Saruhan Oluç: Binali Yıldırım görevleri karıştırdı
HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, İmamoğlu-Yıldırım tartışmasını değerlendirdi: Binali Yıldırım 'Fırat’ın doğusunu temizleyip Suriyelileri oraya göndereceğiz' dedi. Görevleri karıştırdı. Siz nereye adaysınız?
DUVAR - HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında İstanbul adaylarının katıldığı ve dün gece yapılan ortak yayını değerlendirdi. Ekrem İmamoğlu ve Binali Yıldırım'ın tartıştığı konular arasında yer alan Anadolu Ajansı’nın (AA) 31 Mart gecesi veri geçmemesine değinen Oluç, "Binali Yıldırım konuşurken şöyle dedi mülteciler meselesine ilişkin: 'Fırat’ın doğusunu temizleyip Suriyelileri oraya göndereceğiz'. Görevleri karıştırdı. Siz nereye adaysınız? İstanbul’a. Fırat’ın doğusunu kiminle temizleyeceksiniz? Belediye zabıtalarıyla mı? Nereye aday olduğunuzu unuttunuz. İstanbul halkına hizmet için aday oldunuz, Fırat’ın doğusunu temizlemekten bahsediyorsunuz" dedi.
Oluç'un açıklamalarından başlıklar şöyle:
AA VERİLERİ NEREDEN ALIYOR? İlk olarak değineceğim konu dün akşamki televizyon programı olacak. Sizleri de ilgilendiren bir konu olduğu için Anadolu Ajansı’nın (AA) durumundan başlamak isterim. Gerçekten içler acısı. Üstünde konuşuldukça itibar yitiren bir kurum haline gelmiştir AA. Malum, mesele seçim gecesi veri akışının durdurulmasıyla ilgiliydi. Bu mesele konuşulduktan sonra AA bir açıklama yaptı. AA, "seçim sonucu açıklayan değil veri aktaran bir medya kuruluşuyuz" dedi. Tartışılan bu değildi AA ile ilgili. Tartışılan; veri akışını saatlerce niye durdular? İkincisi, ama daha önemli olan konu ise AA bu verileri nereden alıyor? Bu tartışmalar esnasında YSK Başkanı Sadi Güven, "AA bizim müşterimiz değildir, bizden almıyor verileri" dedi. O zaman, AA’nın her sandıktan, her okuldan veri aktaracak muhabiri olmadığına göre, bu verileri bir yerden alıyor. CHP biz veriyoruz demedi, HDP biz veriyoruz demedi, MHP ve İYİ Parti de demedi. Geriye hiçbir şey söylememiş olan bir yer kaldı. O zaman AA bu verileri doğrudan doğruya AKP ilçe örgütlerinden alıyor demektir. AA’nın esas cevap vermesi gereken konu budur.
YILDIRIM BİR TEK BELGE SUNMADI: AA, sadece 31 Mart seçimlerinde değil bundan önceki 6 seçimde de aynı hukuksuzluğu, usulsüzlüğü uygulamıştır. Seçim geceleri toplumu manipüle eden, sonuçlar ile oynayan ve sandık başından insanların ayrılmasına ve dolayısıyla denetimin düşmesine neden olan veri açıklaması yapmıştır. Önceki 6 seçimde de aynı işi yapmıştır. AA bu tutumuyla kendi hukukunu da çiğnemekte, basın ahlakını da yok saymaktadır. Basın ahlakından zerre kadar nasiplenmemiş bir yönetime sahiptir AA. Mesele esas itibariyle budur. Tartışmayı bütün toplum izledi. O tartışmanın içinde İstanbul’da oyların çalındığına dair Sayın Yıldırım, bir tek belge ve delil sunamadı. Zaten YSK’nin seçimlerin yenilenmesi kararında da "oylar çalındı da o nedenle seçimleri yeniliyoruz" diye bir ibare yok. Oylar çalındı iddiası tamamen mesnetsizdir ve bunun İstanbul halkının iradesinin gasp edilmesine bir bahane olduğu dün akşamki tartışmada da ortaya çıktı.
ÇALINDIĞINA YILDIRIM DA İNANMIYOR: Hak yediler, hukuku ve demokrasiyi çiğnediler, seçimin kirlenmesine neden oldular. Ortada bir oy çalınması yoktur. İstanbul halkı bu tartışmayı merakla izledi, acaba Binali Yıldırım oyları kimin çaldığını söyleyecek mi diye, tek bir şey söylemedi. Binali Yıldırım'ın söylediği cümle şuydu; "sayılırken oylar garip, acayip işler oldu". Yani kendisinin de inanmadığı bir meseledir oyların çalınması meselesi, bu net olarak ortaya çıkmıştır. Bir başka tuhaflık, ki sadece İstanbul Belediyesi’ne aday olan kişi açısından değil daha önce bakanlık, başbakanlık yapmış bir kişi açısından da vahim bir nokta vardı. Binali Yıldırım dedi ki, "Sayıştay raporlarını okumadım". Bütün Sayıştay raporlarını okuması gerekmiyor, ama Sayıştay raporlarında İstanbul’da usulsüzlük ve yolsuzluk yapıldığına dair belirlemeleri nasıl okumamış olabilir İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkan adayı olan bir kişi. Sayıştay raporlarında 753 milyon liralık bir usulsüzlükten bahsediliyor, nasıl okumazsınız. Bu çok acayip bir durumdur. Sadece İstanbul değil, kayyım atanmış belediyelerde de yapılan usulsüzlük ve yolsuzluklar son Sayıştay raporları ile ortaya çıktı. Bu usulsüzlük ve yolsuzlukları yapmış olanların yargılanması gerektiği çok net ortadadır.
PARTİZANLIĞIN CİSİMLEŞMİŞ HALİSİNİZ: "İstanbul’da 23 bin dernek, vakıf var ve belediye bunlara destek oluyor" dedi Sayın Yıldırım. Hangileri? Bu vakıf ve derneklerden kendinize ait olanlara, size yakın olanlara, sadece işbirliği yaptıklarınıza destek oldu İstanbul Büyükşehir Belediyesi. Onlara çok açık destek verdi maddi anlamda. İstanbul’da çok sayıda vakıf ve dernek var ve İstanbul Belediyesi’nin bunların hepsine destek olduğu asla söylenemez. Yani Binali Bey diyor ki, "partizanlık bizimle telaffuz edilemez". Doğru partizanlık sizinle telaffuz edilemez. Çünkü siz partizanlığın cisimleşmiş halisiniz. Telaffuz etmek ne kelime. İstanbul'daki dernek ve vakıflardan sadece kendinize yakın olanları zenginleştirdiniz, imkanlar sundunuz ve bu imkanları iktidarınızı güçlendirmek için kullandınız.
FIRAT'IN DOĞUSUNU BELEDİYE ZABITALARI İLE Mİ TEMİZLEYECEKSİNİZ? Bir konu da Kürt seçmenlerle ilgili. Binali Yıldırım konuşurken şöyle dedi mülteciler meselesine ilişkin: "Fırat’ın doğusunu temizleyip Suriyelileri oraya göndereceğiz". Görevleri karıştırdı. Siz nereye adaysınız? İstanbul’a. Fırat’ın doğusunu kiminle temizleyeceksiniz? Belediye zabıtalarıyla mı? Nereye aday olduğunuzu unuttunuz. İstanbul halkına hizmet için aday oldunuz, Fırat’ın doğusunu temizlemekten bahsediyorsunuz. Fırat’ın doğusundan kimi temizleyeceksiniz? Fırat’ın doğusunda yaşayan Kürt halkına yönelik bu düşmanca tutumunuzu Kürt seçmeni duymadı mı? Diyarbakır’da iki tane Kürtçe cümle kurmakla, Kürdistan demekle İstanbul'daki Kürt seçmeni kandırabileceğinizi düşünmeniz çok büyük bir tuhaflık. Sizin "Fırat'ın doğusunu temizleyeceğiz" sözünüzü Diyarbakırlı, Mardinli, Şırnaklı, Bitlisli, Vanlı, Hakkarili, Batmanlı ve diğer illerdeki bütün Kürtler ve elbette İstanbul’da yaşayan milyonlarca Kürt duydu. Duydular. Yani Diyarbakır’da, Van’da, Siirt’te akrabası olanları oradan temizleyeceksiniz. Etnik temizlik yapacaksınız. Bunu duydu Kürt seçmen. Emin olun, 31 Mart öncesi "defolun gidin" zihniyeti ile "Fırat’ın doğusunu temizleyeceğiz" sözü arasında zerre kadar bir fark yoktur. Kürt seçmen bu söylediklerinizi anladı ve buna uygun davranacaktır. Sizin Diyarbakır’daki iki cümlenizle kimse seçim tavrını değiştirmez, bu tutumunuzu da yutmaz.
BİZDE KÜRT'E KÜRT DENİR: Bu konuda bir şey daha söylemek istiyorum, programın moderatörüne. Bizde Kürt’e "Kürt" denir. Alman’a Alman, Fransız’a Fransız, Türk'e Türk dendiği gibi. Kürt kökenli ne demek? Siz Avrupa’da yaşayan, Türkiye’den gitmiş olan milyonlarca vatandaşa "Türk kökenli" mi diyorsunuz. İnsanların Kürt olması lafını rahatça kullanamıyor musunuz? Tekrar hatırlatıyorum, Kürt’e "Kürt" denir. "Kürt kökenli" diye bir şey yoktur. Dünkü tartışmayı böyle kapatalım. İstanbul halkı kendi iradesinin kimler tarafından, nasıl gasp edildiğini dün akşam bir kez daha görmüş oldu ve bunun cevabını 23 Haziran seçimlerinde verecektir.
DAĞ FARE DOĞURDU: (Sonucu etkileyecek bir program oldu mu? Sayın Bahçeli "mitil attım" dedi, ama aynı gün Ankara’ya döndü. Bir de S-400 ve Amerika ile gerginlik tartışması var. Bahçeli, "NATO üyeliğimiz sorgulansın", Akşener, "Malatya ve İncirlik kapatılabilir" dedi. Sizin bu konudaki değerlendirmeleriniz ne yönde? sorusu üzerine) Bir halk deyimi var, ‘dağ fare doğurdu’ diye. Dün akşam dağ fare doğurdu. İstanbul halkının tercihini değiştirecek köklü bir tablo ortaya çıkmadı. Elbette sakin bir tartışmanın yapılması önemli, ama siyasetçilere polemik yapma olanağının da verilmesi gerekir. Geçmiş yıllardaki bu tür programları hatırlarsak, orada siyasetçiler birbirleriyle polemik yapardı ve o polemik düzeyli olurdu, kavgaya dönüşmezdi. Polemik yapmayı engelleyerek halkın kararlarını etkileyecek bir program yapmanız mümkün olmaz. Dolayısıyla İstanbul halkının kararının değişeceği bir program olarak şekillendiğini düşünmüyorum. Herkes kararında biraz daha kararlı hale gelmiştir. Çünkü programda net olarak ortaya çıktı ki, İstanbul halkının iradesi, 31 Mart iradesi gasp edilmiştir, hak yenmiştir, hukuk çiğnenmiştir ve bunun karşısında da İstanbul seçmeni gerekeni yapacaktır. İradesinin gasp edilmesini kabul etmeyecektir. İkinci konu bu mitil meselesi. Sanırım mitili yanlış yere atmışlar, İstanbul’da olmadığı için Ankara’ya geri dönmüştür Bahçeli. O konuda fazla bir şey söylemeye gerek yok. Onlar da herhalde İstanbul seçmeninin kararını gördükleri için, çok uzun süre orada kalmak istemediler.
SİLAHLANMA SÜRDÜRÜLMEMELİ: S-400 ve F-35 tartışması bizim açımızdan temel olarak şöyle bir tartışmadır. Biz Türkiye’nin kaynaklarını, bütçesini silahlanmaya değil; sosyal harcamalara, eğitime, sağlığa, toplumun insanca yaşaması ve çalışması için harcanması gerektiğini düşünüyoruz. İster S-400 isterse F-35 olsun, isterse başka bir modern silah olsun, bunların toplumun ihtiyaçlarına cevap veren şeyler olduğu kanaatinde değiliz. Türkiye’nin bulunduğu bölge elbette zorlu bir bölgedir. Ama Türkiye silahla değil demokrasisi, hakları, özgürlükleri, refahı ve huzuru ile güçlü bir ülke olabilir. Tercihlerimiz, silahlanmanın ve silahlanma harcamalarının sürdürülmesi yönünde değildir. NATO üsleri vs. konusunda da bizim tutumumuz öteden beri bellidir. Diğer partilerin bu tartışmaları çok gerçekçi değildir. Tartışma yapılırken, "biz de biraz yukarıdan söyleyelim lafımızı" halidir. ‘Türkiye NATO’dan çıksın, Türkiye’deki NATO üsleri kapatılsın’ şeklindeki tutum Meclis’te bizim önümüze gelirse, bizim tutumumuz çok nettir. Diğer partilerin tutumunun samimi ve net olduğunu düşünmüyoruz, polemik amaçlı bir tartışma olduğunu düşünüyoruz. Biz her türlü silah yatırımı konusundaki net tavrımızı sürdürüyoruz. Türkiye, barış toprağı ve ülkesi olmalıdır. Askeri üslerin olduğu ve her an çatışma yaşanacakmış gibi politikaların ve anlayışların egemen kılındığı bir ülke olmamalıdır. (HABER MERKEZİ)