Sovyetler Birliği’nin ‘inşası’ 1930’larda büyük bir ivme kazanır. Artık geçmişin kederi, sanatta da yerini geleceğin ışığına bırakır. Çünkü o gelecek bir şekliyle, başarılı ya da başarısız da olsa artık inşa edilmeye başlanmıştır. Bunun sanatsal yansıması da 1920’lere oranla farklıdır.
“Geriye dön! Marş marş! / Kelime oyunlarına yer yok! / Susun, Nutuk çekenler! / Söz hakkı senindir, / Yoldaş Mavzer(1)! / Adem ve Havva’dan kalma yasalarla yaşamak yeter! / Yaşlı tarih beygirini itekleyin!”
-Mayakovski
Resimde sosyalist gerçekçi sanat dediğimizde hemen hemen herkesin aklında canlanan hayali bir tablo var: Güçlü vücutları, köşeli suratlarıyla kadın ve erkek iki işçi/köylü kompozisyonun merkezinde ufka bakmaktadır. Bu sırada arkalarında inşa edilen yeni sosyalist ülkeden bazı kesitler vardır; traktörlerin sürdüğü verimli tarlalar ya da gelişen endüstriyi yansıtan fabrikalar. Köylünün eline bir demet başak, işçinin de eline bir çekiç verdik mi alın size sosyalist gerçekçi resim.
Aksini iddia edecek değiliz. Ne kadar ‘kalıplaşmış’ olursa olsun kafalarda canlanan bu manzara sanatsal değerinden pek bir şey kaybetmeden sosyalist gerçekçi bir eser olarak değerlendirilebilir.
Ancak hepsi bu kadar mı? Adına ‘sosyalist gerçekçi sanat’ denilerek çizilen sınır, sadece tek bir kalıptan mı ibaret? Doğrusunu söylemek gerekirse kafamızda canlanan imaj, ön yargılarla yaratılan anlatının son derece sığ bir şekilde algılanışından daha fazlası değil. Sanatın, sosyalist gerçekçi sanatın tek bir elden çıkmışçasına birbirine benzeyen eserler ürettiğinin yanıl olduğu, zahmetsiz bir araştırmayla fark edilebilir.
Bugün biz de sosyalist gerçekçi sanatın çok yönlülüğünü gösteren önemli bir isimden söz edeceğiz: Aleksandr Deyneka (1899-1969). Rusya dışında fazla bilinmese de Sovyetler Birliği sanatına damgasını vuran isimlerden biridir. Hayatın çelişkileri Deyneka’nın resimlerinde ilginç bir uyum yaratır: Fabrikanın kiri, sağlıklı yarınlarla; inşaat yıkımla bir araya gelir. Hem ön yargıları yıkmak hem de çelişkilerin ahengini resimde gözlemlemek üzere Deyneka’nın eserlerini hep birlikte inceleyelim.
PETROGRAD SAVUNMASI
Genç yaşlardan itibaren sanata ilgi duyan Deyneka, ilk sanat eğitimini memleketi Kursk’ta alır. Ancak Ekim Devrimi’nden sonra Moskova’da kurulan ve avangart-devrimci sanatın kalelerinden biri haline gelen VKhUTEMAS’ta (Özgür Sanat Atölyeleri-Devlet Yüksek Sanat ve Teknik Atölyeleri), aldığı eğitim, Deyneka için belirleyici olur. Modernizmden etkilenen sanatçının ilk eserleri bu anlamda çok daha farklı bir havadadır.
Buna karşın diğer kimi avangart sanat akımlarından, özellikle de soyut yönlerin ağır bastığı akımlardan kendini ayrıştırır. Devrimci Rusya İçin Sanatçılar Derneği’nin (AARA) kurucuları arasındadır. 1922’de kurulan bu dernek, Lenin’in çağrısına yanıt vererek kurulmaya çalışılan proletarya iktidarının yeni ve özgün sanatını inşaya girişir, elbette geçmiş burjuva sanat formlarının hepsini çöpe atmadan. AARA’da yapılan üretimler kimi açılardan avangart olarak değerlendirilebilse de soyut ve deneysel sanatsal biçimleri elitist bularak reddeder, meseleye daha realist bir bakış getirme taraftarı olurlar.
Bu anlamda sunabileceğimiz en önemli örnek herhalde Petrograd Savunması (1928) olacaktır. Ekim Devrimi’nin başarıya ulaşmasıyla birlikte başlayan karşı-devrimci güçlerin saldırısı, genç Sovyet Cumhuriyetini uzun ve zorlu bir ‘iç savaş’ dönemine sokar. Batı destekli beyazlara karşı savaş, büyük fedakarlıklarla sürerken cephedeki Kızıl Ordu’ya pek çok işçi asker olarak katılır. İşte bu süreç Deyneka’nın resminde etkileyici bir şekilde aktarılıyor. Aşağıda yoksul ve bitkin işçiler uygun adımla cepheye gitmektedir. Kadınların ön planda oluşu, Ekim Devrimi’nin kadınların kurtuluşu için ne anlama geldiğini vurguluyor. Ancak asıl dikkat çeken kısım yukarıda, cepheden dönenlerin bulunduğu platformdadır. Dik duruşlarını kaybetmiş yaralı gölgelerin aşağıdakinden farklı bir ‘geçit töreni’ gözlemlenmektedir.
Kadın kurtuluşunu ön plana koyduğu bir diğer eser ise daha erken bir tarihe rastlıyor. Deyneka’nın Tanrılı Hayat ve Tanrısız Hayat (1926) eserinde gördüğümüz kompozisyon, sanatçının Petrograd Savunması eserinde neden kadınları merkeze yerleştirdiğini de acıkıyor.
Sovyetler Birliği’nin ‘inşası’ 1930’larda büyük bir ivme kazanır. Artık geçmişin kederi, sanatta da yerini geleceğin ışığına bırakır. Çünkü o gelecek bir şekliyle, başarılı ya da başarısız da olsa artık inşa edilmeye başlanmıştır. Bunun sanatsal yansıması da 1920’lere oranla farklıdır.
Deyneka’nın 1930’larda yaptığı eserleri incelediğimizde de aynı değişime rastlıyoruz. Yeni Sovyet insanının yaratımı, dönemin çoğu Sovyet sanatçısı gibi Deyneka’yı da etkileyen bir temadır.
SPOR VE BEDENSEL GELİŞİM
Deyneka’nın sanatında ‘spor’ çok önemli bir yer tutar. Kendisi de sporla yakından ilgilenmiş hatta boks eğitimi almıştır.
Sovyetler Birliği’nin şekillendiği yıllarda ‘spor’ hem sağlık hem de yeni insanın yaratımı gibi gündemler nedeniyle Sovyetler’de çeşitli açılardan öne çıkan bir tema olur. Deyneka’nın da spor temalı eserleri böylece Sovyetler’in izleğiyle de örtüşür. Patenler (1927) ve Bitiş Çizgisinde (1927) resimlerini örnek gösterebiliriz.
Her ne kadar sporun pek çok alanına dair resimler üretmiş olsa da Deyneka’nın ağırlık verdiği alanın başında futbol geliyor. Yatay formuyla bir kalecinin topu kurtarışını net bir şekilde tuvale yansıtan Deyneka’nın Kaleci (1934) eseri kendisinin Sovyetler’deki en meşhur resimlerinden biridir.
Bunun haricinde sanatçının eserlerinde, daha erken dönemlerden tutun, geç dönemlerine kadar futbolun her zaman önemli bir yer kapladığını görüyoruz.
İNSAN BEDENİNE HAYRANLIK
Ancak biraz daha dikkatli inceleyecek olursak Deyneka’nın spora bakışının daha detaylı olduğunu görürüz. Çünkü sanatçı, aslında insan bedenine, onun gelişimine ve estetiğine büyük bir hayranlık duyar. Onu doğal haliyle görmeyi, göstermeyi isteyen Deyneka’nın çıplaklığı gerçekçi bir üslupla sunduğu pek çok etkileyici esere rastlıyoruz. Donbass’ta öğle vakti bir çalışma arasında gölde serinleyen insanların konu alındığı resim ünlü örneklerden biri.
Kimi zaman çıplaklığın spor temasıyla birleştiğini görüyoruz. İşin bedensel niteliği düşünüldüğünde, bunda şaşılacak bir şey yok. Top Oyunu (1932) isimli resmi örnek gösterebiliriz. Ancak çok daha farklı bir açıdan yine bedensel niteleyebileceğimiz başka bir tema, savaş teması da bazen çıplaklıkla birleşiyor. Kışla duşlarını işlediği Savaştan Sonra (1944) eseri bu anlamda alışılmışın dışında bir örnek.
‘KAVRAYIN DÜNYANIN BOĞAZINI SIKICA’
Deyneka’nın savaşa yaklaşımı üzerine de bir şeyler söylememiz gerekiyor. Zira kendisinin savaşa dair çok yönlü bir konu seçimi var. Sovyetler Birliği’nin milyonlarca insanını ve sanayisinin büyük bir bölümünü kaybettiği İkinci Dünya Savaşı, Deyneka’nın sanatı üzerinde de etkili olur. Savaşı ve kavgayı ‘epik’ bir üslupla resmettiği örneklerden başlamak gerekirse eğer ilk olarak karşımıza Kızıl Marş (1941) isimli tablo çıkıyor. Bu tabloyu özel kılansa Vladimir Mayakovski’nin ‘Kızıl Bahriyelilere’ ithafen 1918’de yazdığı Kızıl Marş isimli şiiri(2).
“Geriye dön! Marş marş! / Kelime oyunlarına yer yok! / Susun, Nutuk çekenler! / Söz hakkı senindir, / Yoldaş Mavzer! / Adem ve Havva’dan kalma yasalarla yaşamak yeter! / Yaşlı tarih beygirini itekleyin! / Sol! / Sol! / Sol! / Hey! Mavi ceketliler! / Denizlere açılın! / Okyanuslara! / Yoksa savaş gemilerinizin omurgalarında bir sorun mu var? / Bırakın devam etsin İngiliz aslanı, / Ulumaya, telaşlanmaya, rahatsızlanmaya. / Komün fethedilemez! / Sol! / Sol! / Sol! / Orada, / Keder tepelerinin ötesinde, / Doğan güneşin bir yurdu var. Açlığın ötesinde, / Toplu ölüm denizlerinin ötesinde, / Milyonların iziyle yürüyün! / Bırakın sarsın etrafımızı para ile tutulmuş çeteleri, / Çelik dökülüyor soldan. / Antant(3) fethedemeyecek Rusya’yı, / Sol! / Sol! / Sol! / Kartalın gözü hiç körelir mi? / Gözümüzü gidip eskiye mi dikelim? / Proleter parmaklar, / Kavrayın boğazını dünyanın sıkıca, / Göğüsler dışarı, omuzlar dik! / Gökyüzünü bayraklarla kaplayın! / Kim orada sağ ayakla yürüyor? / Sol! / Sol! / Sol!”
Mayakovski’nin Deyneka üzerindeki etkisi sadece Kızıl Marş ile sınırlı değildir. Moskova Metrosu’nun en etkileyici duraklarından biri olan Mayakovskaya’daki mozaikler de Deyneka’nın eseridir (Daha önce Moskova Metrosu’ndan bahsederken sözünü etmiştik).
Savaşın getirdiği yıkım da Deyneka’nın resiminde gerçekçi bir üslupla konu edilir. Kızıl Ordu’nun girdiği Berlin’den geriye kalan harabeler, Sovyet ressam tarafından çeşitli şekillerde resmedilir.
TOPLUMSAL ADANMIŞLIĞIN YÜKÜ
Bu noktada “Al işte, ‘yeni Sovyet insanı’ ne demek? Ucuz bir propaganda yapmış adam, sen de gelip bize bunu sanat diye anlatıyorsun” diyenler mutlaka olacaktır. Tüm eksiklikleri bir tarafa bu yorumların pas geçtiği çok önemli bir şey var. Böyle düşünenler, bir toplumun ortak bir amaç etrafında nasıl birleşebileceğini hesaba katmıyor, ya da katamıyor. Üstelik bu amaç eğer ezilen, lanetli kesimleri kapsıyor ise yaratabileceği etki kimilerince hayal bile edilemiyor. Sanırım kapitalist, karamsar uygarlığın öksüz çocukları olan bizim jenerasyonumuzun kolay kolay kavrayabileceği bir şey değil.
Yine de Deyneka gibi sanatçıların eserlerini inceledikçe en azından 21. yüzyıla ait zihnimizin sınırlarını zorlayabiliyoruz. Sovyetler Birliği’nde arzulanan ‘yeni insanın yaratımı’ şu ya da bu nedenle arzu edilen ideale ulaşmamış olabilir. Çabanın kendisi, idealden çok daha değerli olmasına karşın Deyneka’nın değeri sadece kendi zamanının arzularını anlatmıyor, aynı zamanda bizim çağımızın boşluğu anlamlandırmamızı kolaylaştırıyor. Sovyetler Birliği’nde ya da dünyanın herhangi bir yerinde adına ‘sosyalist gerçekçilik’ denilen sanatın gücü de buradan geliyor.
NOTLAR:
(1) Eski zamanlarda sıkça kullanılmış bir tüfek tipi
(2) Rusçadan Türkçeye eksiksiz bir çevirisine rastlayamadım. O nedenle diğer diller aracılığıyla Türkçeye çevirmek durumunda kaldım. Bir şiiri en güzel bir şair çevirir derler, o yüzden eksik kaldığım, ya da fazla ‘aslına uygun’ kalmaya çalıştığım yerler olabilir. Şimdiden uyarmış olayım.
(3) Birinci Paylaşım Savaşı öncesinde Fransa, Britanya ve Rusya arasında kurulan ittifaktır. Antant ya da Üçlü İtilaf Olarak bilinir (The Entente)