü, toplantı ve örgütlenme hak ve özgürlüğü ve masuniyet karinesi olmak üzere tüm temel haklar konusunda tarih karşısında özgür irade ve vicdanla, adaletle ve faziletle hareket edilmesi, kanun koyucudan ve uygulayıcıdan beklentimdir. Geçmişte yüz yüze bakıldığı, gelecekte de bakılacağı unutulmamalıdır.
İnsanlık tarihi boyunca, kurulu düzenin yanlışlarına itiraz edip egemen güçleri eleştirdikleri için idam dahil bir çok gadre maruz kalan ama öte yandan uygarlığın gelişmesine bir tutam katkı sağlamış olan adalet fedailerinin isimleri yüzyıllar boyunca dilden dile dolaşmakta iken, onlara zulmedenlerin isim ve esamilerinin okunmamasının bir anlamı olmalıdır.
Katiller, ırz düşmanları, zimmetçiler, rüşvetçiler, vergi kaçakçıları ve benzerleri iyi halden serbest kalırken siyasi “suçluların” “iyi hal” göstermedikleri ve gösteremeyecekleri nasıl açıklanacaktır? Bu muhalifler biat etmezler, iflah olmazlar deniliyorsa, o zaman “başka diyeceğim yok sayın yargıç!”
Ama elin oğlu buna “düşman ceza hukuku” demektedir!
Min gayrı haddin,bir çift sözüm de ana muhalefete olacak: “Bizim için ne derler” korkusunun, ne deneceklere faydasının olmadığı anlaşılmıştır inşallah. Tıpkı yüzyıllardan süzülüp gelen yasama dokunulmazlığının aslında muhalefet için bir teminat olduğu, yoksa siyasi iktidarın yanındakiler için herhangi bir baskı ve risk bulunmadığı için böyle bir teminata ihtiyaçlarının olmadığı göz ardı edilerek “anayasaya aykırı ama oy vereceğiz”; yurt dışına asker göndermek için “yüreğimiz yanarak oy veriyoruz” demenin hiçbir derde derman olmadığı gibi!
*Anayasa Mahkemesi Emekli Üyesi