Kılıçdaroğlu, partisinin Abant kampında soruyor: 9 yaşındaki bir çocuk niye intihar eder? Arama motoruna “Kılıçdaroğlu Bolu gündeme dair” kelimelerini yazıyorum. Niyetim, yerel seçimlerde muhalefeti bir araya getirme başarısıyla eline tarihi bir fırsat geçmiş olan CHP’nin bu fırsatı değerlendirme konusunda bundan sonra nasıl bir adım atacağı üzerine düşünmek. Merak ediyorum. Acaba Kılıçdaroğlu bir kez daha, ancak bu sefer çokuluslu bir felaketi başlatacak savaş çığırtkanlığı karşısında sağduyuyu harekete geçirecek sözler söyleyecek mi? “Tank palet fabrikasını da sattılar” tekerlemesinin ötesinde, hani partisinin mirasçısı olduğu “yurtta sulh cihanda sulh” sözlerinin gereğini yerine getirecek, güçlü bir savaş karşıtı sesin ortaya çıkmasına katkı sağlayacak ve bu sefer savaş karşıtlarının terörist ilan edilmelerinin önüne geçebilecek bir ilk adım atacak mı?
Anahtar kelimeyle yaptığım aramada ilk çıkan video Demirören Haber Ajansı’nın canlı yayın bağlantısı. “CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Bolu’da konuşuyor” başlığıyla veriyor haberi. Bağlantıya tıkladığınızda karşınıza Kızılcahamam’da konuşan Cumhurbaşkanı çıkıyor. “Türkiye’yi 2023 hedeflerine mutlaka ulaştıracağız” diyor. Teşkilat yapısının yenileneceğini müjdeliyor. “Milletimiz bize oy vermek zorunda değildir. Biz milletimizin gönlünü kazanarak bunu sağlayacağız” diye devam ediyor. Partisinden dertli. Millete hizmet yerine “AK Partinin kendisine sağladığı gücü millete tepeden bakmak, milleti hiçe saymak, sadece şahsi çıkarlarını korumak için kullanan zihniyet”in partinin çatısı altında yeri olmadığını söylüyor. Üstlendiği sorumluluğu yerine getirmeyip her şeyi bir üste, özellikle de şahsına havale edenlerden de dertli. “Beyefendi böyle talimat verdi, efendi böyle istedi” diyenleri fırsatçılıkla suçluyor. Belli ki İstanbul’un ve diğer birçok Büyükşehirin elden gitmesinin müsebbibi olarak da bu fırsatçılığı, bu tepeden bakmaklığı, iş bilmemekliği görüyor. Handiyse yakın zamanda kazan kaldırıp partisinden ayrılanlar gibi o da partisinin fabrika ayarlarından, o altın çağdan söz edecek.
Gelelim CHP’nin Abant kampına. Erdoğan’ın konuşmasını, önceden aksi kararlaştırılmış ve iki partinin kurmayları bu konuda uzlaşmış olmasına rağmen, Kemal Kılıçdaroğlu ile aynı saate denk getirdiğini öğreniyoruz. Habercilerin Kılıçdaroğlu başlığı altında Erdoğan videosu yayınlamaları da bundan. Kılıçdaroğlu, konuşmasını “birileri de dinlesin” diye öğleden sonraya erteliyor. Belli ki önemli şeyler söyleyecek. Bekliyoruz. Gürleyerek gelen savaşı durdurabilir mi? Durduramaz her halde. Ama “bir gece ansızın” nidaları karşısında aklı selime davet eden bir ses çıkarabilir. Yapmıyor. Tank palet fabrikasından söz ediyor. “Bana milliyetçilik dersi vermek isteyenlere kapak olsun, milliyetçilik budur” diyor alkışlar arasında. “Ben yeri geldiğinde uçan kuşun kanadından da haber alırım” diye gururlanıyor. Sonra pazar günü yeniden konuşuyor. Konuşmasını sonlandırmadan hemen önce dış politikaya değiniyor. “Suriye’de iç savaş bir an önce bitsin istiyorsan Şam yönetimi ile konuşacaksın kardeşim” diyor. Ardından soruyor: “9 yaşındaki bir çocuk niye intihar eder?”
Kaç gündür aklımdaki soru tam da bu. Yazının başına her oturduğumda Murat Sevinç’in şahane yazısının başlığındaki gibi göğsüme koca bir öküz oturuyor. Kalkıyorum. Çünkü biliyorum ki 9 yaşındaki çocukların korkuları vardır. Gece yalnız yatmak istemeyebilirler mesela. Etraflarında olup biteni anlayacak bilişsel ve duygusal erginliğe erişmişlerdir neredeyse. Ama çocukturlar hala. Karanlıktan korkarlar. Uzaylılardan, canavarlardan, olmayan şeylerden… Mezarlıklardan. En büyük bilinmezden. Ölümden. Ölümü düşünebilirler. Merak eder, anlamaya çalışır ve belki de arzularlar. Kimi zaman cezalandırılma korkusuyla, kimi zaman ceza vermek için ölmeyi düşünebilirler. Ama gözlerinin içi ışıldayan bir çocuk, eline bir ip alıp kendisini mezarlığın kapısına astıysa, Kılıçdaroğlu haklı, herkesin sorması gereken soru “9 yaşındaki bir çocuk niye intihar eder?” olur. Üstelik bu sefer ortada bir sis perdesi, son zamanlarda ölüme giden birçok çocukta olduğu gibi ağına düşürdüğü çocukları yavaş yavaş zehirleyen ve intihara zorlayan bir bilgisayar oyunu yok. Yanıtını herkesin bildiği bir soru bu. Çünkü çocuk mülteci. Suriyeli. 4.5 yaşındayken gelmiş Türkiye’ye. Bildiği, anılarının olduğu tek yer burası. Okula burada gidiyor. Akranları gibi çalışmak zorunda olmadığından, şimdilik, şanslı bile sayılabilir. Onun yaşındaki mülteci çocukların neredeyse yarısının okula gidemediğini biliyoruz. Aradan geçen onca yıla rağmen. Çocuğun adı Vail. Gözlerinin içi ışıl ışıl. Independent Türkçe haber yapmış. Babasının kucağında, ata binerken, iki yavru köpeği kucaklamış fotoğrafları var. 9 yaşındaki her çocuk gibi. Ama Vail “buralı” değil. Suriye’de veterinerlik yapan babası ve ailesiyle birlikte ölümden kaçarak sığınmış Türkiye’ye. Okulundaki tek mülteci. Arkadaşları tarafından kabul görmüyor. Dışlanıyor. Evet, çocuklar bazen zalim olabiliyorlar. Öğrenilmiş bir kötülüğün peşine takılabiliyorlar. Büyüklerinden duyduklarının gerçekliğinden şüphe duymadan, öylece kabullenip sonuçlarını düşünmeden davranabiliyorlar. 9 yaşındayken. Çünkü Suriyelileri kimse istemiyor. Öyleyse onlar da istemez. Kendileriyle aynı sırada oturan, aynı dili konuşan, aynı oyunları oynayan bir Suriyeli çocuğu da istemezler. Kılıçdaroğlu tam buna değinecek, diyorum. Irkçılığın ne kötü sonuçlar doğurabileceğine… Bu ırkçılıktan kimseye hayır gelmeyeceğini, toplumda nefreti böylesine perçinlemenin çocukları dahi birbirine düşman edeceğini söyleyecek… Soruyor. “Bu dış politikayı Türkiye’nin başına saran kişi acaba düşünüyor mu? Gözlerini para bürümüş, insanı bir varlık olarak bile kabul etmiyorlar. Suriyelilere bizim kızma hakkımız yok. Suriyelileri buraya getirenlere kızacağız biz.” Peki, hep beraber kızalım. Suriyelileri buraya getirenlere kızalım. Devam ediyor. “Suriyelileri bizim başımıza bela edenlere kızacağız biz.” 9 yaşındaki Suriyeli bir çocuğun maruz kaldığı ırkçılıkla baş edemeyip çareyi canına kıymakta bulması üzerine, anamuhalefet partisinin başkanı çareyi “Suriyelileri bizim başımıza bela edenlere kızmak”ta buluyor. “Bela edenlere.” Diyecek bir şey yok. Yazacak bir şey de yok. Hepsi bu.